Dilek SOYSAL
BAŞKA PENCERE
Yüzyıllarca kadın olmanın zorluğunu omuzlarında her an hisseden, tarlada, bağda, bahçede, sırtında çocuğuyla yaz, kış demeden her yerde erkeğinin yanında olmaya çalışan analarımız, kadınlarımız…
“ Tek varlığım anam” diye şiirler yazılan, “Cennet anaların ayakları altındadır” diyerek orada, burada dem vuran sözler ve yazılar…
“Son iki yılda ortalama 1.900’ün üzerinde kadın öldürüldü.”
Genelleme yaparsak her gün neredeyse 3 kadın.
Evet, şaşırtıcı değil mi?
Yukarıdaki övgü dolu ibareleri de söyleyen biz, kadını yavrusundan ayırarak hunharca öldüren yine biz…
Farkındayım, bunun üzerine nice yazılar yazıldı, nice yorumlar yapıldı ama sonuç hiçte iç açıcı değil. Elektronik kelepçelerden tutun, erkeğin evden uzaklaştırılması gibi birçok öneri ve yasa. Hatta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin, Avrupa ülkelerinde uygulanan elektronik kelepçe sistemine geçileceğini açıkladı. Yasal hazırlıkları da tamamladıklarını söyledi. 29 maddelik tasarı, eşine şiddet uygulama ihtimali bulunan kişilere dahi hapis cezası getiriyor. Türkiye’nin en önemli sorunları arasında yer alan kadına yönelik şiddetin önlenmesi için nihayet beklenen adımlar atılıyor.
Ama unutulan bir şey var, bu verilen cezalar ne kadar caydırıcı olabilecek veya uygulanan yöntemlerle şiddet uygulayan kişiler gerekli tedaviyi alabilecekler mi?
Evet “tedavi”…
Çünkü ne yapılırsa yapılsın, bu vahşeti gözü kırpmadan uygulayan kişiye “hasta” gözüyle bakılmadan,” hasta yatağına yatırılmadan” sonuç alınamayacağı…
Alınan önlemler sonuçta acilane durumlar için alınabilir ama uzun vade de başarı elde edemeyeceğimiz ve başladığımız acı noktaya tekrar geleceğimizdir.
Onca katil ve tecavüzcüler yıllarca cezaevlerinde yatarlar, dışarı çıktıktan sonra kaldıkları yerden devam ederler ki, genelde bunun sebepleri arasında ise gereken tedavinin yapılmamasıdır…
Fakat görülmesi gereken daha doğrusu çokta göz önünde bulundurulmayan sebepler de mevcut.
* Şiddeti veya cinayeti işleyen kişinin hayat şartları ve yaşamdan beklentileri.
*Kişinin çalışma şartları ve iş potansiyelindeki düşüşler.
* Eylemi oluşturan şahsın, eylemi oluşturmadan önceki yaşam şartlarıyla, eylemi oluşturduktan sonraki yaşam şartlarının arasındaki farkların incelenmesi.
* İş hayatındaki çalışma ortamının veya aldığı paranın yetersiz oluşu.
* Aile reisi konumundan, alt konuma düşüş korkusu.
* Çevre tarafından çeşitli kışkırtmalar ve kendine olan özgün kaybı.
* Geleneksel “erkek egemen bir toplum yapımızdan etkilenip, bu tarzı kendi üzerinde kaybetme”.
* Çalıştığı gerek kamu gerekse özel iş yapısı içinde üstlerinden veya iş arkadaşlarından sürekli “mobbinge” ( çeşitli baskı unsurları) mahsur kalması.
* Aile içinde “söz sahibi ve emredici” özelliğinin kalmaması.
* Kadının bilinçlenmesi ve kendi kararlarında kendinin de söz sahibi olması ve maddi yönden eşine bağımlı kalmaması.
Sıraladığımız bu maddelerin insan psikolojisinde düşüş yaşaması olasılığının olması ve kişinin “cinnet getirme” yolunda hız kazandıran önemli unsurlar arasındadır.
Tedavi sürecinde bu maddelerin de göz önünde bulundurulması, tedavinin seyrine hız kazandıracaktır. En azından dışarı çıktıkların da, psikolojik yönden tedavileri yapılmış birer birey olarak hayatlarına devam ettirilmeleri gerekir.
Bunların yanı sıra, ceza uygulaması ve tedavisi biten şahsın, dışarı çıktığında hayatını devam ettirebilmesi için, gerek kamu, gerekse özel çalışma hayatına yeniden kazandırılması ve bu konuda “devlet ve özel firma-kuruluşlardan gereken desteğin” verilmesi bu konuda atılacak doğru adımlar olacaktır.
Yoksa kadınları gerektiği gibi ne “Cumhuriyet Savcılıkların da kurulan şiddetten koruma büroları” nede ilgili kurum, kuruluşlar ve derneklerin çabaları tam olarak yerini bulamayacaktır. Çünkü hasta tedavi edilmezse ya “ölecek-öldürecek” veya etrafına “mikrop” yayacaktır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.