Ahmet BULUT
Aziz Üstadım Seni Unutmadık...
Aziz Üstadım Unutmadık Seni…
İlk defa sabah namazında İskenderpaşa Camiinde gördüm. Namaz sonrası evradı okurken dinledim. Bakarken gönlümün derinliklerinden gelen tarif edemediğim bir duygu kapladı bütün bedenimi. O günden sonra takip etmeye başladım sohbetlerini. İlk zamanlarda üslubu çok sakin geldi. Sebebini sorduğumda bir kardeşime, Nebevi metod böyledir demişti. Arayış içindeydim, bana kılavuzluk edecek, Efendimiz’in (s.a.v.) yaşadığı hayatı bana modelleyecek bir örneğin izini sürüyordum. Aradığım adresi bulmuştum.
İmam Hatip Lisesinde okurken, hadis-i şerifler ilgimi çekiyordu. Okudukça heyecanlanıyordum. Ben de bunları hayatımda uygulamalıyım diyordum. Bunları bana yaşayarak gösterecek bir model bulamadığım için de hep arayış içindeydim. Ta ki Hoca efendiyi tanıyıncaya kadar. Onu dinlemeye başladığımda sözlerinin tesirini kalbimde hissetmeye başladım. Ve uzun zamandır aradığım güzel örneği bulduğum için Rabbime hamdettim. O günden sonra duasındaki talebine göre Rabbine kavuşuncaya kadar hep takip etmeye, anlattıklarını anlamaya, anladıklarımı uygulamaya çalıştım. Çünkü Efendimiz’in (s.a.v.) manevi varisi olarak bildim ve tabi oldum.
Fakültede okuduğum sürece bir fakülte de O’nun sohbetlerinde okudum diyebilirim. Çok şeyler öğrendim. Hadis-i şerifleri öyle güzel anlatıyordu ki adeta gözümüzün önünde canlanıyordu. Günümüze bakan yönlerini tarif ederken, bizler nefsimizde bunları nasıl uygulayabilirizin hesabını yapıyorduk. Geriye dönüp baktığımızda ne kadar çok değişim gerçekleştirmiş üzerimizde onu görüyorum ve Rabbime hamdediyorum.
O’nun sayesinde dünya Müslümanlarını ve oradaki kardeşlerimizi tanıdım. Hizmet sahamızın sadece Türkiye ile sınırlı olmadığını yaşayarak, sohbetlerinde nasihat ederek bizlere gösterdi. Ulaşabildiği her yere Allah Rasulünden (s.a.v.) aldığı mesajı ulaştırmaya çalıştı. Yaptıklarını da kendine nisbet etmedi. Kendisinden feyz aldığı hocasının[1] adını verdi bu hizmetlere. Her ay Müslümanların hizmetine bir mescid açmayı kendine görev bildi ve bu yolda Rabbi Rahimine kavuştu. O Müslümanların birlik olmasını çok istedi. Bir araya gelebilecekleri mekânlar kurmaya azami dikkat etti.
Ülkemizde İslama gönül verenlerin birlikte hizmet etmeleri ve işlerini şura ile halletmeleri en büyük arzularındandı. Bunun için çok gayret etti. Ziyaretler yaptı. Meramını anlattı. Belki dostları, kardeşleri anlayamadı ama düşmanı çok iyi anlamıştı. Olayı abartarak şura meclisinin kurulduğunu, hem de kabirdeki muhterem zevatı da o meclise ekleyerek duyurdular. Fakat Müslüman kardeşleri az olsun, bizim olsun düşüncesiyle pek yanaşmadılar. Gerçekleşemeyen arzularından biri olarak kaldı. Bakalım Müslümanlar ne zaman bu olgunluğa erebileceğiz?
Zalim hükümdar karşısında hak sözü söylemenin en büyük cihad olduğunu hadis-i şeriflerden okuyup, bizlere ders verirken, kendileri de 28 Şubat Post Modern Darbecilerine karşı hak sözü söyledi.[2] Herkesi yapabileceklerini yapması için göreve çağırdı.[3] Birçoklarının sustuğu veya susturulduğu zor zamanda konuştu, vazifesini yaptı. Burada hizmet imkânları daralınca, yeryüzünü mescid kılan liderinin yoluna uyarak hicret etti.
İlim adamı yetiştirmek için çok gayret etti. Enstitüler kurdu. Büyük imkânlar hazırladı. Dünya çapında âlimler yetiştirmeyi arzu etti. Elinden geleni ortaya koydu. Ümmete hizmet edecek, ilim ve irfan sahibi gençlerle yürümek istedi. Bu güzel müesseseler tam meyve vermeye başlamışken bir hain el, bu ocağı söndürdü. Ne büyük kayıptı hem ülkemiz hem de ümmet adına. O güzel insan ne büyük gayeler için bu ocağı kurmuştu. Dağıtılınca acaba ne büyük bir ızdırap yaşamıştı. Yurt içinde ve dışında yetişmiş davetçilere şiddetle ihtiyaç vardı. Bizim bıraktığımız boşluğu batıl dinlerin mensupları işgal ediyordu.
O, insanımıza sünneti sevdiren adamdı. Gittiği her yerde yapacağı konuşmalarını, yanından hiç ayırmadığı hadis kitabından yapardı. Sözün en güzeli, En Güzele (s.a.v.) ait derdi. O’nun sözlerini baş tacı ederdi. Talebelerine de böyle yapmaları için tavsiyelerde bulunurdu. Yaptığı hadis sohbetleri bu gün bile taptaze. Akra Fm aracılığı ile ülkemizin her köşesinde ve dünyanın dört bir yanında dinleniyor, binlerce insan istifade ediyor. Taassubu olmayan farklı meşreplerdeki kardeşler bile bu sohbetleri can kulağı ile dinleyip uygulamanın sevincini yaşıyorlar.
Onun bütün gayreti insanımızı, insanlığın en güzel örneği ile tanıştırmak ve buluşturmak idi. Tasavvuf sohbetlerinin birinde şöyle bir soru geldi; “Hocam bize bir günlük hayatınızı anlatır mısınız? Biz de ona göre günümüzü planlayalım.” Çok samimi ve masum bir soruydu. Herkes merakla beklemeye başladı. Acaba nereden başlayacak anlatmaya diye. O tatlı tatlı, sakin sakin konuşan adam, birden ciddileşti, kaşlarını çattı; “Olmaz öyle şey. Ben yıllardır size neyi anlatıyorum? Kimi Örnek veriyorum? Bizim rehberimiz kim? Siz bunu anlamıyor musunuz?” diyerek öyle çıkıştı ki, soran da dinleyenler de neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Ve şöyle bitirmişti sözlerini:
— Ben sizi Efendimiz Hz Muhammed’e (s.a.v.) tabi olmaya, O’na ittiba etmeye çağırıyorum. Benim asıl vazifen bu.
Bu güzel sözün üzerine başka ne söylenebilir ki!
Bu yazıyı doğum yılı münasebetiyle, fakirin de üzerindeki olumlu hallerin mimarı olan, aziz üstadımı hayırla yâd etmek, okuyan kardeşlerimin hiç değilse bir “Fatiha” okuyarak hediye etmeleri maksadıyla kaleme aldım. Hatalar ve eksikler nefsimdendir. Affola…
Anlatmaya çalıştığım, yolumuzu aydınlatan, tanımakla iftihar ettiğim, mürşid-i kâmil Mahmud Esad Coşan (R.Aleyh) idi. Rabbim şefaatlerine nail eylesin… Amin…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.