Ünal SADE
Beş Minareyi Gördüm, Altı Şeyi Göremedim…
Geçtiğimiz haftalarda bir iş seyahati için yolum Bitlis’e düştüğünde doğrusu içimi bir heyecan sardı…12 yıl aradan sonra “Ahlat Selçuklu Mezarlarını” tekrar ziyaret etmek kısmet olacaktı…
Uçakla Van’a ulaştık ve Bitlis’e geçmeden önce “Ahlat”’a doğru yönümüzü çevirdik. Sadece Ahlat’ı ziyaret etmek için bile bölgenin gitmeye değer olduğunu bir kez daha müşahede ettim. Ahlat gerçekten “Türklerin elinde Anadolu’nun tapusu” dur… Ahlat’ı görmeden Anadolu’nun Türk-İslam yurdu olmasının hikayesini anlamak mümkün değil…
Çoğumuz bilmeyiz İslam Anadolu’ya Ahlat’tan girmiştir. Malazgirt savaşından çok önce Ahlat Türklerin yerleştiği ve kendisine yurt edindiği bir kapı olmuştur. Yine pek çoğumuz bilmez Kayı boyu 170 yıl boyunca Ahlat’ta yaşamış ve Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gazi’nin babası Ertuğrul Gazi burada dünyaya gelmiştir.
Unesco Dünya Mirası Geçici Listesinde yer alan Ahlat Selçuklu Mezarlığı 1000 yılı aşan ömrüyle dünyanın en büyük dönem Türk İslam Mezarlığıdır. 200 dönümü aşan alanda 118’i anıt niteliğinde 8000’in üzerinde mezar vardır. Burada yer alan anıt mezar taşlarının bir kısmı başka yerde örneği görülemeyecek uzun mezar taşlarıdır. Boyları 3.5 metreyi bulan bu mezar taşları muazzam bir süslemeye sahiptirler…
Anadolu’nun Türk-İslam yurdu olmasının nişanı gibi dimdik ayakta duran bu taşları hayranlıkla seyredip tefekkür etmek gerçekten muazzam bir duygu.
Bir fotoğraf ve mezar taşlarından birinin metnini sizlerle paylaşmakla ve en kısa sürede ziyaret etmenizi önermekle yetineyim.
“Gençliğine doyamadan saadete ve şahadete kavuşan, yücelerin yücesi, akıllı ve saygıdeğer insan, çocuklarından, dostlarından, akrabalarından ve sevdiklerinden uzak kalmış kısa ömürlü Allahu Teala’nın rahmetine, affına ve sonsuz bağışlamasına muhtaç, Galatlı (Halatlı-Ahlatlı) Gazi Ebu Hasan’ın oğlu, büyük insan Hacı Şemseddin Muhammed’in oğlu Ahlatlı Nureddin Ebu Hasan, (Hicri) Rebiülevvel ayı ortalarında 714 (miladi Haziran-Temmuz 1314) yılında Allah’ın rahmetine göçmüştür. Allah onun yalnızlığını gidersin, günahlarını affetsin, Onu ve bu türbeye gelip kitaptan bir Fatiha bir ‘kul huvallahi ehad’ -ihlas suresi- okuyana Allah rahmet etsin”
Ahlat ziyaretimi tamamladıktan sonra Bitlis’e doğru yola çıktık. Bitlis’e ulaştığımızda doğrusu şaşırdım. 12 yılda çok şey değişmişti… Yeni Bitlis Ahlat yolu üzerinde modern bir şekilde gelişirken, eski Bitlis tarihi dokuyu ortaya çıkaracak şekilde büyük bir yıkım faaliyeti ile dikkat çekiyor…
Altı Şeyin Olmadığı Şehir…
Bitlis Valiliğinin resmi sitesinde de yer alan hikâyeye göre: (Benzer başka rivayetler de var)
“Rus İşgali sırasında Bitlis, bir harabe şehir görüntüsü alır. Düşmanın çekilmesinden sonra savaş esnasında Bitlis’ten kaçan bir baba oğul, Bitlis’e dönmek üzere yola çıkarak şehre hakim konumdaki Dideban Dağı eteğine varırlar. Baba, şehirde canlı kalıp kalmadığını öğrenmek için oğlunu şehre gönderir. Bir süre sonra oğul geri döner ve uzaktan babasına şöyle seslenir: ''Şehirde yaşama dair hiçbir iz yok; sadece beş tane minare ayakta kalmış'' bunu duyan baba yıkılır, diz çöker ve şöyle bir ağıt yakarak oğlunu yanına çağırır.
Bitlis’te beş minare, beri gel oğlan beri gel.
Yüreğim dolu yare, beri gel oğlan beri gel.
Bitlis birinci dünya savaşından önce nüfusu 30000´dır. Lakin savaş çıkınca halk göç eder ve nüfus 3000´e düşer.”
12 yıl önce ziyaret ettiğimde o baba oğulun yaşadığı duygunun bir benzerini yaşamıştım. Binlerce yıllık bir tarihe geçmiş olan ve içerisinden Bitlis Çayı akan (Üzerinde tarihi köprüleriyle) Şehir bu defa da çarpık kentleşmeye kurban olmuştu. O güzelim tarihi doku ve eski Bitlis evleri gelişigüzel inşa edilmiş gecekonduvari yapılar arasında kaybolup gitmişti. Sohbet ettiğim Bitlisli bir arkadaşın da (Serkan Bey) tabiriyle Kent bu yıkımlarla “yüzyılın projesini” yapıyor gözüküyor. Çarpık kentleşme ürünü binalar yıkıldıkça tarihi doku, Bitlis Çayı ve köprüler ortaya çıkıyor ve geleceğe dair ümitlerimizi besliyor. Proje bittiğinde Amasya, Eskişehir örneklerine benzer Old City gözümüzde canlanıyor. Valisiyle, Belediye Başkanıyla bu vizyonu ortaya koyan tüm yetkilileri tebrik etmemek elde değil. Belki Bitlis Slow City (Sakin Şehir) vizyonuna da sahip bir turizm şehri olarak da yoluna devam edebilir.
Bitlis’te eski şehirde başlayan yıkımlarla meşhur minareleri ortaya çıkmış ve hakim tepelerden bu tarihi dokuyu görebiliyoruz.
Ancak Bitlis’te göremediğimiz şeyler de var ve bunlar bana çok ilginç geldi. Tamamını ziyaret sırasında sohbetlerden çıkardığım ve özetlediğimde Bitlislileri de şaşırtan bir tespitim oldu. Bitlis’te çok şey var ama altı şey yok…
Bitlis’te:
Sinema yok
Otogar yok
Pazar yok
Emlakçı yok
Özel hastane yok
Huzurevi yok
Hiç mi yok? Dediğiniz duyar gibiyim. Evet, hiç yok… Artı-eksi üzerinde konuşulacak çok şey olan bu hususu hayal gücünüze bırakıyorum…
Büryan Bitlis’in mi Siirt’in mi?
Bitlis’e ulaştığınızda kadim bir tartışmaya mutlaka muhatap olursunuz. “Büryan Bitlis’e mi aittir, Siirt’e mi?” Bu sorunun cevabını ben vermeyeceğim. Büryan’ı Bitlis’te Van Beylerbeyi Köse Hüsrev Paşa tarafından 16. Yüzyılda Selçuklu mimarisiyle inşa edilen 500 yıllık Başhan’da yediğimizi ve çok da beğendiğimizi ifade edelim.
Bu konudaki görüşlerinizi yorum bölümüne yazabilirsiniz…
Yazının devamı gelir mi? Kim bilir…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.