xxxx111
Beni unutun
Yakın bir dostum, gönlümün hoşlandığını da hesabına katarak, “Şu sıralarda çok fazla ortadasın” dedi. Gerçekten de projektörler çok fazla üzerimde ve ben bu durumdan hiç mutlu değilim.
Dışarıdan bakıldığında üzerime tutulan projektörlere itirazım olmadığı, hatta tutanı teşvik ettiğim bile sanılabilir. Hiç de öyle değil. Artık takipte zorlandığım kadar fazla bir şeyler çıkıyor hakkımda; yakında profesyonel yardım bile talep edebilirim.
Grubu içinden bilen bir dostumun, “Tedirginliğin sebebi senin patrona verdiğin liste” demesi beni ayılttı. “Hangi patrona?” diye soramadım, “Ne listesi?” demekle yetindim. Meğer 'fasıl' gecesi aynı masayı paylaşırken benim Aydın Doğan'a “Bunları at, bizi al” dediğim, bunu demekle kalmayıp kendisine bir de liste verdiğim konuşuluyormuş...
Atılacaklar listesi bir tarafta, alınacaklar listesi öbür tarafta... Yok devenin başı...
Hayat boyu müzevir türü işlerden uzak durdum, müzevirlerden de hiç hazzetmem. Son birkaç aydır yoğun biçimde Doğan Medya Grubu üzerine yazılar kaleme almamın sebebi tezvirat yapmak değil... Önceleri “Böyle giderse gururunuz sizleri duvara toslatabilir” uyarısında bulunma amaçlı yazıyordum, şimdilerde “Bu duruma nasıl düşüldü, nasıl kurtulunur?” sorularına cevap verme çabasındayım.
“Derdi bana mı düştü?” deyip olanı uzaktan izleyebilirdim; ülkemizin en büyük medya grubunun bu haliyle varlığını sürdürmesinden yana samimi arzum buna engel oldu. Derdi bana düşmediği halde yazıp duruyorum işte.
Bazıları bunu Hürriyet'in başına geçme niyetime bağladılar. “Arkadaşlar, ben bayağı gençken yayın yönetmenliği hevesimi tam iki kez aldım” desem de, “Gözüm varsa gözüm çıksın” tarzı arabesk garantiler versem de inanmıyor insanlar... İllâ ki beni Hürriyet'in başına geçirecekler...
Önceki gün bunun için bir mizansen de kurulmuş. CNN-Türk'te yeni başlayan sabah kuşağı programında Ayşenur Arslan Hürriyet yayın kurulunu konuk etmiş... Bana aktarıldığına göre Menemen testisi gibi sıralanmış birinci sayfayı kotarıp hangi haberin gazeteye gireceğine karar veren Hürriyetçiler...
Ve, Ayşenur Arslan, programın en sonunda, gazetenin yönetmenine, kulislerde benim kendisinin yerine gelebileceğimin konuşulduğundan hareketle, “Doğru mu, olabilir mi?” diye sormuş...
Hoppala!
Bereket sorunun muhatabı akıllı biri, ilk verdiği “Onu bana değil Aydın Bey'e soracaksınız; ben muhatabı değilim o sorunun...” kestirme cevabı olmuş... Sonra da, “Niye gelmesin, gelir elbette” de demiş, beni metheder görünen (“Sonunda zeki bir gazetecidir; komplo teorileri biraz fazla gelişmiş bir arkadaşımızdır” demiş meselâ) cümleler sarf etmiş; bir ara “Eğer kendi mahallesindeki o dar bakış açısını bırakabilecek bir duygu şeyi varsa...” şart cümlesini de kurmuş...
Doğan Grubu'nda bu konu bayağı ciddiye alınıyor alınmasına, ama bizler kendi aramızda işi şakaya vurmayı yeğliyoruz. Bir ara “Meselâ ben de Yeni Şafak'a yayın yönetmeni olabilsem” de dediğini işitince, Yusuf Ziya Cömert'e dönüp, “Galiba esas senin koltuğun tehlikede” deyiverdim...
Esasında ne hoş olurdu: Sadece yayın yönetmenini değil Hürriyet'in bütün yayın kurulunu Yeni Şafak'a transfer edip yayın ilkelerimize uygun bir gazete çıkarmaları kendilerinden beklenseydi; bizdeki mukabillerinin çalıştıkları şartlarla...
Hanya'yı, Konya'yı anlarlardı o zaman...
Şimdi ben işi böyle şakaya vurunca kendimin merkezinde bulunduğum tartışmalardan mutluluk duyduğumu sananlar çıkıyor. İnanın bana, hiç de mutlu değilim. Kimsenin benim durumuma düşmesini de istemem. İstenmediği halde kendisini zorla bir başka gazetenin başına getirme çabasındaki bir insan görüntüsü hiç de hoş değil.
Tabloyu gözünüzde canlandırın: Restorana giriyorum, ötelerden biri kalkıp yanıbaşıma geliyor ve “Sizi Hürriyet'in başında görmek istiyoruz” diyor. Etrafımdakilere, “Hürriyet okuru galiba” diyorum... Bir başka sefer, “Siz en iyisi Yeni Şafak'ta kalın” diyen çıkıyor. Bu defa “Yeni Şafak okuru galiba” diyorum. Eve gidince ise, “Ya tersiyse, Hürriyet okuru yerimde kalmamı, Yeni Şafak okuru Hürriyet'e gitmemi istiyorsa?” diye düşünmeyi engelleyemiyorum.
Herhalde mutsuzluğumun sebebini anladınız...
Bir ev ödevim olacak, ama kime vereceğimi bilemiyorum. En iyisi Aydın Doğan “Acaba 'komplocu' demeni gerektiren hangi görüşü yanlış çıktı?” diye yayın yönetmenine sorsun... Siyasi cinayetler, suikastlar, toplumsal olaylarla ilgili tezlerim mi, 1 Mart tezkeresi öncesi-sonrasında yazıp söylediklerim mi, yoksa son iki yıl içerisindeki uyarılarım mı yanlıştı? Hangisi?
Kızı, babasının geceleri uyuyamadığını söylemiş Ayşe Arman'a; gece yarısı bu soruma daha iyi cevap bulabilir.
Dışarıdan bakıldığında üzerime tutulan projektörlere itirazım olmadığı, hatta tutanı teşvik ettiğim bile sanılabilir. Hiç de öyle değil. Artık takipte zorlandığım kadar fazla bir şeyler çıkıyor hakkımda; yakında profesyonel yardım bile talep edebilirim.
Grubu içinden bilen bir dostumun, “Tedirginliğin sebebi senin patrona verdiğin liste” demesi beni ayılttı. “Hangi patrona?” diye soramadım, “Ne listesi?” demekle yetindim. Meğer 'fasıl' gecesi aynı masayı paylaşırken benim Aydın Doğan'a “Bunları at, bizi al” dediğim, bunu demekle kalmayıp kendisine bir de liste verdiğim konuşuluyormuş...
Atılacaklar listesi bir tarafta, alınacaklar listesi öbür tarafta... Yok devenin başı...
Hayat boyu müzevir türü işlerden uzak durdum, müzevirlerden de hiç hazzetmem. Son birkaç aydır yoğun biçimde Doğan Medya Grubu üzerine yazılar kaleme almamın sebebi tezvirat yapmak değil... Önceleri “Böyle giderse gururunuz sizleri duvara toslatabilir” uyarısında bulunma amaçlı yazıyordum, şimdilerde “Bu duruma nasıl düşüldü, nasıl kurtulunur?” sorularına cevap verme çabasındayım.
“Derdi bana mı düştü?” deyip olanı uzaktan izleyebilirdim; ülkemizin en büyük medya grubunun bu haliyle varlığını sürdürmesinden yana samimi arzum buna engel oldu. Derdi bana düşmediği halde yazıp duruyorum işte.
Bazıları bunu Hürriyet'in başına geçme niyetime bağladılar. “Arkadaşlar, ben bayağı gençken yayın yönetmenliği hevesimi tam iki kez aldım” desem de, “Gözüm varsa gözüm çıksın” tarzı arabesk garantiler versem de inanmıyor insanlar... İllâ ki beni Hürriyet'in başına geçirecekler...
Önceki gün bunun için bir mizansen de kurulmuş. CNN-Türk'te yeni başlayan sabah kuşağı programında Ayşenur Arslan Hürriyet yayın kurulunu konuk etmiş... Bana aktarıldığına göre Menemen testisi gibi sıralanmış birinci sayfayı kotarıp hangi haberin gazeteye gireceğine karar veren Hürriyetçiler...
Ve, Ayşenur Arslan, programın en sonunda, gazetenin yönetmenine, kulislerde benim kendisinin yerine gelebileceğimin konuşulduğundan hareketle, “Doğru mu, olabilir mi?” diye sormuş...
Hoppala!
Bereket sorunun muhatabı akıllı biri, ilk verdiği “Onu bana değil Aydın Bey'e soracaksınız; ben muhatabı değilim o sorunun...” kestirme cevabı olmuş... Sonra da, “Niye gelmesin, gelir elbette” de demiş, beni metheder görünen (“Sonunda zeki bir gazetecidir; komplo teorileri biraz fazla gelişmiş bir arkadaşımızdır” demiş meselâ) cümleler sarf etmiş; bir ara “Eğer kendi mahallesindeki o dar bakış açısını bırakabilecek bir duygu şeyi varsa...” şart cümlesini de kurmuş...
Doğan Grubu'nda bu konu bayağı ciddiye alınıyor alınmasına, ama bizler kendi aramızda işi şakaya vurmayı yeğliyoruz. Bir ara “Meselâ ben de Yeni Şafak'a yayın yönetmeni olabilsem” de dediğini işitince, Yusuf Ziya Cömert'e dönüp, “Galiba esas senin koltuğun tehlikede” deyiverdim...
Esasında ne hoş olurdu: Sadece yayın yönetmenini değil Hürriyet'in bütün yayın kurulunu Yeni Şafak'a transfer edip yayın ilkelerimize uygun bir gazete çıkarmaları kendilerinden beklenseydi; bizdeki mukabillerinin çalıştıkları şartlarla...
Hanya'yı, Konya'yı anlarlardı o zaman...
Şimdi ben işi böyle şakaya vurunca kendimin merkezinde bulunduğum tartışmalardan mutluluk duyduğumu sananlar çıkıyor. İnanın bana, hiç de mutlu değilim. Kimsenin benim durumuma düşmesini de istemem. İstenmediği halde kendisini zorla bir başka gazetenin başına getirme çabasındaki bir insan görüntüsü hiç de hoş değil.
Tabloyu gözünüzde canlandırın: Restorana giriyorum, ötelerden biri kalkıp yanıbaşıma geliyor ve “Sizi Hürriyet'in başında görmek istiyoruz” diyor. Etrafımdakilere, “Hürriyet okuru galiba” diyorum... Bir başka sefer, “Siz en iyisi Yeni Şafak'ta kalın” diyen çıkıyor. Bu defa “Yeni Şafak okuru galiba” diyorum. Eve gidince ise, “Ya tersiyse, Hürriyet okuru yerimde kalmamı, Yeni Şafak okuru Hürriyet'e gitmemi istiyorsa?” diye düşünmeyi engelleyemiyorum.
Herhalde mutsuzluğumun sebebini anladınız...
Bir ev ödevim olacak, ama kime vereceğimi bilemiyorum. En iyisi Aydın Doğan “Acaba 'komplocu' demeni gerektiren hangi görüşü yanlış çıktı?” diye yayın yönetmenine sorsun... Siyasi cinayetler, suikastlar, toplumsal olaylarla ilgili tezlerim mi, 1 Mart tezkeresi öncesi-sonrasında yazıp söylediklerim mi, yoksa son iki yıl içerisindeki uyarılarım mı yanlıştı? Hangisi?
Kızı, babasının geceleri uyuyamadığını söylemiş Ayşe Arman'a; gece yarısı bu soruma daha iyi cevap bulabilir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.