Basın (Medya)’da Ahlâk -I-

Günümüz Türkiye'sinde olaylar o kadar çabuk gerçekleşiyor ve bir o kadar da hızla başka mecralarda şekilleniyor (ya da şekillendiriliyor) ki, insan medyayı takip ederken bile ister istemez başı dönüyor. Olaylar, bırakın haftalık değişmeyi günlük hatta saatlik değişiyor.

Olayları bu kadar şekillendiren ve istediği duruma getiren medyanın buradaki durumu acaba nedir? Medya olayları kullanıp prim peşinde mi, yoksa Derin Devlet anlayışı mı medyayı kullanıyor? Ya da bu ikisi arasında çıkar mı var? Sözün özü danışıklı dövüş ve sonunda alan kârlı, veren kârlı.

Yukarıdaki girişten sonra bir de şu soruyu sorayım; bazı basın bugünkü söylemiyle medya mensupları bu kadar ahlâksız mıydı? Hiç değişin bir şey yok mu? Üzülerek görüyoruz ki, 70 – 80 yıllık Basın'da bir nebze olsun oluş gelişme yok. Üstad Necip Fazıl bundan yetmiş sene önceki durumu ne güzel yazmış!

“Genç Şair'in (kendisi) Babıâli ile tam haşr-ü neşrini yoğuran 1928 – 1929 hengâmesinde dikkat ettiği başlıca hususiyet Babıâli ahlâkı… Fikirle ahlâk birbirini doğurduğuna, hatta ahlâk his planını kuşattığı için önceden sezilir bir şey olduğuna göre, vecd ve iman kaybının panayır yerinde nasıl bir ahlâk tablosu şekillenebilirse Babıâli, işte sadakatle onu çizmektedir.

'Sahibinin Sesi' markasındaki etikete eş, rejime köle bir matbuat… Düşünme ve söz söyleme hakkı, ancak rejimin düşündüğünü düşünme ve söylediğini söyleme kaydiyle temsil edebilir ve işin en hazin tarafı, esirlere 'hürüm ve mesudum!' diye kazığa oturtularak bağırtılması gibi, gazete çıkarana böyle bir temsil tavrı mecburidir. Hiç kimsenin vicdanında söylediklerinin hakikati yatmadığına, yani samimilik kanat açıp Kafdağı'na kaçmış bulunduğuna bakılırsa, bu halin doğuracağı ne olabilir diye de düşünmeye lüzum yoktur.

Meddahlık! Ve aşk ve değer hükmünden yoksunluğun doğurduğu binbir dallı bir felaket ağacı… Ahlâksızlık…

Dedikodu, hased, hırs, iftira, taklit, gammazlık, kalpazanlık, iffetsizlik, haysiyetsizlik… Istırapsızlık, kalitesizlik…! (Babıâli – Necip Fazıl KISAKÜREK, Sayfa – 88)    

Gördüğümüz gibi 1928 – 1929 Türkiye'si ne ise bugünkü Türkiye de aynı. Basında ve ahlâkında bir arpa boyu olsun bir gelişme yok. Belki teknik olarak dünyada çoğu ülkelerle başa baş gidiyoruz ama ahlâki yönden kaliteli yazarlarımız pek az. Kitap okumasını bilmeyen, karşısındaki insanlarla diyalog kuramayan,  mahareti ve yazarlığı kalem oynatmakla bilen bazı yazarcıklar kendilerini yazar diye millete tanıtıp saman altından su yürütenler, basımızın ahlâkını iyice menfi yöne çekmektedir.

Bir yandan ensesi kalın kodamanları (patronları) için ihale takipçiliği yapan ve ceplerini yeşil dolarla ve renkli avrolarla doldurmak için ter döken yazarlar, bir taraftan da milli ahlâkı çökertici çarşaf çarşaf fotoğraflı yazılar yazan magazin çıngarları, basınımızın manevi olarak gelişmesi açısından önünde kocaman bir engel.

Bununla birlikte ahlâk ile tiraj ve reyting arasında bir paralellik oluşmakta. Basının ve televizyonların ahlâkı ne kadar menfi yöne gidiyorsa o kadar da tirajlar veya reytingler menfi yöne gidiyor. Şu anda basınımız (medyamız) her yönden yoğun bakımda. Olaylara sadece ölü gözlerle ve/veya at gözlüğüyle bakıyor, gerçekleri fark edemiyor (fark ettiremiyor).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum