Bin yıl süremezdi

 

Yunan mitolojisinde Prokrustes adıyla anılan bir haydut var. Atina ile Megara yolu kenarında erketeye yatan Prokrustes soyduğu yolcuları demir yatağına yatırır, boyu yataktan uzun olanların bacaklarını keser, kısaları ise mengeneyle uzatmaya çalışırdı.

Toplum mühendisliğine soyunanlar Prokrustes’in yolunu izliyorlar. Kendilerine göre bir ölçüleri oluyor toplum mühendislerinin; ona uymayanları iterek kakarak ölçüye uydurmaya çalışıyorlar. İstedikleri, herkesin kendilerine benzediği bir ülke idealini gerçekleştirmek... Kendileri gibi giyinen, kendileri gibi düşünen, kendileri gibi yaşayan, kendileri gibi inanan (veya inanmayan) insanlardan oluşan bir ülke...

28 Şubat’ın ‘bin yıl’ süreceği iddiası, o idealin gerçekleşmesinin kolay olmayacağının itirafıydı aslında. İdealin gerçekleşmesi uğruna her yola başvurmayı düşünüyordu 28 Şubatçılar... ‘Her yol’ tanımı içerisine, yalana-dolana başvurmak, gerçekleri tersine çevirmek, insanları fişlemek, fişlenenlerin ekmeklerini ellerinden almak, gerektiğinde demokrasiye müdahale etmek de giriyordu.

Demokrasi gibi bir dertleri olmadığını ise, halktan aldıkları oyla hükümet kurmayı başarmış siyasi partileri iktidardan alaşağı etmelerinden, yerine getirdikleri politikacılara neleri yapıp neleri yapmayacakları direktiflerini ellerine tutuşturmalarından biliyoruz.

Bin yıl süreceği beklentisinin yerine gelmemesi, halkın eline geçirdiği ilk fırsatta sandıktan güçlü bir iktidar çıkarma kararlılığı yüzünden; kararlılıklarının ülkenin yararına gelişmeler doğurduğunu görenlerin sayısı arttıkça iktidar partisinin oyları da arttı. Halk desteği güçlenen siyasi iktidar da 28 Şubat (1997) sürecini bitiren, bir daha tekerrürünü engelleyen tedbirler alma yoluna girebildi.

Prokrustes haydudu artık soyacağı ve yatağında eziyet edeceği adam bulmakta zorlanıyor.

Bu yıl 28 Şubat’ın 15. yıldönümü; bin yıl süreceği beklentisiyle açılan çığır, çığırı açanların ve başarılı olmasını sağlamak için her yola başvuranların soruşturma konusu olmasıyla bambaşka bir biçim aldı. Bu yıldönümü vesilesiyle haberleştirilen döneme ait belgeler, tanıkların ifadeleriyle zenginleştirilmiş belgeseller ve TV programları, nasıl bir cendereye sokulmak üzere olduğumuzu bir kez daha gözler önüne seriyor.

‘Sergerde’ sıfatını hak eden üniformalı bir kadro, ülkeyi onurlu yürüyüşünden saptırmak, içine kapatmak için kolları sıvamış, kendilerine yargıdan, bürokrasiden ve iş dünyasından müttefikler devşirmiş, medyayı da yedeğine alarak kendi toplumuna karşı harekete geçmiş...

Fukaralığı kader haline getirmeyi bile göze alarak... ‘28 Şubat’ budur...

‘Mahşerin beş atlısı’ diye andığım işveren ve işçi sendikalarının başkanları da vardı 28 Şubatçılar arasında, devletin önemli bürokratik koltuklarında oturanlar da...

Cumhurbaşkanının “İşte çağdaş Türkiye” diye 10. Yıl Marşı eşliğinde Batı müziği parçaları dinleyenleri işaret ettiği, MGK’yı siyasileri köşeye sıkıştırmak için kullandığı bir Türkiye’ydi o dönem... Bağımsız ve tarafsız olması gereken yargı mensupları demokrasi-dışı telkinleri ayakta alkışlıyor, anlı-şanlı işadamları talimat almak için Aslanlı Kapı önünde sıraya giriyor, ünlü gazeteciler “Paşam, silâh kullanacaksınız, değil mi?” sorusunu sorabiliyordu.

Bin yıl sürmedi, ama sürdüğü müddetçe bütün dengeleri bozdu 28 Şubat...

Prokrustes’in kulakları çınlasın...

Önceki ve Sonraki Yazılar