Bir okurla yazışma

Trabzon'daki Albay, Ulucanlar katliamı, Kışlalı suikastı üstüne "Tesadüf bu ya!" başlıklı bir yazıya gelen çok sayıda mesaj arasından birini ve sahibiyle yazışmamızı vereceğim.
Sahibini teşhir veya kırmak maksadıyla değil; zaten adını da vermeyeceğim.
Ancak, "Katı olan her şeyin buharlaşması"nın imkansız olmadığına dair bir örnek de olduğu için.
Bir iletişimde, iki mesajda bir yerlere gelinebildiği için.
Tabii ki biliyorum; "katı olan bazı şeylerin de nasırlaştığını, kabalaştığını, şiddet dolduğunu".
Ama akıl, vicdan, düşünme, düşünce, ifade, farklı bir sözcük de bulabilme, kapanmama, dışlamama, ilk tepkide patlamama, sabır, tahammül, müdahale, ısrar, yeniden düşünmeye de yeniden düşündürtmeye de çaba...
Bunlar önemli. Hele bizim yaptığımız, yapmaya çalıştığımız, yaptığımızı sandığımız işte!
O (öfkeli): "Şerefsiz adam. Bugün mü aklına geldi yazmak. Bugüne kadar niye bekledin yazmak için. Önceki patronların yazdırtmadı mı? Borazan."

Cevaben
ben (öfkeli başlayıp sakinleşerek): "Şerefsiz sensin! Neyi yazmadım daha önce? Ulucanlar'ı mı, Bayrampaşa'yı mı? Nereden biliyorsun yazmadığı mı? Açıp baksana.
O sırada hangi gazetede olduğumu, hangisinde yazdığımı biliyor musun(uz)?
Ne tuhaf insansınız siz? Bilmeden, düşünmeden, merak etmeden, birisine şerefsiz diyebiliyorsun(uz)?
Hastalıklı kafanın sorunu hep bu: Yazana, düşünene, hissedene saldırır önce!
İyilikler dilerim.
(Tepkisine bakarak onun mesela Ulucanlar konusunda hassas, medyanın o konu üstünde durmamış olmasına tepkili bir genç olduğunu sanıyorum.)

Bana cevaben o: "Öncelikle mailime verdiğiniz cevap için teşekkür eder ve size karşı kullanmış olduğum sıfat için özür dilerim. Ben halen görevde olan bir askerim. Hassasiyetimi mazur görün lütfen. Yüce Türk adaleti doğru kararı verecektir. Ondan şüphemiz asla yok. Ama yargı süreci sürerken bu tür yayınların yanlış olduğunu düşünüyorum. AKP kapatma davasında yargıya gösterdiğiniz hassaslığı ERGENEKON davasında da görmek isterdim. Saygılarımla.
... Deniz Binbaşı."

Onun yeni üslubuna ceva-ben: "Merhaba; madem özür dilediniz, ben de tüm kalbimle kabul ettim. Ama şimdi daha çok şaşırdım. Çünkü, sizin mesleğiniz, özellikle denizde, bilgi üstüne kurulu. Oysa siz beni "bir şeyleri yazmamış olmak"la önce kaba, şimdi nazik biçimde suçlarken, "acaba yazmış olabilir mi?" sorusunu pek sormuyor, buna dair bir bilgi aramıyor, kendi yargınızdan hiç kuşkulanmıyorsunuz.
Kışlalı, Ulucanlar, Trabzon olayları bir yana... Ergenekon gibi (bu ya da başkası) yapılanmalara tüm tepkim de bir yana... şüphelilerin daha sanık olmadığını, mahkum hiç olmadığını vurgulayan yazılar da yazdım. (Ön) yargı ile mahkum edenlere karşı da.
Ama bu konuda hassasiyeti olan nicelerinin başka konularda zerre hassasiyeti olmadığı da ortada. Ne çıkmamış iddianamelerle ya da uzun davalarla yüzlerce insanın cezaevinde tutuklu iken işkencelerden geçirilmesine, hatta öldürülmesine tepki... Ne başka insan hakkı ihlallerine bir tavır. Tabii ki, ne de darbelere, tasavvurlarına, askeri dayatmalara veya derin pusulara tahriklere tavır.
Yargıya hassasiyete gelince;
Yargı, her şeyden bağımsız olsa dahi, en azından o gün o davadaki savcı ve hakimin kişisel dünyasına, görüşlerine bağımlı. Tutun ki ona bile bağımlı değil, halihazırdaki kanunlara bağlı. O kanunlar başka kanunlar (ile gelenekler)i değiştirerek insan tarafından yapıldığı gibi, aynı şekilde pekala değişebilirler, değiştirilebilirler. Yani mutlak doğruyu, mutlak hakkı ve haklıyı temsil etmeyebilirler.
En iyi dileklerimle
Not: Sanırım devreniz olan (belki de daha büyükler) deniz subayları, bir gün, kamaralarına yazılarımı astıklarını söylemişlerdi. Yıllar önce. Asmışlardı çünkü, her meselede aynı çizgide bir tavır aldığıma kanaat getirmişlerdi. Bu yüzden onların bir gün aniden "Şerefsiz adam, zamanında yazsaydın, borazan" demeyeceklerinden eminim. Muhtemelen bundan sonra siz de demeyeceksiniz.

Önceki ve Sonraki Yazılar