xxxx1
Batı, Doğu, İslâm: Fırtına, deniz, umman
İslâm düşünce geleneği, en avam insanı bile havas mertebesine, hatta havassü'l-havas mertebesine çıkarmaya çalışır: Hedef, insan-ı kâmildir.
Genelde İslâm medeniyeti, özelde ise İslâm düşünce geleneği, insanı, her dâim yeni kıtalar, keşfedilmemiş kıtalar keşfine çıkararak yücelerin en yücesine ulaştırma kaygısı güden, bura'dan öte'ye, iç'ten dışa, enfüs'ten âfâka gerçekleştirilen uçsuz bucaksız bir keşif, bir varoluş yolculuğu.
Doğu hikmet gelenekleri, insanı iç'e yönelten, dıştan uzaklaştıran, hatta kaçıran, sürgit iç'i, iç dünyayı, enfüs'ü enfesleştirme ve enfüste yok olarak insana kendini ve dünyayı keşfettirme çabası ve yolculuğu: İnsan'ı enfüse hapsetmekle, dolayısıyla hayatı terk etmekle sonuçlanan bir fasit dâire çıkmazı. İç dünyayı teslim alarak insanı gerçekte içerden teslim alan ve yok eden bir kendi kendini yok etme çabası.
Pagan yani Batı düşünce geleneği, insanın ruhunda fırtınalar estiren, esen fırtınaları her dindirme çabasında, fırtınaları dindiremediği için her dâim insandan ve hakîkatten uzaklaştıran, kaçıran bir yok ediş serüveni. İnsanın varoluşunu, dış dünyaya hâkim olma, dış dünyayı, yani yüzeyi, yani kabuğu, yani görüneni, yani gölgeyi kontrol ve kolonize etme çabası. Afakı / dış dünyayı teslim alarak insanı, iç dünyasını da teslim alarak, gerçekte dış dünyaya teslim eden ve yok eden bir yok ediş ve yok ediş girişimi.
Batı, fırtına; Doğu hikmet gelenekleri, deniz; vahiy / İslâm ise, umman metaforlarıyla özdeşleştirilerek izah edilmeye çalışılabilir.
Batı, din/dirile/meyen fırtınalarla boğuşur: İnsanın içindeki fırtınaların dışına yansımasına engel olamaz: Fırtına bir ânda dışarıyı da kaplar ve bu fırtınada varolma, hayata tutunma mücadelesi verir insan: Fırtınayı mekanik yöntemlerle dindirir; daha doğrusu dindirdiğini zanneder.
Doğu, insanı, iç dünyasında geri-dönüşsüz bir yolculuğa çıkarır: Ucu görünmeyen bir denizdir üzerinde yolculuk yaptığı uzay Doğu'lu insanın: Bu denizde uçarcasına yolculuk eder: Uçar ve kendinden geçer: Vecde gelir; vecdde vücudunu da, "vicdan"ını da yitirir: Dış dünyayla irtibatı kopmuştur: Denizde yok olur.
İslâm insanı, sadece içe ya da sadece dışa yönelmez: İçe yöneldiği oranda dışa açılır; içerde yaptığı keşif yolculuğunu dışarı yansıtır: İç yolculuğunda keşfettiği hazineleri nefsinde ve dünya üzerinde dışavurur, vücut buldurtur: İç dünyasında yolculuk kendinin, kâinâtın ve Hakk'ın hakîkatini keşfettirir İslâm insanına: Bu yolculuk, aslında Doğu'da olduğu gibi iç dünyasında, Batı'da olduğu gibi dış dünya/sın/da kaybolma yolculuğuna dönüşmez: Bir ayağı şeriat'te olduğu için çıktığı bu yolculuk (tarîkat) onun hakîkat tahkîki'ne, taklîdî gerçeklikten tahkîkî hakîkate ermesine, vasıl olmasına imkân tanır: Hakîkati "bulur" / tadar ve bu hakîkati sadece kendi tecrübesi olarak saklamaz: Taklîdî hakîkati paklayacak, tahkîkî hakîkati aklayacak bir vicdan'la geri döner "dünya"ya, enfüsle âfâk arasında, tarih'le tarih ötesi orasında, iç / bâtın ile dış / zâhir arasında yaptığı bu kendini keşif, hakîkati keşif ve nihayet Hakkı keşif yolculuğu ummanından.
Pagan / seküler Batı düşünce geleneği, en azından gelinen nokta itibariyle, insanı, zihnen ve zevken, bedenen ve keşfen yere mahkûm eder; kötülüğü emreden ayartıcı nefsi, sanki en nefis, en yüksek bir varoluş noktasıymış gibi sunarak, kendinden de, dünyadan da, hakikatten de eder insanı ve banal'e, bayağı'ya, alelade'ye, sıradan'a hapseder.
Nietzsche'yi çıldırtan şey, buydu işte: İnsanın sıradanlaştırılması: Fevkalâdenin alelâdeleştirilmesi: Asîl ve aslî olan ile arızî olan'ın, ilâhî olan ile insanaltı derekesine düşecek kadar bayağılaşan beşerî olanın, en değerli ile en değersizin aynı düzleme indirgemesi ve eşitlenmesi.