xxx98
Barış için
Başkan Bush'u Avrupa'ya, Brüksel'e getiren nedir? Gücü mü, yoksa zayıflığı mı? Başına buyrukluktan kaynaklanan küstahlığı mı? Yoksa Avrupa'ya, uluslararası topluma muhtaç olduğunun nihayet farkına varması mı? Ya da örneğin bütün dünyada patlayan Anti - Amerikanizm mi?
Evet, yoruma açık sorular.
Ama bir nokta kesin:
Dünyada tek süper güç olmanın herşey demek olmadığını, bunun da bazı sınırları bulunduğunu, öyle anlaşılıyor ki, Bush yönetimi de sonunda gördü.
Bir başka deyişle:
"Ben süper gücüm, bildiğimi okurum!" diye tanımlanabilecek tek boyutlu 'sopa politikası'nın çıkar yol olmadığını belki Irak Savaşı iki yıllık gecikmeyle de olsa Başkan Bush'a göstermiştir.
Eğer öyleyse, olumlu bir gelişme.
Avrupa Birliği'yle NATO'nun başkenti Brüksel'deki konuşmalarında Başkan Bush'un ağzından bal damlıyordu. Sürekli olarak zeytin dalları ile yüklü mesajlar verdi Avrupa'ya.
Birlikten, dostluktan, Amerika'yla Avrupa'nın paylaştığı ortak değerlerden, özgürlük, barış ve demokrasiden söz etti.
"Dünyada hiçbir güç bizi, Avrupa'yla Amerika'yı bölemez" dedi. "Biz birlik olduk mu, hiçbir sorun bize dayanamaz" dedi. "Özgürlük barışı getirir" dedi.
İyi güzel!
Yakın geçmişten, Irak Savaşı'ndan ders aldığı için mi şimdi bütün bunları söylüyor Başkan Bush?.. Değiştiğini söylemeden değiştiğini mi anlatmak istiyor? Yoksa bir süre sonra yine eski hamam eski tas devam mı edecek?
Bush yönetiminin ilk dört yılında inandırıcılığa indirmiş olduğu ölümcül darbeler, ister istemez bu soruları hemen akla getiriyor, haklı kılıyor.
Yoksa Başkan Bush'un dediği gibi, Irak'ın bundan böyle istikrar ve demokrasi yolunda yürümesi için Amerika - Avrupa işbirliği yaşamsal bir konu...
Filistin - İsrail barışı için de öyle... İran'ın nükleer güç olmasının engellenmesinde, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesinde yapılabilecek işbirliği de farklı değil.
Küresel terör eğer dünyanın başına büyük bir belaysa, bunun yenilmesi için Amerika'yla Avrupa'nın güç birliği yapması da, bu alanda yalnız askeri değil, ekonomik, toplumsal boyutlu stratejiler geliştirmeleri de çok önemli...
Bir başka konu:
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında totaliter rejimlerin yıkılmasında 'Batı İttifakı'nın oynadığı tarihsel rol, bu kez Bin Ladin - Zerkavi kafasının temsil ettiği 'yeşil totalitarizm'e karşı neden oynanmasın ki?..
Bu pencerelerden bakınca, insanın içinden Başkan Bush'un Brüksel ziyaretine umut bağlamak geliyor. Çünkü Amerika - Avrupa yakınlaşması ve transatlantik ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılması, dünya barışı açısından olumlu bir gelişmenin altını çizebilir.
Ayrıca şunu gözardı etmeyin:
Amerika - Avrupa ilişkilerinin düzelmesi bizim için de yararlıdır. Hükümetin Irak, Amerika'yla ilişkiler ve Kürt sorunu gibi bazı ince ayar gerektiren konularda özen göstermesi koşuluyla, Türkiye'yi de rahatlatır. Dış politikada manevra alanını genişletir. Hatta Ankara - Washington ilişkilerinin iyileşmesine yardımcı olur.
Amerika, 'neo - con'ların şartlandırdığı sopa merakından sıyrılabilirse, Avrupa da Irak'la ilgili olarak Amerika'ya dönük, "Ben sana dememiş miydim?" hareketsizliğinden kurtulabilirse, dünya barışı için çok daha hayırlı bir dönemin açılacağına inanıyorum.
Dileriz Başkan Bush'un Avrupa'ya dönük açılımları lafta kalmaz.
-
BİR AÇIKLAMA NOTU
Geçen hafta cuma akşamı İstanbul'da, Bebek'teki bir lokantada kimi dostlar özel bir yemekte buluştuk ve haber olduk. Bazı televizyon kanalları, gazete ve internet siteleri, bu yemekte MİT Müsteşarı Atasagun'la ABD'nin Ankara Büyükelçisi Edelman'ın da bulunduğu bildirdiler. Doğru değildi bu. Meslektaşlarımız haberi yaparken, gazeteciliğin temel ilkesini unutmasalar, check etme zahmetine katlansalar, bu yanlışa düşmezlerdi. Bu yemekte buluşanlar, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris, eski MİT Müsteşarı Büyükelçi Sönmez Köksal, eski Büyükelçi Cem Duna, Can Paker, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'di.
Evet, yoruma açık sorular.
Ama bir nokta kesin:
Dünyada tek süper güç olmanın herşey demek olmadığını, bunun da bazı sınırları bulunduğunu, öyle anlaşılıyor ki, Bush yönetimi de sonunda gördü.
Bir başka deyişle:
"Ben süper gücüm, bildiğimi okurum!" diye tanımlanabilecek tek boyutlu 'sopa politikası'nın çıkar yol olmadığını belki Irak Savaşı iki yıllık gecikmeyle de olsa Başkan Bush'a göstermiştir.
Eğer öyleyse, olumlu bir gelişme.
Avrupa Birliği'yle NATO'nun başkenti Brüksel'deki konuşmalarında Başkan Bush'un ağzından bal damlıyordu. Sürekli olarak zeytin dalları ile yüklü mesajlar verdi Avrupa'ya.
Birlikten, dostluktan, Amerika'yla Avrupa'nın paylaştığı ortak değerlerden, özgürlük, barış ve demokrasiden söz etti.
"Dünyada hiçbir güç bizi, Avrupa'yla Amerika'yı bölemez" dedi. "Biz birlik olduk mu, hiçbir sorun bize dayanamaz" dedi. "Özgürlük barışı getirir" dedi.
İyi güzel!
Yakın geçmişten, Irak Savaşı'ndan ders aldığı için mi şimdi bütün bunları söylüyor Başkan Bush?.. Değiştiğini söylemeden değiştiğini mi anlatmak istiyor? Yoksa bir süre sonra yine eski hamam eski tas devam mı edecek?
Bush yönetiminin ilk dört yılında inandırıcılığa indirmiş olduğu ölümcül darbeler, ister istemez bu soruları hemen akla getiriyor, haklı kılıyor.
Yoksa Başkan Bush'un dediği gibi, Irak'ın bundan böyle istikrar ve demokrasi yolunda yürümesi için Amerika - Avrupa işbirliği yaşamsal bir konu...
Filistin - İsrail barışı için de öyle... İran'ın nükleer güç olmasının engellenmesinde, Suriye'nin Lübnan'dan çekilmesinde yapılabilecek işbirliği de farklı değil.
Küresel terör eğer dünyanın başına büyük bir belaysa, bunun yenilmesi için Amerika'yla Avrupa'nın güç birliği yapması da, bu alanda yalnız askeri değil, ekonomik, toplumsal boyutlu stratejiler geliştirmeleri de çok önemli...
Bir başka konu:
İkinci Dünya Savaşı ve sonrasında totaliter rejimlerin yıkılmasında 'Batı İttifakı'nın oynadığı tarihsel rol, bu kez Bin Ladin - Zerkavi kafasının temsil ettiği 'yeşil totalitarizm'e karşı neden oynanmasın ki?..
Bu pencerelerden bakınca, insanın içinden Başkan Bush'un Brüksel ziyaretine umut bağlamak geliyor. Çünkü Amerika - Avrupa yakınlaşması ve transatlantik ilişkilerinde yeni bir sayfanın açılması, dünya barışı açısından olumlu bir gelişmenin altını çizebilir.
Ayrıca şunu gözardı etmeyin:
Amerika - Avrupa ilişkilerinin düzelmesi bizim için de yararlıdır. Hükümetin Irak, Amerika'yla ilişkiler ve Kürt sorunu gibi bazı ince ayar gerektiren konularda özen göstermesi koşuluyla, Türkiye'yi de rahatlatır. Dış politikada manevra alanını genişletir. Hatta Ankara - Washington ilişkilerinin iyileşmesine yardımcı olur.
Amerika, 'neo - con'ların şartlandırdığı sopa merakından sıyrılabilirse, Avrupa da Irak'la ilgili olarak Amerika'ya dönük, "Ben sana dememiş miydim?" hareketsizliğinden kurtulabilirse, dünya barışı için çok daha hayırlı bir dönemin açılacağına inanıyorum.
Dileriz Başkan Bush'un Avrupa'ya dönük açılımları lafta kalmaz.
-
BİR AÇIKLAMA NOTU
Geçen hafta cuma akşamı İstanbul'da, Bebek'teki bir lokantada kimi dostlar özel bir yemekte buluştuk ve haber olduk. Bazı televizyon kanalları, gazete ve internet siteleri, bu yemekte MİT Müsteşarı Atasagun'la ABD'nin Ankara Büyükelçisi Edelman'ın da bulunduğu bildirdiler. Doğru değildi bu. Meslektaşlarımız haberi yaparken, gazeteciliğin temel ilkesini unutmasalar, check etme zahmetine katlansalar, bu yanlışa düşmezlerdi. Bu yemekte buluşanlar, ABD'nin eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris, eski MİT Müsteşarı Büyükelçi Sönmez Köksal, eski Büyükelçi Cem Duna, Can Paker, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal'di.