Yakup CİVELEK
BİR PROJE HİKAYESİ
BİR PROJE HİKAYESİ YA DA BÜROKRASİ ZİNCİRLERİNDEN NE ZAMAN KURTULACAĞIZ
Değerli Dostlar, Size yazı yazmaya başlama hikayemi anlattıktan sonra kısaca, asıl başlıktaki konuya geleceğim izninizle…
Sevgili Kardeşim ve dahi hemşerim Kemal Bozkurt Beyefendi’nin ricasını bir talep kabul edip, yazı yazmaya karar vermek hayli güç oldu. Zira yazı yazmak kolay bir şey amma bunu sürekli ve belirli periyod içinde yapmak, buna dair söz vermek benim pek cesaret edebileceğim bir iş değildi. İfade ettiğim gibi onun ricasını talep kabul ettim ancak periyod konusunda henüz söz vermiş değilim. Rabbim izin, güç, kudret ve imkan bahsettiğinde yazmaya çalışacağım. Bir akademisyen olmam hasebiyle zaman zaman akademik, bir Müslüman olmamdan naşi bazen dini, bir Türkiyeli olmam açsından da memleketimle ilgili, bir ilahiyatçı ve Arapça uzmanı olmamı da göz önünde tuttuğumuz da bu alanlarda yazacağımı beyan etmek isterim öncelikle ve izninizle…
Beni rahatlatan ve cesaretlendiren bu açıklamalardan sonra “bir proje hikayesi” başlığına gelebiliriz galiba. Efendim ben Karadenizliyim, Rizeliyim’dir ya, bu benim şahsiyetimi, yaşantımı etkilemiştir. Heyecanlı ve hareketliyimdir diğer hemşehrilerim gibi. Bu özelliğimi zaman zaman yok edeyim, kaldırayım diyorum ama elli kusur yaşıma geldim hala beceremedim. İşte bu heyecan ve hareketlilik beni bir proje yapmaya sürükledi. Projemiz Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı (OKA) verilecek ve Risk Altındaki Suça Bulaşmış veya Suç Riski altındaki 12-18 yaş gençlerini hedef alacaktı. Bu gençleri, Üniversitemizin Sahip olduğu ve diğer resmi kurumları da katarak, eğitecek, rehabilite edecek, toplumun daha sağlıklı bireyleri olmasına katkı sağlayacaktık. Sosyal, sportif, sanatsal, kültürel çeşitli etkinliklerimiz ve moral ve psikoterapik eğitimlerimiz olacaktı. Sosyal içerikli gezilerimiz olacaktı ve saire… Projeyi yazıp, makale yazmış sayılmak da istemiyorum, zaten maksadım ve maksudum da bu değil. Ayrıca dili geçmiş zaman kullandığıma da bakmayın, henüz proje ilgili birimlere teklif edilmedi ve kabul ya da ret gibi bir sonuçla da karşılaşmadık. Süreç devam ediyor. Şubat sonunda ilgili birime teslim ederek, dört-bey aylık bekleme ve sonuç açıklama sürecine gireceğiz.
Şimdi gelelim asıl hikayeye… Daha önce ifade ettiğim genetik yaratılışım sebebiyle olsa gerektir ki, Projenin koordinatörü, ben aciz kulunuz oldum. Tabi “bütün işler bana kaldı” dersem yalan söylemiş olmam ama gerçeğin bir kısmını ifade etmiş olurum. Zira gerçek tek boyutlu değildir ve bütün boyutlarıyla kavrandığında, ancak gerçek anlaşılır. Benim dışımda da öğrencilerim, başka kurumlardan dostların bana yardımcı oluyorlar, projeyi hazırlıyoruz. Ama gel gör ki, resmi bürokrasi, bizi her adımda durduruyor, sorguluyor, yavaşlatıyor ve hızımızı kesiyor, heyecanımızı öldürüyor. Tabi ben de kuralların, düzen ve intizamın olmasını istiyorum, dağınıklık ve başıbozukluk hiç kimsenin tasvip edeceği bir tavır değil. Proje aşamalarında bir resmi kuruma, yetkilisine gidiyoruz, anlatıyoruz, uzun uzun dil döküyoruz, vakit kaybediyoruz. Bize“önce bir düşünelim, araştıralım, sonra size katılıp katılmayacağımızı haber veririz” diyorlar. Ben de “anlattık, açıkladık ya sorularınızı, tereddütlerinizi belirtin, cevaplayalım, işi halledelim, sürüncemeye bırakmayalım” diyorum ama nafile… O yine bildiğini okuyor. Bir süre sonra, ki bu en az bir hafta olur, gidiyoruz ilgili ve yetkili amirin yanına, bu sefer bizi bir alt sorumluya havale ediyor… Hayda.. demek istemezdim ama tam da bu laf şimdi söylenir. Neyse bi çare/çaresiz gidiyoruz o alt yetkiliye, bir de ona anlat derdini bakalım. O da düşünsün bir hafta ya da Allah ne kadar verdiyse diyelim. Ben bazen taşıyor ve kendime hakim olamıyorum. “Her kurumda bu kadar oyalanır ve zaman kaybedersek biz bu işi bir yılda bitiremeyiz, bizim süremiz kısıtlı en geç on günde, on beş günde bitirmeliyiz” demem pek para etmiyor ve klasik cevapla karşılaşıyoruz: “hayır, olmaz, devlet işi aceleye gelmez, her şeyin bir kuralı, kaidesi olmalı değil mi canım”. Netice bu hemen her resmi kurumda yaşanıyor. İdareci korkuyor, cesaret edemiyor, kılı kırk yarıyor, bir adım atıyor, bin düşünüyor, sonra da bunun adına “tedbir, kurallı olmak” diyerek, kendini mazur görüyor, haklı kabul ediyor. Bu arada karşı taraftakilerin hevesi kırılmış heyecanları yok olmuş, arzu ve şevkleri kalmamış, kimin umurundaki…
İşte böyle sevgili dostlar, devlet yönetiminde bu denli korkak, korumacı, risk almaktan korkan, girişim ve hareketlilik, heyecan ruhundan uzak bir zihniyet hakim oldukça, Türkiye’miz, elhamdülillah, zar-zor ulaştığı bu güzel seviyeyi, daha ileriye götüremez ve daha yükseklere çıkaramaz. Tabi ki, devletin bütün kurumları böyle değil elbet… Bürokrasi zincirlerini daha da artıran ve kuralcılık bağlarını daha da güçlendiren yöneticilerin yanı sıra sivil inisiyatife değer veren, bireysel, grupsal çabaları destekleyen, insanları yüreklendiren, heyecanlandıran, hareketlendiren yöneticiler de yok değil. Ama şu an onlar istenen sayıda değil. Bu sayının artması, ülkemizin kurtuluşu, refahı ve daha yükseklere çıkması için önemli. Çok şükür rabbime ki, görevli olduğum üniversitenin en üst amiri, bu tür yöneticilerden, yoksa ben bir santim dahi ilerleyemezdik. Huzursuz olur, rahat etmez, faydalı değil, zararsız biri olurdum, suya sabuna dokunmadan temiz olduğunu iddia eden “akıllılar” grubundan sayardım kendim…
Sözün sonuna geldik, ama proje hikayesi bitmedi. Şubat sonunda teslim edeceğiz, projeyi, bekleyeceğiz uzun bir süre sonucu… Ömür olur yazarsak, proje hikayesinin devamını da yazarım, şimdilik izninizle…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.