Aslında kardeşsiniz!

Hakikaten, bu nasıl bir çaresizliktir?
Nasıl bir güçlü olana, paralı olana, kudretli olana teslim olma halidir?
İmtiyazlara, zümre egemenliklerine kapalı, eşitliğe dayalı cumhuriyet ideali hanidir?
"Alttaki" milyonlarca insanın oylarını alarak iktidara gelenlerin aczi veya küstahlığı nasıl bir demokrasi aczidir?
"Kamu görevi", yani kamusal sorumlulukla kamusal yarar uğruna görev yaptıklarını zannettiklerimizin "zümreci" halleri nasıl bir devlet şeklidir?
Bakın, halen görevde olan asker bir okur şunu yazmış:
"Tuzla tersanelerinde işçileri öldüren kazalar için Bakan Faruk Çelik buram buram acizlik kokan bir açıklama yaparak durumu sadece kendisinin çözemeyeceğini, ölümlerin süreceğini söyledi.
Bu
nasıl bir hükümettir ki;
Tersanelerdeki sorunların çözümünü tersane sahiplerine, armatörlere terk ediyor...
Milli Savunma Bakanı astsubaylarla ilgili sorunları kendilerinin çözemeyeceğini söyleyip çözüm mercii olarak Genelkurmay'ı gösteriyor.
Bence acz içinde itiraf değil istifa açıklamalılar.
Onlarca işçinin ölümünü seyreden bakan ile bürokratı Kasım Bey de, binlerce astsubayın, uzmanın başına çuval geçirir gibi gelişen kanun teklifi rezilliğinin baş aktörü Milli Savunma Bakanı da istifa etmeli, en azından kamu vicdanını rahatlatmalılar."
Diyeceksiniz ki, "Bu iki mesele arasında ne alaka var?"
Size "ilgi ve alaka"nın yazının girişindeki ilke, hak, hukuk, insanlık, vicdan, tutarlılık, cumhuriyet, demokrasi meseleleri olduğunu tekrar etmeyeceğim.
Sadece şu "fiziki ve teknik alaka"yı yazacağım:
Belki bilirsiniz, Tuzla'daki 50 civarındaki tersane patronu ile taşeron "altpatronlar"ın, iktidar ile muhalefetin partileri bir yana, doğrudan iki "patron milletvekili" temsilcisi var. İki tersane sahibi.
Binlerce çalışan işçi ile onlarca ölen işçinin ise doğrudan milletvekili temsilcisi yok.
Onlar da milyonlarca insan gibi muhtemelen patronların, taşeronların partilerine oy verdi.
Neyse, işte o patron milletvekillerinden (biri MHP'li) AKP'li olanı aynı zamanda Milli Savunma Komisyonu Başkanı.
Yani, Milli Savunma Komisyonu Başkanı da bir tersane patronu.
İşte o asker okurun şıppadanak kurduğu bağlantı da bu:
Geçenlerde o komisyon, "Tersane patronu Başkan"ın ısrarlı teklifiyle, albaylara "beklemeden kadrosuzluk tazminatı hakkı" tanıdı ve Meclis'ten geçirdi. Çok çok kısa sürede.
Geçirsin; verilmiş, alınmış haktır, kimsenin gözü yoktur.
Ama aynı komisyonda, şehit oldular mı bayrağa sarılı tabutları başında askeri ve sivil erkanın nutuk attığı on binlerce astsubay, uzman jandarma, uzman çavuş, yani ordunun yüzde 80'i aşkın personeli ile emekleri, emeklileri, emeklilikleri hakkında tasarı, teklif, taslaklar aylardır, yıllardır tozlanıp çürümüş halde.
Tersane patronu teklifiyle şıppadanak "bir kısım ordu mensubuna hak" çıkarabilen Komisyon ile Meclis, "alttaki bir kısım ordu mensubunun hakkı" nı ise ya "komisyonun diplerine" yahut "Ordunun zirvelerine" havale ediyor.
Tersane işçilerinin ölüme havale edilmesi gibi.

Türkiye'deki esas hikâye bu.
Esas hikâye dipler ile zirvelere dair.
Esas hikâye "dipsiz kuyu"da gizlenen o meşhur ve meşum mutabakata dair.
Bizim bu meslekten anladığımız esas hikâye, o "dipsiz kuyu"yu didiklemeye dair.
Esas hikâye binlerce tersane mensubundan, tek bir tane işçi değil, iki patron milletvekili çıkmasına, patron milletvekilinin komisyonda yaptığı askeri tercihlere, anamuhalefetten taşeronlar ile iktidardan, muhalefetten patronların "para-ideolojik" ittifakına, tüm zümre egemenliklerinin rantlarına, köle düzenine, alttakileri maddi ve manevi aşağılamaya dair.
Bildiğimiz bir şey var:
Birbirlerini umursamadıkları, birbirlerine diş biledikleri tüm zamanlarda bile...
Tersane işçisinden ordu emekçisine, aslında tüm alttakiler, ölü ya da diri, kardeştir!

Önceki ve Sonraki Yazılar