xxx33
Bilmek ile hatırlamak arasındaki dalgalanmalarımız
Arkadaşımız Savaş Ay, atv haberleri için Pazar günü Yassıada'ya gitti. Adnan Menderes'in, Fatin Rüştü Zorlu'nun, Hasan Polatkan'ın idam sehpalarına, Türkiye'yi 195060 arasında yöneten Demokrat Parti kadrosunun da Kayseri Cezaevi'ne gönderildiği bu ada, "Adalet" Divanı'na 10 ay süre ile mekan olmuştu.
Savaş Ay, Yassıada'nın bugünkü halini görüntüleyip, atv haberlerinin izleyicilerine aktardı.
Bu görüntülerden birinde, bir rehber Ada'ya getirdiği Rus turistlere, duruşmaların yapıldığı salonu gezdiriyor ve burada neler olduğunu anlatıyordu.
Savaş Ay bu rehberin yanına gidip "Adnan Menderes kimdi" diye sordu.
Rehber "Ya ikinci ya üçüncü olmalı... Bizim eski cumhurbaşkanlarımızdan biriydi" cevabını verdi.
Çok yakın geçmişimize dair bilgilerimiz hakkında böyle bir tablo var.
Turistlere Yassıada'yı anlatan bu rehber herhalde bir amatördü. Yani diplomalı ehliyetli bir rehber değildi.
Ama geniş toplum kesimleri için "Tarih ", sadece "hatırlanabilen" olguları içeriyor.
"Bilmek" ile "hatırlamak" arasındaki fark böylesine çarpıcı bir şey.
Kanuni döneminde Habsburgların elçisi olarak İstanbul'a gelen Baron de Bousbeq, biz Türklerin zaman ve tarih kavramına bakışını özetle şöyle anlatır:
- Türklerde zaman kavramı pek yoktur. Mesela bir Süleyman'dan söz ederlerken, bu Padişah Süleyman da, Hazreti Süleyman da olabilir.
Bu tablonun nedeni "Yazılı hafıza "nın olmamasıdır.
Darbe tasnifleri
Bu belki 16'ıncı yüzyıl Türkiye'si için kabul edilebilir.
Ama bugün de durum farklı değil ki.
1946'dan bu yana yaşadığımız çok partili demokrasi serüveni içindeki olaylar konusunda, toplumun farklı kesimleri ve ve farklı kuşakları arasında değişik algılamalar çarpıcı ölçülere varmakta.
Mesela bazı görüşlerin sahipleri, askeri müdahaleleri, sahip oldukları ideolojiye göre tasnif edip, "İyi darbeler-kötü darbeler" benzeri kategorizasyonlara bile gidebiliyorlar.
Daha ötesi bazılarına göre bugün de, askeri darbelerin yerine yargı darbelerinin geçmiş olması, Türkiye'nin uygarlaşması yolunda bir aşama kabul edilebilir.
Bunun gibi "Hukukun üstünlüğü" ile "Yargının üstünlüğü" nü karıştırıp "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesini türlü yemeğine çevirenlerin sayısı da oldukça fazla.
Toplumda pek az kişi, tarihe de bugüne de kişisel ideolojik veya partizan saplantılarından sıyrılıp, objektif bakmayı deneyebiliyor. Siyasi içerikli tartışmalarda bilgi yerine duyumlar ve izlenimler seslendiriliyor. Okunulan gazetenin siyasi tutumuna göre, okurların saplantıları da kemikleşiyor.
TRT'de görev yaptığım 1974-75 yıllarında Haber Dairesi'ne sınavla eleman alacaktık. Sarı basın kartı olanlara ayrıcalık tanıdım ve onları yazılı sınavdan muaf tuttum.
Sözlü sınavda da onlar için kolay sorular seçtim.
Örneğin "Demokrat Parti'nin dört kurucusu kimlerdir" ya da "Osman Bölükbaşı'nın kurduğu parti hangisiydi" gibi sorular sordum.
İki kişi dışında bu sorulara cevap verebilen pek çıkmadı. Çünkü gazeteciler de sadece gazete okuyorlardı. Geniş kitleler gibi onlar için de geçen hafta bile uzak tarih olmuştu.
Hatırla Sevgili
48 yıl önceki 27 Mayıs'ta idam edilen Adnan Menderes'in başbakan mı yoksa cumhurbaşkanı mı olduğunu turistlere Yassıada'yı anlatan rehber bile hatırlamıyor.
Düşünün ki 1980'in 12 Eylül askeri müdahalesinin üzerinden de 28 yıl geçti.
Kitleler 12 Mart'ı falan "Hatırla Sevgili" gibi dizilerden öğrendiklerini sanmıyorlar mı?
Veya 28 Şubat post-modern darbesinin medyadaki banker-gazeteci aktörleri, bugün banka ve medya konularında söz söyleyip, "Bu doğru-Bu yanlış" diye fetvalar vermiyorlar mı?
Bu yazıya başlarken konuya "27 Mayıs darbesi olmasaydı ve 1961'de seçim olsaydı Demokrat Parti zaten iktidardan düşmeyecek miydi" diye girmeyi düşünüyordum.
Bu soruyu iredeleseydim, acaba kaç kişi ilgi duyardı ki buna?
Şimdi de Anayasa Mahkemesi'nin demokrasiye müdahalesi konusunda, farklı kesimler olaya ya "ak" ya "kara" diye yaklaşmıyorlar mı?
- Neden bazıları CHP'nin iktidar alternatifi olamamasına eğilmek yerine, yargının muhalefetin yerine geçmesini doğal olarak karşılıyor?
Galiba bu soruyu da Yassıada'da turist gezdiren rehbere sormalıyız.
Savaş Ay, Yassıada'nın bugünkü halini görüntüleyip, atv haberlerinin izleyicilerine aktardı.
Bu görüntülerden birinde, bir rehber Ada'ya getirdiği Rus turistlere, duruşmaların yapıldığı salonu gezdiriyor ve burada neler olduğunu anlatıyordu.
Savaş Ay bu rehberin yanına gidip "Adnan Menderes kimdi" diye sordu.
Rehber "Ya ikinci ya üçüncü olmalı... Bizim eski cumhurbaşkanlarımızdan biriydi" cevabını verdi.
Çok yakın geçmişimize dair bilgilerimiz hakkında böyle bir tablo var.
Turistlere Yassıada'yı anlatan bu rehber herhalde bir amatördü. Yani diplomalı ehliyetli bir rehber değildi.
Ama geniş toplum kesimleri için "Tarih ", sadece "hatırlanabilen" olguları içeriyor.
"Bilmek" ile "hatırlamak" arasındaki fark böylesine çarpıcı bir şey.
Kanuni döneminde Habsburgların elçisi olarak İstanbul'a gelen Baron de Bousbeq, biz Türklerin zaman ve tarih kavramına bakışını özetle şöyle anlatır:
- Türklerde zaman kavramı pek yoktur. Mesela bir Süleyman'dan söz ederlerken, bu Padişah Süleyman da, Hazreti Süleyman da olabilir.
Bu tablonun nedeni "Yazılı hafıza "nın olmamasıdır.
Darbe tasnifleri
Bu belki 16'ıncı yüzyıl Türkiye'si için kabul edilebilir.
Ama bugün de durum farklı değil ki.
1946'dan bu yana yaşadığımız çok partili demokrasi serüveni içindeki olaylar konusunda, toplumun farklı kesimleri ve ve farklı kuşakları arasında değişik algılamalar çarpıcı ölçülere varmakta.
Mesela bazı görüşlerin sahipleri, askeri müdahaleleri, sahip oldukları ideolojiye göre tasnif edip, "İyi darbeler-kötü darbeler" benzeri kategorizasyonlara bile gidebiliyorlar.
Daha ötesi bazılarına göre bugün de, askeri darbelerin yerine yargı darbelerinin geçmiş olması, Türkiye'nin uygarlaşması yolunda bir aşama kabul edilebilir.
Bunun gibi "Hukukun üstünlüğü" ile "Yargının üstünlüğü" nü karıştırıp "Kuvvetler Ayrılığı" ilkesini türlü yemeğine çevirenlerin sayısı da oldukça fazla.
Toplumda pek az kişi, tarihe de bugüne de kişisel ideolojik veya partizan saplantılarından sıyrılıp, objektif bakmayı deneyebiliyor. Siyasi içerikli tartışmalarda bilgi yerine duyumlar ve izlenimler seslendiriliyor. Okunulan gazetenin siyasi tutumuna göre, okurların saplantıları da kemikleşiyor.
TRT'de görev yaptığım 1974-75 yıllarında Haber Dairesi'ne sınavla eleman alacaktık. Sarı basın kartı olanlara ayrıcalık tanıdım ve onları yazılı sınavdan muaf tuttum.
Sözlü sınavda da onlar için kolay sorular seçtim.
Örneğin "Demokrat Parti'nin dört kurucusu kimlerdir" ya da "Osman Bölükbaşı'nın kurduğu parti hangisiydi" gibi sorular sordum.
İki kişi dışında bu sorulara cevap verebilen pek çıkmadı. Çünkü gazeteciler de sadece gazete okuyorlardı. Geniş kitleler gibi onlar için de geçen hafta bile uzak tarih olmuştu.
Hatırla Sevgili
48 yıl önceki 27 Mayıs'ta idam edilen Adnan Menderes'in başbakan mı yoksa cumhurbaşkanı mı olduğunu turistlere Yassıada'yı anlatan rehber bile hatırlamıyor.
Düşünün ki 1980'in 12 Eylül askeri müdahalesinin üzerinden de 28 yıl geçti.
Kitleler 12 Mart'ı falan "Hatırla Sevgili" gibi dizilerden öğrendiklerini sanmıyorlar mı?
Veya 28 Şubat post-modern darbesinin medyadaki banker-gazeteci aktörleri, bugün banka ve medya konularında söz söyleyip, "Bu doğru-Bu yanlış" diye fetvalar vermiyorlar mı?
Bu yazıya başlarken konuya "27 Mayıs darbesi olmasaydı ve 1961'de seçim olsaydı Demokrat Parti zaten iktidardan düşmeyecek miydi" diye girmeyi düşünüyordum.
Bu soruyu iredeleseydim, acaba kaç kişi ilgi duyardı ki buna?
Şimdi de Anayasa Mahkemesi'nin demokrasiye müdahalesi konusunda, farklı kesimler olaya ya "ak" ya "kara" diye yaklaşmıyorlar mı?
- Neden bazıları CHP'nin iktidar alternatifi olamamasına eğilmek yerine, yargının muhalefetin yerine geçmesini doğal olarak karşılıyor?
Galiba bu soruyu da Yassıada'da turist gezdiren rehbere sormalıyız.