Barış KIŞO
BABA, OĞUL ve SERÇE
Sıcak ve güneşli bir sonbahar sabahıydı…
Sararmaya başlamış meşe yaprakları arasından süzülen güneş, bahçedeki küçük süs havuzunda yıkanan serçelerin bahar şarkısı coşkularını arttırıyordu. Yetmiş yaşına merdiven dayamış Mehmet amca evinin önündeki bahçede, hemen süs havuzunun önündeki bankta oturmuş, kuşların cıvıltısını dinliyor, yüzüne çarpan tatlı rüzgarın serinliğinde yaz günlerinden kalma bu güzel sabahın tadını çıkarmaya çalışıyordu. Hemen yanında oturan oğluna göz ucuyla baktı. Murat onun en küçük oğluydu. Eşini kaybettikten sonra Mehmet amca otuzüç yaşındaki bekar oğluyla beraber yaşamaya başlamıştı bu koca evde.
Bir şeyler konuşmak istercesine oğluna baktı ama Murat, yüzüne çarpan güneşten rahatsız olmuşçasına kısık gözlerle ve çevresinde olup bitenlere aldırış etmeksizin elindeki gazetenin spor sayfasını okuyordu. Murat’ın gazete sayfasını aniden çevirmesinden ürken bir serçe güneşlendiği yerden havalanıp, havada bir iki tur attıktan sonra Mehmet Amcanın ayaklarının dibine kondu.
Mehmet Amca hayranlıkla yerdeki serçeyi izlemeye başladı ve bir süre sonra oğluna dönüp;
“Bu ne?” dedi.
Genç adam, başını gazetesinden kaldırmaksızın ve donuk bir sesle
“Serçe” demekle yetindi.
Mehmet Amca gülümsedi, hayranlıkla kuşu seyretmeye devam ediyordu. Aradan otuz saniye bile geçmemiş olmasına rağmen oğlunun az önce verdiği cevabı unutmuşçasına yeniden oğluna döndü,
“Bu ne?”
Başını gazeteden kaldırıp, yan gözle babasına bakan Murat,
“Serçe, baba serçe !...” diye cevap verdikten sonra başını iki yana sallayıp, yeniden gazetesini okumaya devam etti.
Bu esnada bir başka serçe Mehmet Amcanın başının üzerinde bir tur attıktan sonra hemen önlerindeki küçük çam fidanının üzerine kondu. Serçenin renkli tüyleri güneş ışığında parıldıyor, söylediği şarkının nameleri ihtiyar adamın tüm dikkatini o tarafa çekiyordu. Bir çocuğun gözlerindeki heyecan ve yüzündeki merak dolu tatlı tebessümle bir süre için kuşu seyretti ve gözlerini kuştan ayırmaksızın, oğluna bir kez daha seslendi:
“Bu ne?”
Babasının bu sorusu karşısında Murat biran için kontrolünü kaybetti ve elindeki gazeteyi yere fırlatarak ve öfkeyle ayağa kalkarak babasına döndü:
“Serçe diyorum baba! Serçe, SER-ÇE, SER-ÇEE !!!... Anlamıyor musun? O bir serçe, SERÇEEEEE !!!” diye bağırdı ve tekrar yerine oturdu. Etrafta güneşlenen bütün kuşlar bu çığlık karşısında korkuyla kaçıştılar. Yaşlı adam, hiç beklemediği bu tavır karşısında önüne baka kaldı. Bir dakika kadar, gözleri toprakta sessizce bekleyen adam; hiçbir şey demeden yerinden kalktı ve yorgun, bezgin adımlarla eve doğru yürüdü.
Yaptığı çıkışın pişmanlığını yaşan genç adam, ayağa kalkıp babasının arkasından seslendi:
“Nereye gidiyorsun ? …” Mehmet Amca hiçbir cevap vermedi. Murat, öfkeyle az önce yere fırlattığı gazeteye bir tekme savurdu ve tekrar banka oturup, süs havuzunu seyretmeye başladı. Yaptığı hareketin pişmanlığını yaşadığı gözlerinden okunabiliyordu. Ama gidip de sevgili babasının gönlünü alacak bir sözcük söylemeye cesareti yetmiyordu.
Az sonra yaşlı adam elinde oldukça eski bir defterle geri geldi ve tek bir söz etmeden oğlunun yanına oturdu. Heyecanla sayfaları karıştırdı, karıştırdı, karıştırdı…
Bulduğu bir sayfayı konuşmaksızın okuması için oğluna uzattı. Oğlu, defteri aldı, bu defteri biliyordu ama hiç okumamıştı. Babasının yıllardır tuttuğu günlüklerden birisiydi bu ve sessizce okumaya başladı. Babası, gözlerini süs havuzundan ayırmadan:
“Sesli oku!” dedi ve Murat sesli bir şekilde babasının günlüğünden okumaya başladı:
“6 Ekim 1979, Bugün benim birkaç gün önce üç yaşına yeni girmiş küçük oğlum Murat, bizimle beraber parkta oturuyordu. Bir serçe de tam önümüzdeydi. Oğlum bana tam yirmibir kez “Bu nedir?” diye sordu. Ve ben ona, her sorduğunda “o bir serçe” dedim. Ona her seferinde; bana aynı soruyu sorduktan sonra sarıldım. Tekrar, tekrar… Sıkılmadan sevgi ve şevkatle…Benim masum küçük yavruma…”
Oğlu bu satırları okurken yaşlı adamın gözleri dolmuştu, Murat’ın da sesi titriyordu. O çok sevdiği fedakar babasına karşı nasıl olmuştu da böylesine sabırsız ve saygısız davranabilmişti. Gözlerinden süzülen damlalar tüm vücudunu saran pişmanlık ateşini söndürmeye yetmiyordu Murat’ın.
Babasına sarıldı, sımsıkı sarıldı. Baba ve oğul sanki yıllar sonra birbirlerini tekrar bulmuşçasına sarıldılar. Herikisi de ağlıyordu ama bu göz yaşları artık pişmanlık ve üzüntü için değil, birbirlerine tekrar kavuşmuş oldukları mutluluğun şükrü için akıyordu.
Umulur ki bu kısa hikayecikten her birimize bir nasihat bulunur.
Unutmayalım ki; Kul hakları içinde en mühim olanı ana-baba hakkıdır. Allah ve Rasûlü’ne itaatten sonra ana-babaya itaat gelir.
Cenâb-ı Hak, kendi haklarından sonra anne-babaya iyi ve güzel davranmayı ilk sırada zikrederek şöyle emreder:
“Allâh’a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabâya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın…” (en-Nisâ, 36)
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını vasiyet ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için:) «Önce Bana, sonra da ana-babana şükret!» diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.” (Lokmân, 14)
Çocuklar, ana-babalarına karşı hürmet, itaat ve gerekli hizmetlerle mükelleftirler. Eğer farklı yerlerde ya da muhtelif şehirlerde yaşıyorlarsa, ana-babalarını ziyâret edip gönüllerini almalı, duâlarını istemelidirler. Onlara hizmet etmek, güzel söz söyleyip ikramda bulunmak, bilhassa yaşlandıkları zaman evlâtların en büyük vefâ borcudur. Yüce Rabbimiz, onlara karşı en ufak bir memnûniyetsizlik göstermeye bile müsâade etmemiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur:
“Rabbin, yalnız kendisine ibâdet etmenizi ve ana-babaya iyilikte bulunmayı emretmiştir. Eğer ikisinden biri veya her ikisi, senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa, onlara karşı «öf» bile deme, onları azarlama. İkisine de hep tatlı söz söyle. Onlara rahmet ve tevâzû kanatlarını ger ve; «Rabbim! Onlar beni küçükken (merhametle) yetiştirdikleri gibi Sen de onlara merhamet eyle!» diyerek duâ et!” (el-İsrâ, 23-24)
Cenâb-ı Hak, cümlemizi ana-babasına itaat eden ve onları memnûn ederek huzûr-i ilâhîye varan bahtiyar kullarından eylesin…
Âmîn!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.