Demliyazılar
Bilinmeyen Bir Kıymet; Molla Güranî
İstanbul’un en işlek caddelerinden biri Millet Caddesidir.
Gerçi resmi ismi Turgut Özal Bulvarı ama herkes bu caddeyi Millet Caddesi olarak bilir.
Bu caddeden günde binlerce araba, her beş dakikada bir tramvay ve onbinlerce de insan geçer.
Bu cadde üzerinde bir değer var; Molla Güranî
Belki de bu değerden çoğumuzun haberi yoktur.
Topkapı’dan Aksaray’a doğru giderken Fındıkzade durağının ve Cuma pazarının hemen üstünde bir kabir var.
Hafif tümsek bir yerde.
Gerçi eskiden metruk bir yerdi mezarın olduğu yer.
Sağ olsunlar Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir Beyefendi oraya el attı, farklılaştırdı, güzelleştirdi.
Kimdir bu Molla Güranî?
Kendisi Suriye’nin Güran kasabasında doğduğundan lakabı Güranî olmuştur.
Aslen Mısırlı’dır.
Küçük yaşlarda tahsilini memleketinde yapmış daha sonra Diyarbakır, Hıms, Hayfa ve Şam’da ilmini geliştirmiş ve oralardaki âlimlerin hadis ve fıkıh ilimlerinden faydalanmıştır.
Ünü artınca Kahire’deki medreselerde ders vermeye başlamış ve dersini dinleyen âlimler onun ilmindeki üstünlüğünü takdir etmişlerdir.
Osmanlıâlimlerinden Molla Yegân ile tanışmış ve II. Murad Han onun vasıtasıyla , Molla Güranî’yi Yıldırım Medresesi’nde vazifelendirmiş.
Ve böylece Molla Güranî’nin Osmanlı serüveni başlamış.
Onun Osmanlı serüvenini, Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan Hocamızın 29 Mayıs 1990 yılında Vatan Caddesindeki Vatan Düğün Salonunda yaptığı konuşmadan dinleyelim;
../…
Zaferin bir tek sebebi var: Ahlâk-ı İslâmiyye (İslam ahlâkı), sabır, takvâ ve daha nice mezâyâ-yı İslâmiyye (İslami hasletler)...
Bu vasıfları Fatih Sultan Mehmed cennet-mekân, Molla Gürânî Hocasından alarak eğitime başladı. Onun zamanına kadar, zekâsının ifratından dolayı, hocalara râm olmamış (itaat etmemiş), diz çökmemiş, söz dinlememiş; naz etmiş, niyaz etmiş, kaytarmış, okumamış; hocalar da "Padişah şehzadesidir, sultan çocuğudur" diye yüklenememişler üzerine...
Sultan II. Murat Han, aleyhir-rahmetü vel-gufran, üzgün; "Şehzadem 5 yaşına geldi, hâlâ okuyamadı, Kur'an-ı Kerim'i sökemedi; bu ne haldir?" diye telaşta. Evlâdını has Müslüman yetiştirememenin endişesi yüreğine düşmüş, dertleşiyor. Hacdan dönen Molla Yegan diyor ki:
"Efendim, Mısır'da bir âlimle tanıştım, emsali yok. Takva ehli, dünya malına karşı müstağni, ciddi, derin bilgili. Onu tavsiye ederim, şehzademizi o yetiştirebilir" diyor.
II. Murat, Molla Gürânîisimli bu mübarek zatı çağırıyor, diyor ki:
"Şehzâdem Kur'an'ı sökemedi; size tevdi eylesek lütfeder misiniz?"
Diyor ki:
"Hay hay! Kur'an'ı öğretmek en şerefli şey;
“Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğretendir.” Ama ben talebemin sultan çocuğu olduğuna bakmam; hak ederse cezayı verir, döverim."
"Ellerin dert görmesin; nur ol, istediğini yap!" diye izin almış.
Yanında sopayla Manisa Sancağında bulunan 5 yaşındaki Fatih Sultan Mehmed Han'ın yanına varıyor, Molla Gürânî. Haber veriyorlar:
"Yeni hocan geldi" diye.
Küçük şehzade, çıtı pıtı, ateş gibi, cin gibi, cıva gibi. Hocasının karşısına geliyor, elini öpüyor, kaşını şöyle kaldırıp;
"Hocam bu yan taraftaki asa veya sopa ne ola?" diye soruyor.
Molla Gürânîdiyor ki:
"Bu te'dip (edeblendirme) sopasıdır. Seni okutmağa geldim; eğer okumazsan, tembellik edersen, seni bu sopa ile te'dip edeceğim, niyyetim budur."
Fatih Sultan Mehmedgene kaşını kaldırıp; başı önünde ama meydan okurcasına, diyor ki,
"Lala, Hocam! Ben ki bir sultan çocuğuyum, beni böyle sopayla te'dip etmek ne mümkün?" derken ilk sopayı o zaman yiyor ve anlıyor ki, bu hoca öteki hocalar gibi değil..
Kısa zamanda Kur'an-ı Kerim'i de söküyor; öteki ilimleri de söküyor ve ilimde o eşsiz mertebelere doğru yürüyor.
Sultanlığında, (yalnız şehzadeliğinde 5 yaşında bir çocukken değil, sultanlığında da) Molla Gürânî ona karşı çıkmıştır. Molla Gürânî'nin yanına geldiği zaman, Fatih; Sultanken de onun elini öpmüş. Bir keresinde, Honaz Kalesinin yetiştirdiği büyük fazıl Taceddin Muhammed İbni İbrahim Efendi'nin oğlu, Fatih devrinin en büyük dört meşhur müderrisinden biri Hatipzade Muhiddin Efendi'yi azlediyor:
"Azlettim seni müderrislikten, çık git, ne yaparsan yap!" gibi muamele..
Molla Gürânî, Padişahın karşısına dikiliyor, diyor ki:
"Ya o azli geri alırsın, ya da biz bütün ulema senin ülkeni terk ederiz; âlimin kadrini bilen bir başka hükümdarın diyarına gideriz."
Fatih, azlini geri alıyor.. Yani devir, sultanların hüküm sürdüğü devir değil, âlimlerin hüküm sürdüğü devir...
../…
Molla Güranîile Fatih Sultan Mehmed arasındaki şu menkıbe de ünlüdür:
“Padişah, Molla Güranî Hazretlerini yollarken “Eti de senin” der, “kemiği de. O bundan böyle senin oğlun. Var bildiğin gibi işle!”
Mübarek Manisa’ya vardığı saat, şehzadeyi derse çağırır. Uşaklara bile itibar eder, ama geleceğin sultanını görmezden gelir. Talebesine sıradan biri gibi davranır ve “Otur!” der, “Hayır oraya değil, şuraya!” O güne kadar emretmeye alışan şehzade şaşakalır. Belki de hayatında ilk kez diz çöker. Molla emsileyi açar ve emreder: “Darabe (Dövmek) fiilini çek bakayım!” Fatih fiili kafasına göre çeker. Çat pat bir şeyler söyler işte. Molla Güranî’nin kaşları yıkılır, kafasını “olmadı” gibilerden sallar, bakışlarıyla azarlar. Sonra üstüne basa basa fiili çeker ve sesini yükselterek misallendirir:
“Döverim, seni döverim, seni öyle bir döverim ki!...”
Fatih ağlamaklıdır. Dudakları uçuklaya yazar. Korkudan sesi titrer. İçinden son cümleyi tekrar eder. “Darabtühü cidden şediden.” İnanın döver mi döver. Bundan böyle saray halkına rezil olmak da vardır işin içinde.
Şehzade artık geceleri ödev yapmaya başlar ve ezberlerini aksatmaz. Daha doğrusu aksatamaz. Ama gün gelir ilmin tadını alır. Eski haşarılıklarından utanır. Çok değil üç beş ay sonra bambaşka biridir o. Molla Güranî Hazretleri “Arabi ve Farisi bilmek yetmez” der, “Düşmanlarının da lisanını öğrenmelisin!” Nitekim Fatih Latince, Sırpça ve Rumca öğrenir. Hem konuşur hem yazar.
Ardından “kafirdir” demez, Şehzadeyi İtalyan asıllı Anconal Giriaco’nun önüne oturtur, Avrupa tarihini okutturur. Dahası neme gerek dedirtmez, aritmetiğe, geometriye, astronomiye zorlar. Hepsi bir yana ufkunu açar. İnanç aşılar. Eğer istenirse gemilerin karadan, kağnıların sudan yürüyebileceğine inandırır.
Bir ara Manisa’ya gelen Sultan Murat, oğlunu tanıyamaz. Fatih görünüşte çocuktur, ama çok olgundur, ufku geniştir. Hedefleri, ideâlleri vardır. İstanbul bunlardan biridir sadece. İşte belki de bu yüzden tahtını düşünmeden bırakır.
Sultan Murat, Molla Güranî’ye şükranlarını sunarken kelime seçmekte zorlanır. Hatta gözü kapalı vezirlik teklif eder. Mübarek boş versene gibilerden omuzunu silker, “Onu isteyene verin Sultanım” der, “Yıllardır bu makama ulaşmak için çalışanları kırmayın. Dostlarınızdan olmayın sonra!”
Ancak kadılığı reddetmek gibi bir tercihi olmaz. Nitekim bir müddet devlet erkânıyla çalışır. Fırsatını bulduğu an ayrılır, apar topar Kahire’ye döner. Belki de vebâlden kaçar.”
İşte böyle bir zattı Molla Güranî Hazretleri.
Onu ve onun gibileri daha yakından tanımaya çok ihtiyacımız var.
Onların eserleri yüzyıllar öncesinden bugünleri ışıtıyor.
Daha aydınlık bir Türkiye ve huzurlu yarınlar için ışık kaynaklarımızın farkında olalım.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.