Aydın Doğan’dan yumuşamaya katkı

DOĞAN Holding’in kararı dikkatimi çekti.
 

Bu karara göre...
Aydın Doğan, çeşitli kurum ve şahıslara açtığı davaları geri çekme kararı almış.
Hangi davalar geri çekiliyor, amaç nedir, bu tutum istismar edilir mi türü sorulara yanıt bulmak amacıyla Aydın Doğan’la küçük bir mülakat yaptık.
İşte Aydın Bey’in sorulara verdiği yanıtlar:

Aydın Bey, hangi davaları geri çektiniz? Amacınız nedir?
Seçim sonrası dönemde, toplumsal tansiyonun düşürülmesi için yapılan bazı girişimler var. Buna şiddetle ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ve bu girişimleri çok yerinde buluyorum. Bu ortamın gerçekten yerleşmesi için, herkesin üzerine düşeni yapması gerektiğine inanıyorum. Bu çerçevede, bazı basın kuruluşlarına, basın mensuplarına, siyasetçi ve işadamlarına şahsım adına açılmış, ticari olmayan ceza ve tazminat davalarını geri çekerek bu yumuşama sürecine katkıda bulunmayı arzu ettim. Bunu tamamen tek taraflı olarak, herhangi bir hesap kitaba ve hiçbir beklenti içine girmeden yapıyorum. Eğer kalıcı bir toplumsal huzur arayışı içindeysek, herkes üzerine düşeni yapmak için çaba sarf etmelidir. Bizim yaptığımız bundan ibarettir.

Sizin bu girişiminizi rakiplerinizin aleyhinizde kullanacağı yönünde bir kaygı aklınıza hiç gelmiyor mu?
Şunu öncelikle ifade etmeliyim ki, bizim davaları geri çekmemiz, dava konusu yayında ileri sürülen iddiaların doğru, haklı ve hukuka uygun olduğunu kabul veya ima ettiğimiz anlamına hiçbir surette gelmiyor. Biz bunu, yaratılmak istenen ortama katkıda bulunmak için yapıyoruz. Kaldı ki, bizim için bu tür ceza ve tazminat davaları bir hak arayışıdır. Bizim bu davaları açmamızdaki amaç hiçbir zaman karşı tarafı “caydırmak” olmadı. Zaten bunun işe yaramadığı da rahatlıkla görülebilir. Bu yüzden davadan vazgeçtiğimizde de bunun bize olumsuz bir etkisinin olmayacağı inancındayız. Biz yumuşamaya katkıda bulunmak için bir adım atıyoruz. Bir pazarlık arayışında değiliz. Bu ortama katkıda bulunmak isteyen kendi adımını atar. İstemeyen atmaz. Tansiyonu düşürmeye katkıda bulunmayı başka türlü tarif edebilir ve onu o şekilde de yapabilir.

“Tansiyonu düşürmek için davaları geri çekeceğinize, yayın politikanıza dikkat edin” diyen olursa, ne cevap verirsiniz?
Yüksek tansiyon her türlü bünyeye zarardır. Biz aynı bünyenin muhtelif organlarıyız. Kendi kendimize zarar verecek bir şey yapmamız akıl kârı mıdır? Bizim yayın organlarımız bu güne kadar hiçbir zaman kasıtlı olarak tansiyonu yükseltici bir yayın politikası benimsemedi. Biz sadece gazetecilik yapmaya çalıştık. Herhangi bir hesabın içine girip gazetecilikten taviz vermemeye çalıştık. Bu süreçte, en fazla, kendi dışımızda yükselmiş olan tansiyonun dalgasına kapılmışızdır. Ancak önümüzdeki dönemde bu konuda da hassasiyetimizi yükselteceğiz. Gazeteciliğimizden taviz vermeden ama toplumsal tansiyonun yükseldiği noktalarda da bu dalgaya kapılmadan görevlerimizi yerine getireceğiz.

Atiye Sokak sorunu hallolunmuştur

DÜN gece şöyle bir uğradım:
Sokakta gerginlik azalmış, bağırış çağırış yok olmuş, masalar geri çekilmiş, sandalyeler hizaya girmiş, yaya trafiğini tıkayan her türden sorun çözülmüş.
Yani?
Atiye Sokak sorunu hallolunmuş.
Teşekkürler Mustafa Sarıgül.

Duymak istemediğim tek sözcük: Hukuk

BİR zamanlar Tayyip Erdoğan’ın önüne her türden engeller çıkarılırken, olup bitenden gayet memnun olanlar durumu “ama hukuk, ama hukuk” diyerek açıklarlardı.
Süheyl Batum var ya...
Hani bugün Ergenekon ve Balyoz sanıklarının haklarını müdafaa ederken “Böyle hukuk olur mu?” diye yırtınan şahıs...
İşte o Süheyl Batum, Tayyip Erdoğan’ın önüne her türden engeller çıkarılırken “ama hukuk” der, başka da bir şey demezdi.
“Ama hukuk diyenler cemaatinin en faal üyesi” idi yani...
Sorardınız:
“Bir şiir okudu diye bir adamın en temel hakkının gasp edilmesi vicdanlara sığar mı?”
Süheyl Batum hemen yanıtı yapıştırırdı:
“Ama hukuk... Ama hukuk...”
“Hak” derdiniz, “adalet” derdiniz, “vicdan” derdiniz, “insaf” derdiniz, “izan” derdiniz...
Nafile!
Süheyl Batum, “ama hukuk” noktasından bir milim sapmazdı.

Peki “Süheyl Batum’giller” tükendi mi?
Nerede? Ne gezer? Yenileri peyda oldu!
İşte bakın:
Mahkeme kararını verdi, irade-i milliye ile milletvekili seçilen Mehmet Haberal ve Mustafa Balbay hapiste kalacak.
Yeni “Süheyl Batum’giller” hemen devreye giriyorlar.
Soruyorsunuz kendilerine: Kaçma şüpheleri var mı? Cevap veriyorlar: Yok, yok... Ama hukuk...
Soruyorsunuz kendilerine: Karartacak delil mi kaldı ortada? Cevap veriyorlar: Kalmadı, kalmadı... Ama hukuk...
Soruyorsunuz kendilerine: Yargı haklarında “suçludur” diye karar verdi mi? Cevap veriyorlar: Vermedi, vermedi... Ama hukuk...

“Ama hukuk” denilerek yapılan her türlü “meşrulaştırma” girişimlerinin ardından...
Ben artık “Hukuk” kavramı için şu türden tanımlar geliştirmiş bulunmaktayım:
HUKUK: Vicdanlara sığmayan kararları, cebren ve hile ile vicdanlara sığdırma gayret ve girişiminin adıdır.
HUKUK: “Ama bu hiç adil değil” isyanına verilen tek kelimelik yanıttır.
HUKUK: Bir tedbir olarak uygulanması gereken tutuklama uygulamasının resmen ve alenen infaza dönüştürülmesinin adıdır.
HUKUK: Henüz suçlu olup olmadıkları bilinmeyen kişilerin, milletvekilli seçilseler bile hapiste tutulmalarının şifresidir.
HUKUK: Sebahat Tuncel’i seçildiği gün hapisten çıkaran, Haberal ve Balbay’ı ise hapiste çürüten çifte standartçı mekanizmanın adıdır.

Ertuğrul Özkök’e yaranmak mı?

BİR: Ertuğrul Özkök’ü dövmeyenin dövüldüğü bir dönemde “Ertuğrul Özkök’e yaranmaya çalışıyorsun” diyenler sadece komik duruma düşüyorlar. Bugün Ertuğrul Özkök’e yaranmaya çalışmak, sadece adamın başına bela getirir.
İKİ: Beni Ertuğrul Özkök köşe yazarı yapmadı. Hürriyet’e geçişimin hikâyesi farklıdır. Yani ben Ertuğrul Özkök’ün “köşe ihsan ettiği” biri değilim.
ÜÇ: “Perihan’ın Ertuğrul’a şirinlik yaptığı günler” başlıklı yazıyı yazacağımdan Ertuğrul Özkök’ün haberi yoktu. O da sizin gibi gazeteden okudu. İster inanın, ister inanmayın ama bu böyle.
DÖRT: Ertuğrul Özkök’ün Paris’te Ahmet Kaya’nın mezarı başında yaptığı “gösterişçi helalleşme atraksiyonu” tabii ki eleştirilebilir. Mesele bu değil. Mesele Perihan Mağden’in “Attığı manşetlerle Ahmet Kaya’yı bir nevi sürgünde öldüren kişi” dediği adama, o manşetlerin atılmasının hemen ardından yaptığı şirinliktir.
BEŞ: Bazıları hatırlatıyor: “Perihan Mağden, Ertuğrul Özkök’e telefon ettiğinde Ahmet Kaya henüz ölmemişti, o yazının yazılmasından birkaç ay sonra ölmüştü.” İyi de ne fark eder? O manşetler atılmamış mıydı? Ahmet Kaya sürgüne gitmemiş miydi? Mesele şudur: O manşetlere rağmen Perihan Mağden, Ertuğrul Özkök’e şirinlik yapmayı kendine yedirebilmiş, içine sindirebilmiş. Mevzu budur.

Kulakları tıkama dönemi

Sinan Çetin, “Fethullah Gülen’e teşekkür ediyorum” demiş. Şöyle bir bakıyorum sosyal medyaya: Sinan’a edilmemiş hakaret bırakılmamış.
AK Parti’yi eleştiren yazılar yazmış bir yazar, seçimden sonra “AK Parti büyük başarı kazandı” falan mı dedi? Hemen saldırı: Gördün gücü, işte böyle dönersin.
CHP’nin seçim sonrası dağınıklığına mı işaret ediyorsunuz? Bazıları hemen başlıyorlar: “CHP’ye vurmak kolay, sıkıysa AK Parti’ye vursana”.
Kısacası olay, güçlüye sırf güçlü olduğu için yaranmak adına atılan taklaları kınamayı geçti, resmen adım atacak hal bırakmayan bir mahalle baskısına dönüştü.

Benim bu tür baskı ortamlarından kurtulmak için bulduğum bir yol var:
İfrat ve tefrite kaçan tepkiler karşısında kulaklarımı tıkarım.
Mustarip olanlara hararetle tavsiye ederim:
İnsan kendini çok iyi hissediyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar