Murat KARAKOYUNLU
BEN MEKTEBİNDEYİM SENİN
Küstah bir ıslığın eşlik ettiği şarkılar çalınıyor kulaklarıma. Sanki onlarsız hiç olunmazmış gibi, mezarlıktan geçerken akla gelen ilk name ile çalınan, korkunun kaynağının önündeki kalkan edasını üzerine zerk etmiş küstahlıktaki haliyle eşlik ettiği onun, şarkılar çalınıyor kulaklarıma. Bir dönem o küstahlığı hayatında yaşayan ben, uzun süredir şarkı dinlemiyordum ıslıklar dudaklarıma sarıp, eşlik etmesin diye. Ne kadar gereksiz, ne kadar alelade, basit, manasız bir güçtür onunkisi: Mezarlıktan geçerken ıslık çalarsan eğer, korkunu da unutursun!
Mezarlıktan geçerken Fatiha okunur derdi dedem, Annemi defnederken Fatiha okuyordu sırtımı yasladığım, oğlum diye beni hala bu yaşımda bile seven gölgem.
Hayatın manasını kaybettiğinde insan, sığındığı onca şeyden biri işte bu hal. Değersizlere verdiği değeri, değerlilerden aldığı ödünle heba ediyor. Hayatta daha kaç kişiye, bir ıslığın bile kendini önemli hissetmesine sebep olacak kadar gereksiz payeler yüklüyoruz kim bilir. Ya da kimlerin hayatında bu kadar önemsizken önemli addediliyoruz.
Hayat, ne Cahit Sıtkı’nın öldüğü yaşta güzel, ne de Dante’nin olduğu. Hayat onca tecrübenin ardından insanın, o’nu bulduğu yaşta güzel. Gerisi mezarlıktan geçerken edindiğimiz tecrübelerden ibaret. Bir de yokmuş gibi davrandığımız ölümden…
Yolumun yarısındayım da ömrün neresindeyim bilmiyorum. Ben, kazandıkları ile imtihan olanlar silsilesinin bir halkası etmesi için Rabbin, çokça dua edenlerden olmanın hayatta, kaybetmenin de bir büyüsü olduğunu öğrettiği için önemli olduğunu düşünenlerdenim. Zira kaybettikçe insan, değerini anlıyor kazandıklarının. Yuvası olmayan kuşların uçma cesaretini yüklüyor omuzlarına bir de. Bir piknik kiliminin üstüne konup da seni, ürküten serçe gibi işte. O bir lokma ekmeği alma cesaretini gösterdiği anda yüreğim, korkup ürperdiğin andaki depreminle senin, yuvasını kaybetti benim. Ama cesaret yüklendim böyle, o gündür işte seni sevmeye ettiğim yemin.
Hayat treninin yolcusu olduğum o ilk günden bu güne, hiçbir durakta ruhum istemedi ayrılmayı yerinden. Zoraki yolculuğunu sevdi. Sezmedi hiçbir zaman inmek istediğini bir gün, bir yerde. Son durağa kadar gidecekti. Çare yoksa alışacaktı zaten, derdini sevecekti. Ne var ki yolunun yarısında bir gün, bir durakta. Kader tutup çekti elinden. Senin indiğin duraklarında yolun, senin beklediğin duraklarında yolun, soluklanmak için değil, ebedi kalmak için aldı beni. Ebedi.
Yolun sonu geldi gayri.
Hayat, bırakacaksa beni yarı yolda, sende bıraksın dedi yeminim. Sende kalsın hayatım, sende kalsın ömrüm dediğim günlerin olacağını fısıldadı kulaklarıma.
Şimdi ben, yolundan çıkmış dervişler gibiyim. El verdim acılarıma, yol verdim acılarına gayri. Postunu bırakıp hayatın, terk ettirdim imamesini tespihin. Çil yavrusu gibi dağıttım dünümü, doğru ise teşbihim. Şuracığına razı bir yarın için yanındayım. Daha da sokul de bana. Al gönlüne ebedi. Artık, gönlündür gönlümün soluklanacak yeri.
Aslında aşk sevgili, dünyevi bir şey hani, seversin, sevilirsin, âşık olursun, kavuşamadıkça yanar kavuştukça durulursun. Sonrası uyandığında biter işte rüya. Bu rüya bitmesin için insan, ruhunu doyurmalıdır hayatın. Maddesine mânâ yüklemelidir yarının. Şimdi Sen, bu şekil bir yarının pencerelerini açtığında hayatına, içeri soluklanmadan gelen bir rüzgâr gönlünün, zarif, narin, sessiz, izbe tülünü dalgalandırıyor da sen, odanın havasını değiştiren o umutla yine başlıyorsun yeni baştan bu güne. Bence aşk de, bu düğüne.
Her şeyin bir ustası olur. Bir bileni. Ederini vereni. Hani kıymeti göstereni. Ne var ki ben bir aşk ustası değilim. Bilemedim hiç, bildiğin çırağın çırağıyım. Sen ise bahası olmayan, ederi, değeri, kıymeti. O sebeple tarifini sorduğunda aşkın, çıkmaz benden düşüncesi bile. Hissettiğim kısmı şudur, tarif diye koysan gönlün mutfağına, eğreti durur. Yine de boş kalmasın için sahifesi aşk mutfağının ara sıcaklar bölümündeki kitabın son sahifesine de bunu, gönlümü almak için koyuver. Beğenmezsen de bir kerecik onca kusuru, ne olur görmeyiver.
Aşk ne, biliyor musun?
İnsanın içinde ona ait olmayan bir şey var.
Bir emanet. Günü zamanı gelince teslim etmen gereken; fakat teslim süresi geciktikçe de beraber yaşamaktan sebep alıştığın bir şey. Aşk işte sevgili, O şeyin senden çıkmak istemesiyle, senin ona ait tek bağını kaybetmekten korkarak bırakmak istemeyişinin mücadelesi. Aşk, ona ait bir yüreği seninmiş gibi taşıman. Ondan sebep işte, sen olmasan ölürüm hissinin uyanması içinde. Ondan sebep yaşam kaynağım diyebilmen birine. Ondan sebep sevmen birini, ölümüne.
Ben sana ait bir şey taşıyorum içimde, ta derinimde. Kalp, galiba adı. Ya da onun içinde bir şey. Ama senin olduğuna eminim ve ölsen vermeyeceğim. De ki bana nedir ölçün bana dair. Yok ki öyle bir ölçü. Ben seni yaşamanın derdindeyim, sevmenin, öğrenmenin. Bir ömür bitmeyecek bu hayatta değerin son noktasını görmenin. Hani ömrünün yetmeyeceği şeyin yani.
Kıymet var maddeye vurur anlarsın.
Manadaki kıymeti söyle ne ile tartarsın.
Ben mektebindeyim senin hem de ilmine aç, en tazesindeyim ömrün, ne versen ona muhtaç. O sebeple gülüm sevgime, aşkıma, hasretime miktar koyamam. Sen gibi bir hayali buldum desem, bir ömür kendimi bile buna inandıramam.
Acziyetimi bu süreçte, ne olur mazur gör, Sev beni sade, ömrümü ör…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.