xxx65566
Biyo-Güvenlik, genetik çılgınlık ve gıda savaşı
Biyo Güvenlik konusunda hangimiz ne kadar bilgiye sahibiz? Ulusal Biyo Güvenlik Kanunu ne demek ve Türkiye; bu kanunla düzenlenen, dünya genelinde şiddetli tartışmalara neden olan, gıda krizinden tarım politikalarına kadar, askeri-siyasi meselelerden belki daha kalıcı etkiler bırakacak gerçekler hakkında ne biliyor? Sadece "İsrail tohumları" olarak bilinenin, Türkiye'de tohumculuğu öldürdüğü söylenenin dışında hiçbir şey bilmeyen insanların bu konuda biraz aydınlatılması gerekmez miydi?
Birleşmiş Milletler Dünya Tarım Fonu, Norveç ve Global Crop Diversity Trust, Kuzey Kutbu'nda "Nuh'un Gemisi"ni hatırlatan bir hazırlığı girişti. Kıyamet Sığınağı adı verilen projeye göre, Kuzey Kutbu'nun tam ortasında Norveç'e ait Svalbard takımadasında küresel bir felaket durumunda insan ırkını kurtaracak, yeryüzünü yeniden yaşanılır hale getirecek bitki tohumlarını depolamak için sığınak inşa edildi. 19 Haziran 2006'da temeli atılan ve o yıl tamamlanan sığınakta, dünyanın her yerinden toplanacak iki milyon bitki tohumu, binlerce yıl kalacak şekilde depolanıyor. Buzla kaplı toprak tabakasının altında, dağın içinde inşa edilecek sığınak, zırhlı kapılar ve bir metre kalınlığındaki beton duvarlarla kuşatılacak. Bu haber hepimizin ilgisini çekti. Çünkü "Nuh'un Gemisi" ve "Kıyamet Sığınağı" gibi son derece sansasyonel ifadelerle sunuldu. Hepsi bu..
Küresel ekonomik kriz çerçevesinde en önemli tartışma konularından biri gıda kriziydi. Önce enerji kaynakları üzerinde spekülasyon yapıldı. Petrol fiyatları hızla tırmandı. Yüzde 60'ı spekülasyon olarak kasalarına girdi. "Paper oil" sistemini tanıdık. Ardından altın, gümüş, metal ve diğer madenler tartışma konusu oldu. Dünya genelinde kaynaklara yönelik müthiş bir saldırı başladı. Finans baronları daha sonra gıdayı keşfetti. Buğday, mısır ve pirinç üzerinde spekülasyon başladı. Fiyatlar arttı, yoksullar sokaklara döküldü. Wall Street bankaları Afrika'da, Latin Amerika'da, eski Sovyet cumhuriyetlerinde binlerce dönüm arazi kapatma yarışına girdi. Haiti'den Mısır'a yükselen gıda fiyatlarına karşı insanlar sokaklara döküldü. Dünya Bankası, IMF yetkilileri yoksulluğun artmasından, iç insanların isyanından, gıda krizinin derinleşmesinden söz etti. Ve bu durum, küresel istikrarı bozacak muhtemel tehditler olarak görüldü.
Ve biz, "Paper Food" sistemini öğrendik. Çokuluslu şirketlerin, insanlığın üç temel besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç üzerindeki fiyat oyunları gerçekten ürkütücüydü. Bazı gıda şirketlerinin, milyonları açlığa mahkum etme pahasına, sadece üç ayda, kârları olağanüstü arttı. Mc Donald's, Pizza Hut, Burger King gibi bir çok şirketi besleyen Cargill'in net kârı 553 milyon dolardan 1.030 milyar dolara yükselirken, dünyanın en büyüklerinden Archer Daniels Midland'ın kârı yüzde 42 arttı. Bir başka büyük şirket olan Mosaic Company'nin kârı ise 12 kat artarak, 42.2 milyon dolardan 620.8 milyon dolara yükseldi. 66 ülkede 158 bin çalışanı olan dünyanın en büyük gıda şirketi Cargill bu soygunda başrolü oynuyordu. Son birkaç yıl içinde yeryüzünün tarım bölgelerini kimlerin kiraladığına, hangi şirketin ya da devletin ne kadar büyük arazi kiraladığına dikkatle bakalım. Tarım ve gıda şirketleri hızla tekelleşirken, birkaç şirket küresel sistemi kontrol altına alırken, yerel tarımı yok ederken, ülkelerin tarım politikaları da bu şirketlere göre şekilleniyor.
Tarıma elverişli arazilerin sadece yüzde dokuzuna sahip olan Çin, Afrika ve Güney Amerika'da tarım arazilerine yöneldi. Bu eğilim hem gıda sıkıntısını gidermeyi hem de kârlı bir yatırımı amaçlıyor. Ancak bunun ötesinde, devletler için; tarım üzerinden güvenlik yatırımı anlamına geliyor, stratejik önem kazanıyor. Çünkü insanoğlunun üç besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç, gelecekte barışın ve savaşın habercisi olacağı varsayılıyor. Artık tarım ve gıda silaha dönüşüyor, ülkeler önlemler almaya çalışıyor, gelişmekte olan ülkeler üzerine büyük oylunlar tezgahlanıyor, tohumculuk stratejik güvenlik çerçevesinde değerlendiriliyor.
Bu aşamada genetiği ile oynanmış tohumlar en önemli konu haline geliyor. Hazırlanan Ulusal Biyo Güvenlik Yasası, işte bu genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimini düzenliyor. Türkiye'nin, bu kritik dönemde köklü bir tarım stratejisi geliştirmesinin ne kadar hayati bir konu olduğunda ısrar ettim hep. Ancak genetiği değiştirilmiş tohum ve tarım konusunun küresel düzeyde şiddetli tartışmalara konu olduğunu bilmeli ve bu tartışmaları kamuoyuyla paylaşmalıyız. Gerçekten endişe verici gelişmeler söz konusu.
Kısa süre önce ABD'deki mesleki kuruluşlar, genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili moratoryum çağrısı yaptı. Çevreye ciddi zarar verdiği, daha önemlisi insan sağlığı üzerinde telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açtığı, insanın genetik yapısını bozduğu, genetik manipulasyonun kamuoyundan gizlenen gündemi olduğu, 1990'lardan bu yana konunun tartışıldığı, yeterli araştırmaların yapılmamış olduğu duyuruldu. Birleşmiş Milletler de, genetiği değiştirilmiş tohum ve gıdaların ticareti konusunu tartışmaya açtı.
Bugün, söz konusu alanı kontrol eden birkaç şirket, devletlerin politikalarını da yönlendiriyor. Asya'nın pirincini ele geçirirken Afrika'nın biyolojik zenginliği özelleştiriliyor. Her yerde, her ülkede, gıda ile ilgili her alanda aynı şirketleri görüyoruz. Archer Daniels Midland, Cargill, Bunge, Monsanto, Dupont Agriculture and Nutrition, Potash, Mosaic gibi şirketler, milyarlarca dolar kazanmanın ötesinde, gıda ticareti, tohum ve gübre konusunda dünyayı yönetiyor, ülkeleri bölüyor. Bu şirketler şimdi de başta ABD olmak üzere bir çok ülkede kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla ülkelerin biyolojik zenginliklerini özelleştirip ele geçiriyor. Monsanto ile ABD yönetimi arasındaki pazarlıklara, genetiği değiştirilmiş tohum sektörüyle Rockefeller arasındaki bağlara, bu şirketleri Afrika'da neler yaptıklarına kısaca bakmak yeterli. Genetiği bozulmuş tohum konusu, biyo güvenlik konusu hep bunların kontrolünde.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde Asya'nın, Ukrayna'nın, Afrika'nın tarım arazileri çokuluslu şirketler tarafından kapatılacak, gıda üzerinde korkunç bir mücadele başlayacak, ülkelerin tarım politikaları bunlar tarafından belirlenecek. Büyük şirketler, onlarca ülkenin bitki çeşitliliğini özelleştirme adı altında kontrol edecek.
Bu konu detaylı, derinlikli bir tartışma istiyor.
Birleşmiş Milletler Dünya Tarım Fonu, Norveç ve Global Crop Diversity Trust, Kuzey Kutbu'nda "Nuh'un Gemisi"ni hatırlatan bir hazırlığı girişti. Kıyamet Sığınağı adı verilen projeye göre, Kuzey Kutbu'nun tam ortasında Norveç'e ait Svalbard takımadasında küresel bir felaket durumunda insan ırkını kurtaracak, yeryüzünü yeniden yaşanılır hale getirecek bitki tohumlarını depolamak için sığınak inşa edildi. 19 Haziran 2006'da temeli atılan ve o yıl tamamlanan sığınakta, dünyanın her yerinden toplanacak iki milyon bitki tohumu, binlerce yıl kalacak şekilde depolanıyor. Buzla kaplı toprak tabakasının altında, dağın içinde inşa edilecek sığınak, zırhlı kapılar ve bir metre kalınlığındaki beton duvarlarla kuşatılacak. Bu haber hepimizin ilgisini çekti. Çünkü "Nuh'un Gemisi" ve "Kıyamet Sığınağı" gibi son derece sansasyonel ifadelerle sunuldu. Hepsi bu..
Küresel ekonomik kriz çerçevesinde en önemli tartışma konularından biri gıda kriziydi. Önce enerji kaynakları üzerinde spekülasyon yapıldı. Petrol fiyatları hızla tırmandı. Yüzde 60'ı spekülasyon olarak kasalarına girdi. "Paper oil" sistemini tanıdık. Ardından altın, gümüş, metal ve diğer madenler tartışma konusu oldu. Dünya genelinde kaynaklara yönelik müthiş bir saldırı başladı. Finans baronları daha sonra gıdayı keşfetti. Buğday, mısır ve pirinç üzerinde spekülasyon başladı. Fiyatlar arttı, yoksullar sokaklara döküldü. Wall Street bankaları Afrika'da, Latin Amerika'da, eski Sovyet cumhuriyetlerinde binlerce dönüm arazi kapatma yarışına girdi. Haiti'den Mısır'a yükselen gıda fiyatlarına karşı insanlar sokaklara döküldü. Dünya Bankası, IMF yetkilileri yoksulluğun artmasından, iç insanların isyanından, gıda krizinin derinleşmesinden söz etti. Ve bu durum, küresel istikrarı bozacak muhtemel tehditler olarak görüldü.
Ve biz, "Paper Food" sistemini öğrendik. Çokuluslu şirketlerin, insanlığın üç temel besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç üzerindeki fiyat oyunları gerçekten ürkütücüydü. Bazı gıda şirketlerinin, milyonları açlığa mahkum etme pahasına, sadece üç ayda, kârları olağanüstü arttı. Mc Donald's, Pizza Hut, Burger King gibi bir çok şirketi besleyen Cargill'in net kârı 553 milyon dolardan 1.030 milyar dolara yükselirken, dünyanın en büyüklerinden Archer Daniels Midland'ın kârı yüzde 42 arttı. Bir başka büyük şirket olan Mosaic Company'nin kârı ise 12 kat artarak, 42.2 milyon dolardan 620.8 milyon dolara yükseldi. 66 ülkede 158 bin çalışanı olan dünyanın en büyük gıda şirketi Cargill bu soygunda başrolü oynuyordu. Son birkaç yıl içinde yeryüzünün tarım bölgelerini kimlerin kiraladığına, hangi şirketin ya da devletin ne kadar büyük arazi kiraladığına dikkatle bakalım. Tarım ve gıda şirketleri hızla tekelleşirken, birkaç şirket küresel sistemi kontrol altına alırken, yerel tarımı yok ederken, ülkelerin tarım politikaları da bu şirketlere göre şekilleniyor.
Tarıma elverişli arazilerin sadece yüzde dokuzuna sahip olan Çin, Afrika ve Güney Amerika'da tarım arazilerine yöneldi. Bu eğilim hem gıda sıkıntısını gidermeyi hem de kârlı bir yatırımı amaçlıyor. Ancak bunun ötesinde, devletler için; tarım üzerinden güvenlik yatırımı anlamına geliyor, stratejik önem kazanıyor. Çünkü insanoğlunun üç besin kaynağı olan buğday, mısır ve pirinç, gelecekte barışın ve savaşın habercisi olacağı varsayılıyor. Artık tarım ve gıda silaha dönüşüyor, ülkeler önlemler almaya çalışıyor, gelişmekte olan ülkeler üzerine büyük oylunlar tezgahlanıyor, tohumculuk stratejik güvenlik çerçevesinde değerlendiriliyor.
Bu aşamada genetiği ile oynanmış tohumlar en önemli konu haline geliyor. Hazırlanan Ulusal Biyo Güvenlik Yasası, işte bu genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretimini düzenliyor. Türkiye'nin, bu kritik dönemde köklü bir tarım stratejisi geliştirmesinin ne kadar hayati bir konu olduğunda ısrar ettim hep. Ancak genetiği değiştirilmiş tohum ve tarım konusunun küresel düzeyde şiddetli tartışmalara konu olduğunu bilmeli ve bu tartışmaları kamuoyuyla paylaşmalıyız. Gerçekten endişe verici gelişmeler söz konusu.
Kısa süre önce ABD'deki mesleki kuruluşlar, genetiği değiştirilmiş gıdalarla ilgili moratoryum çağrısı yaptı. Çevreye ciddi zarar verdiği, daha önemlisi insan sağlığı üzerinde telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açtığı, insanın genetik yapısını bozduğu, genetik manipulasyonun kamuoyundan gizlenen gündemi olduğu, 1990'lardan bu yana konunun tartışıldığı, yeterli araştırmaların yapılmamış olduğu duyuruldu. Birleşmiş Milletler de, genetiği değiştirilmiş tohum ve gıdaların ticareti konusunu tartışmaya açtı.
Bugün, söz konusu alanı kontrol eden birkaç şirket, devletlerin politikalarını da yönlendiriyor. Asya'nın pirincini ele geçirirken Afrika'nın biyolojik zenginliği özelleştiriliyor. Her yerde, her ülkede, gıda ile ilgili her alanda aynı şirketleri görüyoruz. Archer Daniels Midland, Cargill, Bunge, Monsanto, Dupont Agriculture and Nutrition, Potash, Mosaic gibi şirketler, milyarlarca dolar kazanmanın ötesinde, gıda ticareti, tohum ve gübre konusunda dünyayı yönetiyor, ülkeleri bölüyor. Bu şirketler şimdi de başta ABD olmak üzere bir çok ülkede kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla ülkelerin biyolojik zenginliklerini özelleştirip ele geçiriyor. Monsanto ile ABD yönetimi arasındaki pazarlıklara, genetiği değiştirilmiş tohum sektörüyle Rockefeller arasındaki bağlara, bu şirketleri Afrika'da neler yaptıklarına kısaca bakmak yeterli. Genetiği bozulmuş tohum konusu, biyo güvenlik konusu hep bunların kontrolünde.
Önümüzdeki birkaç yıl içinde Asya'nın, Ukrayna'nın, Afrika'nın tarım arazileri çokuluslu şirketler tarafından kapatılacak, gıda üzerinde korkunç bir mücadele başlayacak, ülkelerin tarım politikaları bunlar tarafından belirlenecek. Büyük şirketler, onlarca ülkenin bitki çeşitliliğini özelleştirme adı altında kontrol edecek.
Bu konu detaylı, derinlikli bir tartışma istiyor.