xxx33
Bir fırtına tuttu bizi mahşere karşı...
Dün öğle saatlerinde İstanbulluların pek alışık olmadığı şiddetteki fırtına patlayınca, Amerikalı çocuk kitapları yazarı ve şair Theodor Seuss Geisel'in bir sözünü hatırladım.
Kitaplarında doğayı konuşturan Geisel "Ben ağaçları konuştururum, çünkü onların dili yoktur" demişti.
Doğa böyledir.
Hızı 100 kilometreyi geçen bir rüzgâr iç denizlerin kıyısında yaşayan biz İstanbullulara "Fırtına"yı tanıttı.
Evleri yıkan, kamyonları içine alıp boşluğa taşıyan "Hortum"ları düşündüğünüz zaman Okyanus kıyısındaki ülkelere böyle bir fırtına herhalde meltem gibi gelir.
Dilsiz ağaçlar
Bodrum'da yaz tatilini geçirdiğimiz bir mekânda yaşının 700'den fazla olduğu tahmin edilen bir zeytin ağacı vardı.
Dili olsaydı, kim bilir bize tanık olduğu neleri anlatabilirdi.
İstanbul'da da tarihe tanık olmuş böyle ağaçlar var.
Doğa kaynaklı nice iyiliklere ve felaketlere tanık olmuş ağaçlardır bunlar.
Buradaki çelişki, dilleri olan insanların da bazen dilleri olmayan ağaçlardan daha fazla suskun olmaları değil midir?
Aslında Bizans'ın ve sonra da Osmanlı'nın başkenti olan İstanbul'da yaşanan insan kaynaklı felaketler, doğa kaynaklı felaketlerden çok daha fazla değil midir?
Unutkan insanlar
Çocuklarını, kardeşlerini katleden sultanları da, kazan kaldıran yeniçerilerin önüne atılan vezirleri de, Sultanahmet'teki ağaçlar gibi insanlar da görmüştür.
Yıldız Sarayı'nda Abdülhamit'e "Seni devirdik" tebligatının yapılmasına Saray'ın ağaçları da, o dönemde sayıları 12 bini bulan saray çalışanları da tanık olmuştur.
Bütün bu olup bitenlerin ertesinde İstanbul'un işgal edilmesi, imparatorluğun çöküp parçalanması, insanların da ağaçların da belleklerine yer etmiştir.
Ağaçlar insan yapımı felaketler karşısında sessiz ve hareketsiz dururlar.
Ağaçların belleği
Onlar ancak doğal olaylara karşı belleklerindeki bilgileri kullanırlar. Kış gelince yapraklarını dökerler, rüzgâr esince dallarını eğerler.
İnsanlar ise geçmişte yaşananlar sanki hiç olmamış gibi, aynı yanlışları tekrarlayıp yeni felaketlere sebep olurlar.
Osmanlı'yı bitiren darbecilik geleneğini Cumhuriyet'te de sürdürürler.
Farklı düşünenleri susturmayı, farklı olanları yok etmeyi devlet olmanın gereği sanırlar.
İstanbulluları şaşırtan bir fırtına bunları düşündürdü...