Naim ÖZGÜNER
BİZLER UZUN BİR SEFERDEYİZ
Naim ÖZGÜNER 23.06 2013
Mülkün sahibi olan Allahtan gaflet, nefsin firavunluğuna sebep olur. Taht-ı tasarrufunda bulunan bütün eşyanın malik-i hakikisini unutan, kendi kendine malik zannederek hakimiyet tevehhümünde bulunur. Bu vesileyle Allahın mülkünü malını kendilerine taksim ederek ahkam-ı ilahiye ye karşı muaraza ve mübarezeye başlar. Halbuki Allah tarafından insanlara verilen benlik ve hürriyet, Cenab-ı Hakkın uluhiyet sıfatlarını fehmetmek üzere bir vahid-i kıyasi vazifesini görüyor. Maalesef su-i ihtiyar ile hakimiyet ve istiklaliyete alet ederek tam bir fir’avun olur.
Evet, bu cisim ebedi değil, demirden değil, taşta değil... ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Ani olarak senin başına yıkılıyor altında kalıyorsun. Bak, zaman-ı mazi senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bu gün sen iki kabrin arasındasın. Artık sen bilirsin.
Her insanın tam manasıyla hayali bir dünyası vardır. Fakat öldüğü zaman dünyası yıkılır, kıyameti kopar. Şu gördüğümüz dünya, pek ağır ve büyük bir yüktür. Ruhu ve kalbi hasta olanlardan başka o ağır yükün altına girmez.
Bütün kainatla alakadar olmaktansa ve her şeyin minnetine girmektense, sebeplere el açıp ihtiyaçlarını arz etmektense, her şeyin sahibi olan Allaha iltica etmek, daha rahat ve daha karlı değil midir?
İnsan yaşayış itibariyle bir dağdan kopup gelen, sel içine düşen ve ya yüksek bir apartmandan düşüp yuvarlanan bir şahıs gibidir. Evet, hayat apartmanı yıkılıyor. Ömür tayyaresi şimşek gibi geçiyor. Zaman da sel dolaplarını sür’atle çalıştırırken, yer yüzü gemisi de süratle ahrete doğru yol almaktadır. Dünyanın haram lezzetlerine uzatılan ellere zehirli dikenler batıyor. Binaenaleyh, o zehirli oklara bakıp el uzatma. Ayrılık elemi lezzetinden çok ağırdır.
Ey kötülüğü emreden nefsim? Sana tabi değilim. Ben ancak beni yaratıp, güneş ve ayı, yer yüzünü bana hizmet ettiren Allaha itaat ediyorum. Kendi muhitinde uçan ömür tayyaresi ve ya hayat dağları arasında açılan hudut ve tünellerinden şimşekvari geçen zamanın zamanın trenine bindirerek ahiret memleketinin iskelesi hükmünde olan kabir tünelinin kapısına sevk eden Halk-ı Rahmanürrahimden medet istiyorum.
Evet, Allaha kul ve hizmetkar olana her şey hizmetkar olur. Yerinde durmayıp dönen ve giden dünyanın içinde bizlerde hem dönüyoruz hem gidiyoruz. Yolculuğumuz ruhlar aleminden başladı. Ana rahminden, çocukluktan, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, haşirden, sırattan geçer. Ebed-ül abad tarafına doğu devam eder gider. Misafir olan kimse beraberinde getirmedi bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrılacağımız gibi, bu şehirden de çıkacağız. Ve bu dünyadan da çıkacağız. Öyle ise zilletle değil izzetle, aziz olarak çıkmaya çalışalım. Vücudunu mucidine feda et, mukabilinde büyük bir fiyat alacaksın. Feda etmezsen zaten O’nundur, O’ na dönecektir.
Devamı olmayan bir şeyde lezzet yoktur. Sen fanisin, dünya da fanidir. Milletin dünyası da fanidir. Kainatın şu hazır şeklide fanidir. Bunlar saniye, dakika, saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar. Başka bir alemde intişar etmek için bu fani alemi terk ediyorlar. Ahrette seni kurtaracak bir eserin yok sa fani dünyada bıraktıklarından bir şey bekleme.
Ey insan! Senin iktidarın kısa, bekan az, hayatın mahdut, sınırlı, ömrünün günleri sayılı ve her şeyin fanidir. Öyle ise şu kısa fani ömrünü fani şeylere sarf etme ki fani olmasın, baki şeylere sarf etki baki kalsın. Bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak, karanlığı yok edecek, bir nur, bir ışık lazım. Ancak rahmanın hazinesinden tedarik edebiliriz. Bak ihtiyarlık şafağı kulaklarını üzerinde uyanmış, başının yarısından fazlası beyaz kefene sarılmış, vücudunda oluşmaya niyet eden hastalıklar ölümün keşif kollarıdır. Bununla beraber ebedi ömrün önündedir. O ömr-ü bakide göreceğin rahat ve lezzet ancak bu fani ömürde sa’y ve çalışmalarına bağlıdır. Ölüm sekeratı uyandırmadan evvel uyan.
Hayatı veren dünyaya gönderen kimse ölü ile o hayatı alıp daha güzelini verecek olan da odur. İran hükümdarlarından birinin odasında astırdığı levhada şunlar yazıyormuş: “SONUNDA SEN DE ÖLECEKSİN” Eskiden bir evin bahçesinde mütevazı bir büyüğün mutlaka bir mezarı bulunurdu. Ta ki sabah akşam ona bakan bu eğitim ve terbiye ile bir hesap diyarını derinden hatırlama şuuruyla yasak tanımayan arzular, bitmek bilmeyen ihtirasların önüne geçilmiş olsun. Fakat bu gün bazıları terakkide ki eksikliği bu telkinlerin varlığında arayacak kadar akıl almaz bir hafifliğin içindeler. Avrupa terbiyesi görmüş, dindarlığı zül ve gericilik kabul eden böyle ahmaklardan biri demiş: “Biz Allah Allah diye diye geri kaldık, Avrupa top tüfek diye diye ilerledi gitti.” Cevab-ül ahmak es-Sükut kaidesince ahmaklara cevap sükut etmektir. Fakat bazı ahmakların arkasında bedbaht akıllılar bulunduğundan deriz ki:
“Ey bi çareler” Bu dünya bir misafirhanedir. Her gün otuz bin şahit cenazeleriyle “el-mevtü hakkun” hükmünü imza ediyorlar ve o davada şahadet ediyorlar. Ölümü öldürebilir misiniz? Bu şahitleri tekzip edebilir misiniz? Madem edemiyorsunuz, ölüm Allah Allah dedirtir. Sekeratta ölüm halinde iken Allah Allah yerine hangi topunuz, hangi tüfeğiniz zulümat-ı ebediyeyi kabrin karanlığını, o sekerattakinin önünde ışıklandırır? Madem ölüm var, kabre girilecek, bu hayat gidiyor, baki hayat geliyor, bir defa top-tüfek denilirse, bin defa Allah Allah demek lazım gelir. Hem Allah yolunda olsa tüfek te Allah der top ta Allah der.”
Ölüm insana şah damarından daha yakın bir hadisedir. Hem yaşlandıkça dostlar ve sevdiklerimiz, birer birer kaybolup bu dünyadan göçüyorlar. Her bir şehri günde yüz defa mezaristana boşaltan ölüm, elbette hayattan ziyade bir isteği var. Kabristanlar rahat yataklarında birkaç yıl sonrasının hesabını yaparken, birkaç saat sonra toprağa yatanlarla dolu değil mi? bizler hala mezar da yatanların çoktan beri pişman oldukları şeyin kavgasını yapıyoruz.
Fay hatlarında ki az bir kırılma, biraz ısı değişimi uykularımızı kaçırır da, paramparça olan kalp ve ruh hayatımız bizim içimizde bir burukluk dahi hasıl etmez.
Dünyada hapsin korkusundan kanunlara fütursuzca itaat ederken, ahrette ki cehennem hapsinin korkusu bizi gayrete getirmiyor mu, getirmeyecek mi? Çocukluğunda oyun, gençliğinde sarhoşluk, ihtiyarlığında ise tembellik. Ey insan, seni yaratan Rabbine ne zaman ibadet edeceksin?
www.naimozguner.com e-mail: naimozguner81@gmail.com