Bakalım Susurluk’a varabilecek miyiz?

Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ‘Susurluk Davası’ kapsamında Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemle ilgili Mehmet Ağar’ı ‘cürüm işlemek için silahlı teşekkül oluşturduğu’ iddiasıyla beş yıl hapis cezasına çarptırdığını duyunca, Susurluk günlerine geri gittim, gördüm ki ömrümüzün on beş yılını da Susurluk ve onun faili meçhul cinayetleri yemiş.

***

TBMM’deki Susurluk Komisyonu’na ifade veren o dönemin Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı, Susurluk Çetesi’ni şöyle tanımlıyordu: ‘Neticede PKK’nın ve diğer örgütlerin destekçisi aktif unsurların susturulduğunu, daha sonra faaliyet gösterilecek zemin kalmayınca resmi görevli ve sivil kişilerden teşekkül ettirilmiş olan bu grupların kendilerine menfaat temini uğruna mafya türü birtakım yasadışı faaliyetlere giriştiklerini...

Bu grupların Emniyet, MİT ve JİTEM içerisinde ayrı ayrı oluştuğunu, Emniyet içerisinde Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’a bağlı Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin’in başkanlığında özel harekâtçılardan ve Korkut Eken’e bağlı sivillerden, MİT içerisinde Mehmet Eymür’e bağlı özel harpten geçmiş subaylar ile aşırı ülkücü ve mafya denen insanlardan, JİTEM içinde kendilerine bağlı kişilerden teşekkül ettiğini... Güneydoğu’da eleman olarak kullanılırken daha sonra bu gruplar içinde en büyük para tahsilâtçısına dönüştüğünü... Mafya örgütleriyle de görüşerek menfaat temin ettiklerini...’

***

Mehmet Ağar dün Emniyet Genel Müdürü olduğu dönemle ilgili yargılandığı davada mahkûm oldu. Ama bir de Mehmet Ağar’ın İstanbul Emniyet Müdürlüğü dönemi var.

O dönemde benim aklıma hep Faruk Tuna’yı getirir... Bir ömür boyu, işkenceyle öldürülen gencecik Faruk Tuna’nın katilleri peşinden koştum ama başarılı olamadım... Çünkü Faruk Tuna’yı işkence ederek öldürenler, son ana kadar inanılmaz bir biçimde kollanıp korundular. Önce görev yaptıkları tim yargıya bildirilmedi, ardından o tim dağıtıldı, bir türlü mahkeme aşamasına varılamadı. Ancak dirençli bir aile ve ısrarlı avukatlar sayesinde dava açılabildi. Orada da inanılmaz engeller ile karşılaşıldı. Sadece bir polis memuru suçlu bulundu. Onun da cezasını çekmek için gönderildiği Tekirdağ’da hapis yatmadığı söylendi. Mahkûm olan memur vicdanının sesine uyarak, o dönemde Nokta Dergisi’ne uzun bir mektup yazdı. Dergi bu memur ile görüştü ve konuyu kapak yaptı.

Ama bunlar da hiçbir işe yaramadı.

***

1980 yılında pankart asma suçundan gözaltına alınan Faruk Tuna yirmilerinde bir öğrenciydi. Polisler onu, elinde havlusu, yanında sevgilisi, Sarıyer’e denize girmeye giderken belediye otobüsünden indirdiler. Ardından Birinci Şube’ye götürdüler. Aynı akşam işkenceden ölmüştü. Üstelik devletin bir başka kurumu olan Adli Tıp, Faruk Tuna’nın işkenceden öldüğünü, daha doğrusu işkencede öldürüldüğünü belirtir bir rapor düzenlemişti. Buna rağmen kamu, dava açmak için tam sekiz yıl bekledi. Acaba Faruk Tuna, güvenlik mensuplarından birini işkence ile öldürmüş olsaydı cumhuriyet savcıları dava açmak için gene sekiz yıl bekler miydi?

***

Faruk Tuna cinayetiyle ilgili ilk dava, gözaltında öldükten tam sekiz yıl sonra 1988’de açıldı. Davada dört yıl ve beş ay ceza alan polis memuru Sinan Yalçın, dönemin Emniyet Müdürü Mehmet Ağar’ı suçladı ve 1990’da cinayete karışan diğer beş polisi açıkladı. 

Bu sanıklar 1995’te beraat etti. 

Karar 1997’de bozuldu.  Yeni yargılama 2002’de bir polisin mahkûmiyetiyle sona erdi. 

Dosya tekrar Yargıtay’a gitti.

8. Ceza Dairesi de 15 yıllık zamanaşımının çoktan dolduğu gerekçesiyle dosyayı kapattı.

Sonunda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde bir üniversite öğrencisinin işkence ile öldürülmesi, resmi devlet dairelerinin öğrencinin işkencede öldürüldüğünü kabul etmesi, yargının işkenceyi ve işkencecilerin varlığını tescil etmesine rağmen cezasız kaldı.

***

Gene dün...

Mehmet Ağar’ın avukatları aldığı cezaya gün içinde itiraz ettiler. Bu mahkemenin safahatını merak ediyorum... Bakalım Susurluk’a varabilecek miyiz?  Faruk Tuna’nın katillerine varamamıştık da...

Önceki ve Sonraki Yazılar