Bitmeyen Şarkının Bestekârı Erdoğan

"Recep Tayyip Erdoğan / Bir Liderin Doğuşu" kitabında Başbakan Erdoğan'ı yakından tanımaya yarayan önemli ipuçları var.

Hüseyin Beslive Ömer Özbay'ın kaleme aldığı ve Meydan yayınlarından Ekim 2010'da piyasaya çıkan kitabı okuyunca hem Başbakan Erdoğan'ın yıllar öncesinden bugünlere nasıl hazırlandığını görüyoruz hem de şu günlerde merak edilen yüzde 50'lik seçim başarısının sırları ile karşı karşıya geliyoruz.

CHP yönetiminin başarısızlıklarını yine halkı suçlu ilan ederek "Stockholm Sendromu"na bağlaması, tepkileri görünce de çark etmeleri ibretlik bir durum. Öte yandan, CHP'nin halkla yıllardır bir türlü doğru iletişim kuramayan geçmişi hatırlandığında sonuç şaşırtıcı değil.

Başbakan Erdoğannasıl bir liderdir? Bugünlere hangi yollardan geçerek gelmiştir? Nasıl bir danışman ekibiyle çalışır, yakın çevresi kimlerden oluşur, Ak Parti kadrolarını girdikleri bütün seçimleri kazanmaya götüren motivasyon nedir?

Bu soruların cevapları 12 Haziran akşamından itibaren daha çok merak ediliyor, düne göre daha önemli hale geldi.

Bir Liderin Doğuşu” kitabının sayfaları arasında (224-258) kısa bir gezintiye çıkalım. Ola ki “lider”in kimliğini oluşturan temel değerler ve yakın çevresine dair sonra izlerle karşılaşırız. İşte “Reis” ve ona olan sevgilerini inanılmaz yollarla ortaya koyan "yol arkadaşları"ndan birkaçı...

 ...

Onu Hapishanede Susturacağız

Hasan Yeşildağ, konsolosluktaki işlerini bitirmiş, çıkmak için kapıya yönelmişti. Güvenlik bankosunda oturan polis memurunu görünce durdu:

"Cengiz abi burada mı ?"

"Yukarıda."

"Hazır yolumuz düşmüşken, uğrayıp bir selam vereyim" dedikten sonra, polis memurunun bir şey söylemesini beklemeden asansöre yöneldi.

Normalde, randevu almadan kimse yukarıya çıkamazdı. Cengiz Bey'le içli dışlı olduğunu bildikleri için kendisini bu kuralın dışında tutuyorlardı.

Cengiz Bey, Hasan'ı karşısında görünce sevinmişti. Odada kendinden başka asker tıraşlı, koyu takım elbiseli iki kişi daha vardı.

"Hasan'cığım, hoş geldin!" dedi. "Buyur otur, seni misafirlerimle tanıştırayım: Türkiye'den geliyorlar. İkisi de bizden emekli. Çok değerli ağabeylerimiz!"

Konuşmaya pek hevesli görünmeyen misafirler, tanışma faslı biter bitmez televizyondaki haberlere dalmışlardı. Spiker, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'na verilen hapis cezasının Yargıtay tarafından onaylandığını söylerken, arka planda Tayyip Erdoğan'ın görüntüleri yer alıyordu.

Cengiz Bey, yüzünü tiksintiyle buruşturarak misafirlerine döndü:

"Yahu, kesemediniz gitti, şu herifin sesini!" dedi. "Bak, hala konuşup duruyor!"

Misafirlerden, yaşlı olanı:

"Merak etme!" diye, cevap verdi. Sesi boğuk ve hırıltılı "Az kaldı... Hapishanede bitireceğiz işini!.."

Hasan Yeşildağ, duyduğu sözlerin dehşetiyle donup kalmıştı. Kulaklarına inanamıyordu!..

"Adamlardaki pervasızlığa bak!., diye geçirdi, içinden. "Cinayete azmettikleri yetmezmiş gibi, ulu orta dillendirmekten zerre kadar çekinmiyorlar."

O odada biraz daha kalırsa, gittikçe artan tedirginliğini kendisini ele vereceğinden korkarak toparlanmaya çalıştı.

Cengiz abisi, Tayyip Bey'le tanıştığından habersizdi.

"Müsaadenizle," dedi. "Benim kalkmam lazım; gecikirsemtrafiğe takılırım."

Asansöre doğru yürürken, başı zonkluyor, bacaklarınıntitre meşine mani olamıyordu. Tamamen tesadüf eseri olarak elde ettiği bu bilgi, hayati önemi haizdi; çünkü, Cengiz Alkan, M.İ.T İsviçre sorumlusuydu!..

Hasan Yeşildağ, bu olaydan iki hafta sonra Türkiye'deydi. Aldığı bilgiyi ilk olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Meclis üyesi olan kardeşi Zeki Yeşildağ'la paylaştı.

İkisi de, bir süre için durumu Tayyip Bey'e açmanın uygun olmayacağını düşündüler.

Ne gibi önlemler alabileceklerini gözden geçirirken Zeki kestirip attı:

"Abi, uzatmaya gerek yok" dedi. "Tayyip Bey'le beraber sen de gireceksin cezaevine; mahpusluğun yabancısı değilsin. En sağlam çözüm bu değil mi sence de?"

Kardeşi, doğru söylüyordu.

(…)

Son kez isviçre'ye gittiğinde, işlerini bir arkadaşına, eşini ve çocuklarını Allah'a emanet edip geri dönmüştür.

Dışarıdaki işlerini bitirip, Reis'ten üç gün önce Pınarhisar Cezaevi'ne teslim olduğunda, mahkûmlar ve gardiyanlar tarafından krallar gibi karşılanır.

Yanında getirdiği hediyeleri dağıtırken, ortalık bayram yerine döner.

Koğuşu ve aldığı güvenlik önlemlerini son kez gözden geçirir:

Her şey, yerli yerindedir.

T.C. Pınarhisar Kapalı Ceza ve Tevkif Evi, mahzun ve utangaç bir çocuk gibi başını önüne eğmiş, "tarihi misafir"ini beklemektedir.

 (…)

Her şey, çok normal giderken bile benim aklım, İsviçre'den kalkıp, apar topar Türkiye'ye gelmeme sebep olan o 'meş’um istihbarat'ta. Bunca gelen gidenin arasında tehlikenin nereden ve kimden geleceğini kestirmek hiç kolay değil. Her şeyden, herkesten kuşku duymak zorunda kalıyorum.

Bir gün genç bir mahkûm geldi, hapishaneye. Son derece atletik yapılı, sırım gibi bir çocuk. Dosyasına baktım, 'görevli memura mukavemet'ten ceza almış. Gardiyana, bu çocuk şu köşedeki kameranın altında yapsın görüşmelerini dedim. Ayrıca gözün üstünde olsun diye de tembihledim. İşin garibi, çocuğun ziyaretçileri de kendisi gibi; genç ve atletik.

 (…)

Asıl sıkıntıyı da başka hapishanelerden Pınarhisar'a tayini çıkan infaz koruma memurları konusunda yaşıyordum. Dışarıdan geldikleri için kimin nesi olduklarını bilmemiz mümkün değil; bu haliyle huzursuzluk yaratıyor insanda.

Tedbirli davranmanın, zaman zaman sıkıntılara yol açtığının farkındayım; fakat tedbirsizliğin nelere mal olacağını bildiğim için de sürekli teyakkuz halindeyim. Gündüzleri neyse de gece olunca, hassasiyetim bazen beni bile yoruyor.

(…)

Ergenekon soruşturmasının ikinci iddianamesinin ek klasörlerinde yer alan 9 gizli tanığın ifadeleri vahim.

İkinci iddianamenin ekleri arasında Hisar kod adlı bir başka gizli tanık şu iddiayı ortaya atıyor: "Erdoğan, Pınarhisar Cezaevinde yatağı sırada öldürülecekti. Bu suikast için Remzi ve Fadıl adlı iki gardiyan Pınarhisar’a tayin edildi. Ancak son anda suikasttan vazgeçilmiş. Erdoğan’ı kendileri mi öldürecekti yoksa katillere yardıma mı olacaklardı, bunu net olarak bilemiyorum..." (Star, Bugün, Samanyoluhaber.com, İhlassondakika.com, 29.04.2009)

 (…)

25 Mart 1999 Perşembe gecesi, Tayyip Erdoğan'ın, cezaevi ne girmeden önce evinde geçirdiği son gecedir.

Gezegen Mehmet, program yaptığı radyodan Başkan'a bağlanarak, hem kendisine 'güle güle' demek, hem de onun bu son gecesinde duygu ve düşüncelerini dinleyicileriyle paylaşmak istemiştir:

"Programın başından beri çaldığım bütün şarkıları gönüllerin başkanı Recep Tayyip Erdoğan'a armağan ediyorum, Kralcılar adına ve kendi adıma. Onu anlatmak gerçekten çok zor... Bir zamanlar İstanbul Belediye Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan'ın tüm Türkiye'de bu kadar seviliyor olması, insanların güzelliğe, dürüstlüğe vefa ve dostluğa aç olduğunu göstermiyor mu? Allah yolunu açık etsin diyelim, her şeyde bir hayır vardır diyelim. Bir sunucu arkadaşımız 'bitmeyen şarkının bestekârı' diyordu, onun için ve şu an hattımızda kendisi:

'Merhabalar Başkan'ım!'

'Merhabalar!'

'Son gecenizde bizimle olmanız gerçekten büyük bir güzellik, Kralcılar adına. Harikasınız. Böyle bir gecede birlikte olmak çok güzel...'

'Çok teşekkür ediyorum.'

'Başkan'ım bu akşam çok güzel bir akşam, mübarek bir akşam, hayırlı bir akşam. Ben özellikle bu gece sizin bir duanızı işitmek istedim, sesinizi duymak istedim. Şu an çok heyecanlıyım ve aynı zamanda da üzgünüm, yarın için. Bu geceyi nasıl değerlendiriyorsunuz Başkan'ım, neler yapıyorsunuz, bu son gecenizde?'

'Şu anda evim oldukça kalabalık; misafirlerim var. Bir kısmı gidiyor, bir kısmı geliyor. Ayrıca yoğun bir telefon trafiği var.'

'Neler hissediyorsunuz Başkan'ım, duygularınızı öğrenebilir miyim?'

'Tek kelimeyle ifade etmek gerekirse: Huzurluyum! Fikrimden, düşüncemden dolayı hapse giriyorum; şiir okumaktan suçlu bulundum, bundan dolayı huzurluyum. Gaziantep'e beraber gittik, halkın teveccühünü gördünüz; birilerinin boynuma asmak istedikleri yaftayı maşeri vicdan kabul etmiyor. O bakımdan ben huzurluyum. Ben milletimin aşığıyım, vatanımın karasevdalısını 'İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olanıdır' sözünü ilke edinmiş bir vakıf insan olarak görüyorum kendimi. Bu münasebetle kimse beni, milleti dil, din, ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik eden biri olarak damgalayamayacak ve beni milletime hizmet etmekten alıkoyamayacak. Onun için diyorum ki 'bu hizmet şarkısı burada bitmez'.

(…)

Sokrat, mahkûm olup hapse girerken hanımı ağlıyor. 'Hanım, niçin ağlıyorsun?' diye soruyor, Sokrat.

'Haksız yere seni mahkûm ettiler, ona ağlıyorum' diyor, hanımı.

'Hanım, hanım' diyor, Sokrat; 'ya haklı yere mahkûm etseydiler, daha mı iyiydi?' Olay bu. Hamdolsun bizim arkamızdan ağlayanlar işte haklı yere mahkûm edilmediğimizi bildikleri için ağlıyorlar, ona inandıkları için ağlıyorlar. Ben diyorum ki kader planı dâhilinde demek ki böyle bir durak da vardı. Biz şu anda o duraktayız. Ben bu durumu, bestenin notaları arasındaki 'es'ler olarak ifade etmiştim de bir avukat bundan dolayı suç duyurusunda bulunmuştu, bu es'le ne demek istiyor diye. İnşallah, bu esleri geçeceğiz ve hizmet şarkımıza kaldığı yerden devam edeceğiz.'.

 (…)

'Ev halkının ruhi durumu nasıl Başkan'ım?

'Hamdolsun, iyi. Tabii, zaman zaman bazı duygusallıklar oluyor değil; ama genel hava gayet iyi. Şu anda hepsi gülüyorlar 'en, babalarını hapse gönderdikleri için gayet mutlular.'

'Peki, çıktıktan sonraki planınız ne Başkan'ım?'

 'Onu tabii biraz da o günün şartları belirleyecek. Yani Türkiye'de taşlar yerine oturmadan, bu belirsizlik ortadan kalkmadan bir şey söylemek doğru olmaz.

(…)

Tarih: 26 Mart 1999; günlerden Cuma!..

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kendisine verilen 4 aylık hapis cezasını çekmek üzere bugün, Pınarhisar Cezaevi'ne teslim olacak.

Yola çıkmadan önce yapması gereken çok önemli bir görevi var: Bir gün önce vefat eden çok sevdiği bir dostunun, Tevfik Aydeniz'in, Fatih Camii'nde kılınacak olan cenaze namazına katılacak.

Tevfik Aydeniz, bir güreş adamı. 1969 Balkan Gençler Şampiyonu. Kasımpaşalı. Tayyip Bey'in aile dostu ve çok yakın arkadaşı. Yüreği de bileği kadar sağlam, gözü pek bir adam...

Tayyip Erdoğan, 1989 seçimlerinde Beyoğlu belediye başkan adayı olduğunda, canına kast eden "derin kalleşliğin" tasallutu altındadır.

Tevfik Aydeniz, İsviçre'de yaşamaktadır. Haber alır almaz çalıştığı işyerinden izin alıp, Türkiye'ye gelir. Seçimler sonuçlanıncaya kadar, Tayyip Bey'in yanından ayrılmaz.

1994 yerel seçimlerinde, aynı tehditler, üstelik kan akıtmayı göze alacak kadar saldırganlaşarak tekrarlanmaktadır. Tevfik Aydeniz, yine koşar gelir; kadim dostunu tehditler karşısında yalnız: bırakmaya gönlü elvermemiştir.

Cenaze töreni kalabalıktır. Tayyip Erdoğan, namazı müteakiben Pınarhisar Cezaevine gitmek üzere yola çıkacaktır. Kendisini uğurlamak için gelen onbinlerce insan, özel araç ve otobüslerle civardaki sokak ve caddeleri hınca hınç doldurmuş durumdadır.

Valilik, teyakkuza geçer. Konvoy, Turgut Özal'ın Anıt Mezarı'na kadar olan mesafede üç kez durdurulup, dağıtılmak istenir; fakat halk kararlıdır. Kolluk kuvvetleri, geri çekilmek zorunda kalır.

Konvoy çok uzun olduğu için, ağır hareket etmektedir. Pınarhisar'a varıldığında, neredeyse akşam olmuştur.

Erdoğan'ı taşıyan otobüs, kendisini uğurlamaya gelen binlerce insanın yarattığı izdihamdan güç bela sıyrılıp hapishanenin kapısına kadar yaklaşmıştır.

İnsanlar, ikazlara aldırış etmiyor, ezilme pahasına Erdoğan'ın otobüsüne yaklaşmaya ve onu son bir kez görmeye çalışmaktadır.

Sonra bir ses kalabalığı durdurur; Tayyip Erdoğan, cezaevine girmeden önceki son konuşmasını yapacaktır;

"Değerli kardeşlerim!

Birkaç cümle söylemek istiyorum. Bugün 26 Mart 1999. Yarın değil öbür gün mübarek kurban bayramı. Sevgili İstanbullulara, aziz milletime ve bütün İslam âlemine hayırlı bayramlar diliyorum…

Değerli kardeşlerim,

Devletime kırgın ya da küskün değilim. Benim mücadelem, devletimin üzerinden milletimizin fertlerini kırgın ya da küskün hale getiren kara lekeleri ortadan kaldırmak içindir. Ben burada önümüzdeki dört ayı şu ana kadar üzerinde çalıştığımız projelerle değerlendirmek istiyorum. Bu projeler yurdumuzu, ulusumuzu, ekonomide, sağlıkta, eğitimde, bilimde, yerel yönetimlerde, sporda, insan haklarında, teknolojide, savunmada ve uluslararası ilişkilerde 2000'li yılların standartlarına ulaştırmayı amaçlayan bir vizyon içermektedir…

O nedenle ilkokuldan üniversiteye kadar bütün çocuklarımıza ve gençlerimize de buradan bir mesaj göndermek istiyorum. 2000'li yılların Türkiye'si sizin aydınlık ve güzel Türkiye'niz olacak; ama bunun için hepimizin çok çalışması gerekiyor. Ben kendi adıma içeride çok çalışacağıma söz veriyorum. Siz de okullarınızda sıkı çalışın. Her ne olmak istiyorsanız, olun; onun hakkını verecek şekilde kendinizi yetiştirin. İyi mühendisler, iyi öğretmenler, iyi doktorlar, iyi yöneticiler, iyi hukukçular, evet bilhassa iyi hukukçular, tekrar ediyorum, tekrar ediyorum bilhassa iyi hukukçular olmak için çok iyi çalışın. Ben şimdi ödevimi yapmaya gidiyorum, sizler de ödevlerinizi iyi yapın.

Halkımıza ayrıca bir mesaj vermeyi doğrusu gereksiz buluyorum.Zira son bir aydır Anadolu'yu dolaşıyorum. Samsun'dan Erzincan'a, Kırşehir'den İzmir'e kadar pek çok vilayeti dolaştım. Gaziantep'e, Kilis'e, Yalova'ya, Manisa'ya, Bursa'ya, Kastamonu'ya, Kocaeli'ne, Sakarya'ya gittim. Gördüm ki halkımız engin tarihi tecrübesiyle, fazilet ve ferasetiyle her şeyi hepimizden iyi görüyor, hepimizden doğru değerlendiriyor. Onun için şimdi yapmamız gereken şey halkımıza mesaj vermeye çalışmak değil, halkımızın bize verdiği mesajları iyi ve doğru kavramaktır

Hepinize ama hepinize yediden yetmişe, kadınıyla, erkeğiyle, gerek buralara kadar yorulan siz sevgili dostlarıma, gerekse her ziyaret ettiğim yerden beni gözyaşları ve dualarıyla uğurlayan aziz milletimize en kalbi şükranlarımı sunuyorum. Bilmenizi isterim ki, bu tek taraflı bir sevgi değildir. Bu bir muhabbettir ve muhabbet karşılıklıdır. Allah muhabbetimizi arttırsın. Allah'a emanet olunuz, ama ne olur hakkınızı bana helal ediniz. Görev icabı gönlünü, kalbini kırmış olduğum vatandaşlarımolabilir. O bakımdan hakkınızı helal edin diyorum. Ve ben sürekli dualarımla yanınızda olacağım; siz de beni dualarınızdan eksik etmeyin!

Sözlerimi burada noktalarken sizlerden tek bir istirhamım olacak: Farklı siyasi partilerin, kuruluşların önünden geçerken 'yuh çekmek' yerine gayet sakin, vakur ve her zamanki onurunuzla geçerek ‘yuh’ları, 18 Nisan'da sandıklara doldurmayı ihmal etmeyin.

Değerli kardeşlerim, biz uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece. Burada konuşmamı bitirirken her zaman söylediğim şu hizmet şarkısını bir kez daha tekrarlamak istiyorum:

Beraber yürüdük biz bu yollarda

Beraber ıslandık yağan yağmurda

Şimdi dinlediğim tüm şarkılarda

Bana her şey sizi, sizi hatırlatıyor

Bayramınız kutlu, Türkiye'mizin geleceği aydınlık olsun!.. Allahaısmarladık..."

 

Konuşması bittiğinde Tayyip Erdoğan, yanında Ahmet Ergün ve Hayati Yazıcı olduğu halde içeri girmiş, hapishanenin ağır demir kapıları ardından kapanmıştı.

(…)

Saat 23.00 gibi Reis, gelen mektupları okumaya başlardı. Hatırladığım kadarıyla 13.000 mektup almış, hepsini okumuş ve her birine tek tek cevap yazmıştı. Özellikle İmam Hatip'li kızların mektuplarını okurken gözleri buğulanırdı.

Zaman zaman benim de çok etkilendiğim mektuplar olmuştur. Hele bir tanesi vardı ki, hiç unutamam; Bayrampaşa'da tekstil atölyesinde çalışan bir işçi kızdan geliyordu: "Başkanım!" diyordu, mektubunun bir yerinde "size yazmaya karar verdiğimde, arkadaşlarım alay ettiler benimle. Sen kim, Tayyip Erdoğan kim, koskoca Belediye Başkanı! Okumak şöyle dursun, zarfını bile açmaz senin mektubunun... N'olur Başkanım! Mektubum elinize geçerse, sadece 'mektubunu aldım' diye yazıp gönderin; o bile bana yeter..."

Okurken ikimizin de gözleri sulanmıştı. Tayyip Bey, "sevgili kızım!" diye başlayan yarım sayfalık bir cevap yazdı. Gönderdik.

Çok geçmeden aynı kızdan ikinci bir mektup geldi. Kendisine değer verilip cevap yazılmasından dolayı ne kadar mutlu olduğunu anlatıyor, birbiri ardına teşekkürler yağdırıyordu. Arkadaşlarının şaşkınlık içinde olduklarını, onu masaya çıkarıp Tayyip Bey'den gelen mektubu tekrar tekrar okuttuklarını söylüyordu.

Nişanlı bir kız, düğününü ertelediğini yazmıştı; "çünkü" diyordu "sizi düğünümüze bekliyoruz." Hapisten çıktıktan sonra katıldığı ilk düğün, o kızımızın düğünüydü sanırım.

Bütün mektuplara bizzat kendisi, eliyle cevap yazardı. Bir keresinde İlker Aycı: "çok yoruldunuz, müsaade ederseniz şu önünüzdeki mektubun cevabını da ben yazayım" demişti de fena halde fırça yemişti Reis'ten. Çorum'un bir ilçesinden yazan İmam Hatip'li bir kızın mektubuydu. "Kızcağız, oturup mektup yazmış, eliyle; benim de kendi elimle cevap yazmam gerekmez mi? Başkasına cevap yazdırmak gibi bir saygısızlığı nasıl yaparım?" diyerek, epeyce kızmıştı İlker'e.

 (…)

 İçeride kaldığımız dört ay boyunca yurt dışından gelenler dâhil, 30.000'den fazla ziyaretçimiz olmuştu.

 (…)

 Hasan Yeşildağ, kaldığı yerden anlatmaya devam ediyor…

İsviçre'den gelirken bir valiz dolusu kahvaltılık getirmiştim. Hepsini mahkûmlara dağıtmak zorunda kaldım.

İlk sabah kahvaltımızın mükemmel olmasını istiyordum. Özene bezene müthiş bir kahvaltı sofrası hazırladım ve Reis'i buyur ettim. Masayı görünce: "Hasan bu ne?" dedi. "Hemen kaldır bunları! Kahvaltı masamızda, ekmek dâhil üçten fazla çeşit bulunmayacak, buna bilhassa dikkat edelim!"

Masaya itinayla yerleştirdiğim çeşit çeşit peynirlerin, kaymak ve reçellerin vaat ettiği damak zevkinden belli ki zerre kadar etkilenmemiş, hapishanedeki ilk kahvaltımızı bir lezzet ayinine çevirmeme göz yummamıştı.

Bana düşeni söyledim: tamam Reis dedim!

gumuslale@gmail.com

  

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.