Naim ÖZGÜNER
Beyaz Adamlar Bizim Eve Gelmez ki...
Bu yazıda anlatılan olaylar, Kenya’nın başkenti Nairobi’nin bir semtinde, 2004 yılında yaşanmıştır. Kibera adını taşıyan bu semt teneke evlerden oluşan 400 bin kişilik bir yerleşim alanıdır. Hikaye olayı yaşayan Orhan Keskin tarafından kaleme alınmıştır.
Kenya’nın fakir bir beldesinde yaşarız biz. Günübirliktir hayatımız. Bulduğumuz kuru bir ekmek mutlu etmeye yeter de artar bizleri. Ben, eşim ve çocuklarım küçük bir teneke barakada yaşarız. Yadırgamayız halimizi asla. Zaten birçok Kenyalı da bizimle aynı kaderi paylaşır. Mahallemizin dar, toprak sokaklarından üstü açık lağım kanalları geçer; hastalık, ölüm eksik olmaz beldemizde. Yakıcı güneş ışıkları teneke barakamızı fırına çevirir adeta; sıtma, dizanteri, tifo bırakmaz yakamızı bir türlü..
Bir de beyaz adamlar yaşar bizim ülkemizde. “Onlar ve biz” olarak hayatı sürdürürüz, garipsemeyiz aramızdaki uçurumu: Beyaz Efendi hep üstündür, daima güçlüdür, her zaman saygıya layıktır. Bizlere kendi inanç sistemlerini anlatmaya gelen farklı dinlerin mensupları da hep bu ayrılığı ima ederler:..Dinlerini anlatırken zenci-beyaz farkını dile getirmeseler de yaşantılarıyla hissettirirler derimizin rengini...Ayrı sofralarda oturur, ayrı arabalara biner, ayrı evlerde yaşar onlar da... Bazen ışıl ışıl yıldızlarla dolu Afrika gecelerinde eşimle oturur, derin düşüncelere dalarız...
İşte o anlarda kimi zaman kafamızdaki şablonları zorlar, bu anlamsız farklılığa ve adaletsizliğe düşüncelerimizle baş kaldırır; kâinatı yöneten ve onu mükemmel bir şekilde hareket ettiren Zat’ın ülkemizde yaşanan bu zenci-beyaz ayrımından pek de hoşnut olmadığını düşünürüz.
Bir gün bizim gibi düşünen beyazların da olacağını ve onlarla tanışacağımız ânı hayal ederiz. Afrika’mızın kara bahtının bu buluşmayla aklanacağını tahayyül ederiz gözlerimiz dola dola. Ama sabah uyanınca hayallerimiz sona erer hayatın gerçekleri bir kamçı gibi yüzümüze çarpar.
Onlarla tanışacağımız âna kadar hep böyle devam etti hikâyemiz..Yani, eşimin Türk Okulu’nda öğretmen olarak işe başlamasına değin.
Evet, onlar da beyazdı; ama davranışlarıyla, hayat tarzlarıyla kafamızda oluşan kalıpları alt üst etmişlerdi.
Bir beyaz zencilere nasıl servis yapar?
O yaz eşim Hasan yeni açılan bir Türk Okulu’nda öğretmen olarak işe başlamıştı. Okulda göreve başladığı ilk günün akşamı Hasan’ın söylediklerini hiç unutamıyorum. Bana büyük bir heyecanla şunları anlatmıştı:
“Biliyor musun yöneticiler ve öğretmenlerin bir kısmı beyaz fakat bugüne kadar tanıdıklarımızdan çok farklı. Aynı şartları paylaşıyoruz, aynı masada aynı yemekleri yiyoruz..İnanmayacaksın; ama bana ve zenci arkadaşlara kendi insanlarına davrandıkları gibi davranıyorlar; bir beyaz öğretmen bizlere tepsiyle çay dağıttı. Okul müdürü bir ara beni çağırarak yaşadığımız ortamla ilgili bilgi aldı.”
Anlattığı şeyler gerçekten şaşırtıcıydı; bir beyaz adam zencilere nasıl hizmette bulunabilir, aynı ortamı ve standartları nasıl paylaşabilirdi! Bunlar gerçekten bugüne kadar karşılaşmadığımız davranışlardı. Hasan’a, “Bu davranışları içten olmayabilir. Buralara yeni geldikleri için bizlere ihtiyaçları vardır.
Birkaç ay sonra bildiğimiz diğer beyaz adamlar gibi davranırlar.” diye cevap verdim. Ancak aradan günler aylar geçti. Okuldaki bu insanların davranışları hiç değişmemiş, tam aksine zaman geçtikçe daha da samimi ve içten hale gelmişti.
Kocam her akşam eve döndüğünde bana onları anlatır olmuştu. Bu insanlarla bir fırsatını bulup tanışmak için adeta can atıyordum. Kafamın bir tarafında hep şu soru vardı: Bir beyaz adam asla kendisini bizimle eşit görmez. Bu mutlaka okulun prensipleriyle ilgili bir durumdur. Hasan yine bir akşam telaşla ve heyecanla geldi eve.
Bana, “Fatma müjde, onlarla artık tanışacaksın. Müdür bey Türkiye’den gelen birkaç misafirle beraber bize gelmek istediğini söyledi.”
Önce çok şaşırdım; çünkü böyle bir şeyin asla mümkün olmayacağını düşünüyordum. Hatta Hasan’a biraz da kırılmıştım:
“Lütfen benimle alay etme, dedim. O ise hâlâ aynı heyecanlı ses tonuyla “Alay etmiyorum. Gerçekten yarın akşam bize gelecekler, buna inan.” diyordu.
Eşim oldukça ciddiydi. Onu iyi tanırım. Bu ses tonu ve bu yüz ifadesiyle asla şaka yapmaz. Artık tatlı bir heyecan ve merak sarmıştı beni de. Fakat hâlâ bir yanlışlık olabileceğini düşünüyordum. Hasan’a set bir ses tonuyla:
“Beyaz adam evimize gelmez ki!” dedim. O an ağladığımı fark ettim. Aman Allah’ım neden ağlıyordum ki... Yoksa...
Yoksa simsiyah tenimden süzülen bu beyaz gözyaşları beklediğim, özlediğim ak Afrika’ya mıydı? Beklediğim nur yüzlü insanlar onlar mıydı acaba? Ertesi günü ve gelecekleri saati iple çektim. İçimde hep “Acaba gelirler mi ki?” sorusu vardı. Gelseler bile bize nasıl bakarlar, nasıl davranırlardı; bu farklı halimizi ve ortamımızı nasıl karşılarlardı? Ve geldiler...Önce eşimle kucaklaştılar bir bir..Sonra beni saygıyla selamladılar, büyük bir nezaketle halimi hatırımı sordular...
Heyecandan titriyordum, mutluluktan ağlamak geliyordu içimden.. Belki de ağlıyordum. Beyaz adamlar bugüne kadar hiç kimseden görmediğim bir saygıyla ve içtenlikle selamlamışlardı beni...İlk kez bir zenci ile beyazın böylesine dostça kucaklaşmasına şahit olmuştum...
Hepsinden önemlisi de çocuklarımı tek tek kucaklarına almış onları okşayıp öpmüşlerdi. Üstelik teneke, tek odalı evimizi hiç yadırgamamışlardı...Hepimize ayrı ayrı hediyeler getirmişlerdi. Bir saat boyunca evimizde neşeyle oturup hiçbir şeyi yadırgamadan ve tepeden bakmadan bizimle olmuşlardı...
İşte o zaman anladım ki beklenen ak adamlar, nur yüzlü insanlar onlardı. Yine o zaman anladım ki küçük teneke barakamız tarihe şahitlik ediyordu. Afrika’mızın kara bahtını değiştirecek, beklediğim insanlar galiba bunlardı..
www.naimozguner.com e-mail: naimozguner81@gmail.com