AŞKIN HALLERİ -II-

AŞKIN HALLERİ

Cezmi KOÇ

-2-

Diğer bir aşk da ilahî aşktan farklıdır. Bu aşkta karşımıza bu kez somut bir kavram çıkar. Bu aşkta sevilenin eline iğne batsa bunu çok uzaklarda olsa dahi hissederek ahlayıp vahlamasıdır. Bedenler ayrı olsa da ruhlar birdir. Âşık her zaman düşünmektedir maşukunu. Sanki her an maşuku tarafından kontrol edildiğini sanmakta ve her adım atışında, her nefes alışında maşukunu hissetmektedir. Onun için beden hiç önemli değildir; güzel olması veya çirkin olması. Mecnun’a sormuşlar Leyla için “ Niçin böyle çirkin bir kıza âşık oldun?” diye. Ama Mecnun öyle bir cevap vermiş ki, aşkı işte burada çok inceden tarif etmiş: “Bir de siz benim gözümle bakın Leyla’ya.”

Kişide böyle bir durum söz konusuysa işte aşk doğmuş demektir. Eğer böyle bir duruma ulaşılmamışsa bu aşk değildir kuru bir sevgidir.

Bu aşka duçar olmak herkesin harcı değildir. Lakin kolay ulaşılmaz bu olguya. Olgu diyorum çünkü bir birikimden ve bir ihtiyaçtan doğar. Bazıları sevdiğine “ben sana yıldırım aşkıyla vuruldum” der. Ancak, bu yıldırım aşkı da ruhun öteden beri gelen ihtiyacından dolayı bir arayış içerisindeyken birinin birdenbire karşısına çıkmasıdır.

Bir kişinin âşık olduğunu şu hususlarda anlarız;

1.      Sevilene devamlı bakmak ve gözünü ondan ayırmamak. Çünkü göz kalbin aynasıdır. Çoğu zaman diden bile etkili olmaktadır bir bakış.

2.      Sevilenin her sözünü kabullenmek. Sevdiği konuştuğu zaman susar. Onun konuştuğu her şeyi, hiç söylenmemiş sözler gibi orijinal karşılar ve harikulade şeyler kabul eder.

3.      Sevdiğini çok anmak; onu hatırlama ve ondan bahsetmeye düşkün olmak.

4.      Sevdiğinin dostlarını, komşularını ve onun sevdiği her şeyi sevmek.

5.      Ve sonuçta seven kişinin sevdiği kişi üzerinde bir etki bırakmasıdır ki, bu da gerçek aşkın ifadesidir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi aşk herkesin harcı değil, herkes kolay kolay ulaşamaz. Ulaşsaydı etrafımızda nice Leylalar, nice Mecnunlar, nice Ferhatlar, nice Şirinler olurdu. Kişi sevdiğinde bitmelidir. Sevdiğiyle her an yaşamalıdır, sevdiğiyle düşünmelidir, sevdiğiyle yemelidir, sevdiğiyle içmelidir bedenler çok uzaklarda olsa dahi.

Böyle bir aşkı ne güzel tarif etmiştir Nazım Hikmet;

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi

Geceleyin ateşler içinde uyanarak

Ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,

Ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,

Telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi.

Seviyorum seni denizi ilk defa uçakla geçer gibi.

İstanbul’da yumuşacık kararırken ortalık

İçimde kımıldanan bir şeyler gibi

Seviyorum seni “yaşıyoruz çok şükür” der gibi.

 

Toplumumuzda yanlış bir düşünce vardır. Aşk denilince sadece karşı cinsler akla gelir. Kişi karşı cinsine âşık olduğu gibi anasına, babasına, peygamberine, hocasına ve hatta bir metaya da âşık olabilir.

Analar her zaman âşıktır evladlarına. Ne güzel bir hikâyesi vardır bunun. Bir gün bir delikanlı bir kıza âşık olmuş. Ama öyle bir kızmış ki sert mizaçlı, dediğim dedik, merhametten yoksunmuş. Delikanlı pervane olmuş etrafında benimle evlen diye. En sonunda kız demiş ki; “eğer annenin kalbini keser bana bir mendilin içinde getirirsen teklifini kabul ederim.” Çok düşünmüş delikanlı ama sonunda kararını vermiş annesinin kalbini kesmeye. Bir mendile koymuş annesinin kalbini ve koşa koşa sevdiği kıza giderken ayağı bir taşa çarpmış. Kendisi bir tarafta mendilden düşen kalp bir tarafta. O anda bir ses gelmiş yere düşen kanlı kalpten “ah evladım, canın acıdı mı?” diye.

 

 

 

Son dönemin büyük şairlerinden üstad Necip Fazıl da Anneciğim adlı şiirinde anneye olan aşkı ne güzel ifade etmektedir;

Ak saçlı başını alıp elime,

Kara hülyalara dal anneciğim,

O titrek kalbini bahtın yeline

Bir ince tüy gibi sal anneciğim!

 

Sanma bir gün geçer bu karanlıklar,

Gecenin ardında yine bir gece var;

Çocuklar hıçkırır, anneler ağlar,

Yaşlı gözlerinle kal anneciğim!

 

Gözlerinde aksi bir derin hiçin,

Kanadın yayılmış, çırpınmak için

Bu kış yolculuk var, diyorsa için

Beni de beraber al anneciğim!...

İşte aşk böyledir. Acımadır, merhamettir; tüm kötü duyguların bir süzgeçten geçerek çirkinliklerden arınıp saf ve tertemiz bir hale gelmektir, feragattir; sevdiği için sevdiği diğer şeylerden vazgeçmektir,  hissetmektir, olgunlaşmaktır; kişi sevdiği sayesinde ruhunun ulvi bir hal alıp olgunlaşmasıdır, sabırdır, çiledir; ondan gelen her felakete ve derde katlanmak ama yüze vurmamaktır, affetmektir, lütfetmektir, tutkudur. Ama çoğu zaman ezilmektir. O küçücük kalbe dünyalar dolusu sevgiyi sığdırabilmektir aşk.

Ama aşk insanı Yaradan’ından uzaklaştırmamalıdır. Tam tersi Yaradan’ına yaklaştırmaktır. Sevdiği zaman Allah için sevmelidir. O’nun rızasını kazanmadan duyulan aşk insanı küfre götürebilir.

Hatta metaa olan aşklar da direkt insanı insanlıktan alıkoyar. Hiç kimseyi düşünmez, sadece nefsini düşünür. Eğer aşkta nefis öndeyse bu aşkın hiç kimseye faydası yoktur. Paraya duyulan aşk, şehvete duyulan aşk, makineye duyulan aşk insanı kendi öz kimliğinden uzaklaştırır ve vahşi bir hale getirir.

Sadece onda bitip tükenmeyen bir emel vardır ki buna eskiler tulû emel demişlerdir. Onu elde edebilme emeli. O emelle kavrulur bedeni. Ve de insanın hazin sonunu hazırlar.

Böyle aşka müptela olanlar hiçbir zaman kazanmamışlardır. Hep kaybetmişlerdir. Böyle nice insanların ne adları kaldı ne de kendilerine ait bir şeyleri.

Günümüz aşkların çoğunda ruhtan ve bedenin güzelliğinden önce cinsellik gelmektedir. Şehvetin ön planda olduğu böyle bir aşkta da bir tulû emel vardır. Öyle ki körü körüne, pervasızca, onu elde edebilmenin emeli vardır, sevgiden yoksun. İnsanı şükürden, takdir-i rızadan ve tevekkülden alıkoyan bir emel. O emele ulaşmak için yapmayacağı şeyler yoktur insanın. Çünkü o anda nefis onu istemektedir. O tutkunun peşinden dolaşmakta ve sonucu elde ettiğinde de onu bir kenara atmaktadır.

Günümüz şarkıların da bile artık aşk denen olgu yok gibidir. Eski şarkılardaki gibi sözlerin arasında ne acı var, ne hasret var, ne çile var, ne izdirap var, ne de fedakârlık. Eski bir şarkıda ne güzel ifade etmiştir aşkı. İçinde hasret ve acı var;

Her gece yollarda gözledim seni

İnan ki gönülden özledim seni

Güllerde aradım yakan buseni

Unutmam sevgilim, unutmam seni

Yıllar var bu hasret canıma yetti

Hicranı kalbimde sabrı tüketti

Vefasız gör bana aşk neler etti

Unutmam sevgilim, unutmam seni

 

Bir türküsünde üstad Neşat ERTAÇ ne güzel de dile getirmiş aşkı. Sevgiliye duyduğu sevginin onun için zehir olmasına rağmen ne büyük bir tutkuyla ona kapıldığını dizelerinde çok nezih bir şekilde ifade ediyor;

 

Cahildim Dünyanın Rengine Kandım
Hayale Aldandım Boşuna Yandım
Seni İlelebet Benimsin Sandım

 

 


Ölürüm Sevdiğim Zehirim Sensin
Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin

Sözüm Yok Şu Benden Kırıldığına
Gidip Başka Dala Sarıldığıma
Gönülüm İnanmıyor Ayrıldığına

Gözyaşım Sen Oldun Kahirim Sensin
Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin

Garibim Can Yıkıp Gönül Kırmadım
Senden Ayrı Ben Bir Mekân Kurmadım
Daha Bir Gönüle İkrar Vermedim

Batınım Sen Oldun Zahirim Sensin
Evvelim Sen Oldun Ahirim Sensin

 

Günümüz insanları ruhtan önce bedeni, maneviyattan önce maddiyatı, sevgiden önce hırsı, cefadan önce sefayı tercih ettikleri için günümüz evliliklerinde bile ilk günkü gibi heyecan ve ateş yoktur. Heyecan dumura uğramış ve ateş sönüp yok olmuştur. Böylesi evliliklerde hissedildiği zannedilen aşk yuvadan kanatlanıp gitmiş ve sadece kuru bir sevgi kalmıştır. Eşi için fedakârlık kalmamış, merhamet duyguları yok olup gitmiştir.

Kişi, evleneceği kişiyi severken ona âşık olmalıdır. Âşık olmak için de yukarıda belirttiğimiz gibi onu yanında olmasa bile hissetmeli, onun için tüm fedakârlığı yapmalı, ona duyduğu merhamet duygusu zirvelere çıkmalı, onunla birlikte hayatı olgunlaşmalı, yeri gelince onun için sabretmeli, ondan gelen tüm çilelere göğüs germeli ve her zaman onu affedici olmalıdır. Ona tutkuyla bağlanıp sadece onun sevgisiyle ezilmelidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum