Recep KOÇAK
Babalar ve Oğullar
Baba kanser hastası idi. Kemoterapi uygulaması için Ankara’da Tıp Fakültesi Hastanesi’nde yatıyordu. Oğul İstanbul’dan ziyarete gitmişti. Gün boyu beraber oldular. Bir ara baba oğluna dönerek tebessümle şöyle söyledi:”Annen, senin ziyaretime sık gelmenle beni kıskanıyor. Ben hastalandım gelmemişti, sen hastalandığından beri kaç defa geldi, diyor.”
Baba ölümcül hasta idi ama espri yapıyordu. Kanser olduğunu biliyordu ama hastalığı süresince bu kelimeyi asla kullanmamıştı. Bir ara oğluna, “Geçen gün televizyonda bir sağlık programında izledim, ısırgan iyi geliyormuş benim hastalığıma” dedi.
Bir ara baba ile oğul yalnız kaldılar. Baba mavi-beyaz renkli bir ilaç çıkardı kutusundan, “Dizlerim ağrıyor, romatizma için bunları verdi doktor” dedi
Sonra baba her şeyin farkında olduğunu oğluna şu cümle ile haber veriyordu:”Akşamları telefonla sık sık aramana gerek yok. Arada bir telefon açarsın, yeter. Şimdi bizim için lazım olan, dua!”
Onu 2002 yılının bir Mayıs gününde ahirete uğurladık.
O, benim babamdı.
…
Bir baba İstanbul’a geldi. Oğul çok mutlu olmasını istiyordu babasının. Birlikte lokantaya gittiler. Gönlünce, ne isterse yemesi için ısrarları oldu oğlun.
Yemek bitti. Baba oğluna ne kadar ödeme yaptığını sordu. Oğul söylemek istemedi ama baba ısrar edince istediği bilgiyi verdi babasına.
Baba bir gün yakın bir akrabası ile konuşuyordu, oğlundan dert yandı:”Beni lokantaya götürdü, o kadar parayı saçtı. Ver bana o parayı, daha makbule geçer.”
Yıllar sonra bu baba İstanbul’a geldi yeniden. Oğlu onu Eyüp Sultan Camii’ne götürdü. Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesini ziyaret ettiler. Cami avlusunda kuşlara yem verdiler. Baba ve oğul kol kola fotoğraf çekindiler.
İstanbul’un tarihi mekânlarını, camilerini gezdirdi oğul. Babasına ayakkabı, kaban, elbise aldı. Baba mutluluktan uçuyordu. Oğlu önceki yıllarda hiç bu kadar vakit ayıramamış, hiç bu kadar gönlünü alamamıştı babasının.
Baba memleketine döndü, dudakları kıpır kıpırdı, oğlu için dualar ediyordu.
Aylar geçti acı haber tez ulaştı babaya. Oğul bir trafik kazasında vefat etmişti.
İstanbul’a koştu baba ve oğlunu Hasdal Mezarlığı’na kendi elleriyle defnetti.
Baba, memleketine döndü ama yüreğindeki kor sönmek bilmiyordu.
Birgün yıllar önce oğlundan dert yandığı yakını geldi ziyaretine. “Beni lokantaya götürüp o kadar parayı saçacağına parayı bana verseydi ya!” diyerek dertlendiği yakınıydı gelen.
Son İstanbul ziyaretini ve oğlu ile dolu dolu geçirdiği günleri anlattı baba. Birlikte geçirdikleri birkaç güzel gün meğer son günleriymiş.
Fakat sanki oğlun içine doğmuş bir şeyler ki, babası ile son görüşmesinde geçmişteki bütün buruklukları silecek jestlerle, babasının gönlünü fethetmeyi başarmış.
Sohbet devam ederken vitrinin üst rafındaki bir fotoğraf dikkat çekiciydi. Baba ve oğul Eyüp Sultan Camii avlusunda, kuşlara komşu, kol kola gülümsüyorlardı objektife. İkisi de mutluydu. Farkında değillerdi ama birlikte çekindikleri son fotoğraftı o.
Baba kısa bir süre önce kardeş acısı ile sarsılmıştı. Kardeş acısıyla sızlayan yüreği iyileşmeden üstüne evlat acısı gelmişti.
İki acı çok sarstı babayı ve çok geçmeden o da kısa süre önce kaybettiği kardeşi ve oğlunun göçtüğü ebedi âleme gitti.
O baba benim amcamdı.
Cenazesini defnettik. Küçük oğluna taziye için sarıldığımda kulağıma fısıldadı;”Seni çok severdi”.
Bütün geçmişlerimize rahmet diliyorum.
…
Bir baba oğluna, “Bir şeyi terk et, bir şeyi asla bırakma” dedi. Oğul merak etti iki şeyi. Sordu, öğrendi. Baba hiç sigara içmemişti ama oğluna “Sigarayı terk et” diyordu. Oğlu yıllar sonra da olsa babasının dediğini yaptı.
Asla terk etme dediği şey ise namazdı. Oğul namazını hiç bırakmamıştı.
Oğul babasının çok istediği iki şeyi yapabildiği için şimdi mutlu.
Oğul, benim arkadaşım.
Not: Bütün babalar ve oğulları, unutamadıkları “an”ları ve anıları bu köşede paylaşılmak üzere yazmaya ve aşağıdaki elektronik posta adresime göndermeye davet ediyorum. İlgileneceklere şimdiden teşekkür ederim.
gumuslale@gmail.com
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.