Ufuk COŞKUN
Asker Devlet Geleneğine Bağlı Eğitim Anlayışı İflas Etmiştir
1870’li yıllardan bu güne asker devlet geleneğine dayalı, devleti koruyan, kutsayan ,“vatana ve millete hayırlı evlatlar yetiştirme”yi esas alan bir eğitim anlayışına sahibiz. Böylesi bir anlayışla işlev gören eğitim, bu topraklarda hiçbir zaman toplumsal bir değişikliğe ve yeniliğe yol açmamıştır. Çünkü asker devlet geleneğine dayalı bir eğitim anlayışında değişim, yenilik ve yeni değer kalıpları her zaman bir tehdit olarak algılanmış ve merkezi otorite ve/veya egemen ideoloji tarafından sürekli dışlanmıştır. Daha çok devleti koruyan bir anlayışta itaatkâr vatandaş yetiştirme yolu benimsenmiştir. Türk eğitim tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Cumhuriyet döneminde eğitim, milli birliği güçlendirmede ve ulus devlet inşasında aktif bir rol oynamıştır. Kendi ulusal kültürünü sahiplenecek ve koruyacak, bağımsızlığına ve egemenliğine gölge düşürmeyecek, Türkiye Cumhuriyetini çağdaş, uygarlık seviyesine ulaştıracak tipte vatandaş yetiştirme işlevi görmüştür. Vahim olan o dönemin milliyetçi, ulus devletçi ve Türk ırkının yüceltilmesini esas alan anlayışının 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunuyla halen yürürlükte olmasıdır.
14.06.1973 yılında kabul edilen ve hala yürürlükte olan 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu ve yine 1979 yılında kabul edilen Milli Güvenlik Bilgisi ve Öğretimi Yönetmeliğinin genel ve özel amaçları incelendiğinde Türk eğitim sisteminin dayandığını temel ideoloji kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Örneğin 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu Madde 2 - Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini;
(Değişik: 16/6/1983 - 2842/1 md.) Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı;Türk Milletinin milli,ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan;insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek..”der. Ayrıca “Demokrasi eğitimini” açıklarken son cümle olarak şu çarpıcı ifade kullanır; “…ancak, eğitim kurumlarında Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine aykırı siyasi ve ideolojik telkinler yapılmasına ve bu nitelikteki günlük siyasi olay ve tartışmalara karışılmasına hiçbir şekilde meydan verilmez.
Hala liselerde muvazzaf subayların girdiği milli güvenlik derslerinin yönetmeliğinin amaçlarında ise şu madde dikkat çekicidir. c)Silahlı Kuvvetleri tanıtmak, gençleri ordu'ya içten gelen sevgi ve özlemle bağlamak, onları Silahlı Kuvvetlerle yapılan ana savunmanın temel bilgileri üzerinde fikren hazırlamak böylece Türk gençliğini her an ordu ve sivil savunmanın aktif organlarında görev alabilecek bir düzeye getirmek, birlik ve beraberlik ruhunu yaratmak ve vatansever bir gençlik yetiştirmektir.
Asker devlet geleneğine göre şekillenmiş bir eğitim yapısının sürekli gelişen ve değişen dünyamızda artık yerinin olmadığı bilinmelidir. Irkçı, antidemokratik, farklılıklara kapalı, tek tipçi, üstelik hala üstten alta kumanda edilen hiyerarşik yapılanmasıyla Türk eğitim sisteminin insanlığa sunacağı hiçbir katkı yoktur. Korku ve endişe halini sürekli yeni kuşaklara aktarmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Son zamanlarda bunun acı sonuçlarını hep birlikte yaşadık. Hrant Dink’in öldürülmesini ve Malatya’daki misyoner cinayetlerini tanık olduk. Farklı olana karşı gelişen nefretlerin, düşmanlıkların ve yersiz kaygı ve endişelerin kökeninde Türk eğitim sisteminin militarist bir öğe barındırması yatmaktadır. Militarizm bilindiği gibi sivil alanı daraltan, kuşkucu, ötekileştirici, çatışmacı askerliğe ve orduya dair tüm değerleri kutsayan bir ideolojidir. Ve bu ideoloji yıllardır ders kitapları vasıtasıyla öğretmenler tarafından öğrencilere aktarılmaktadır. Bu şekilde eğitim kurumlarından “insan” yerine uysal, itaatkâr, vatanı için ölmeyi/öldürmeyi göze alan esaslı Türkler yetişmektedir.
Öğretmenlik kutsal bir meslek midir?
Türkiye’de ilk bakışta birbirine tezat gibi gözükse de ordu ve eğitim kavramları iç içe kullanılmakta ve birlikte telaffuz edilmektedir. Eğitim ordusu ve eğitim neferleri gibi tabirleri sıklıkla duyarız… Bunun yanında daha somut benzerliklerde yer almaktadır. Bugün nasıl kışlalarda subay ve erlere nöbet tutturuluyorsa okullarda da öğretmenlere ve öğrencilere nöbet tutturulmaktadır. Beden Eğitimi derslerinde öğrencilere asker yürüyüşleri yaptırılmakta ve öğrenciler her sabah “rahat-hazır ol” komutlarıyla ve sıra halinde sınıflarına çıkarılmaktadır. Örneğin öğretmenlerinin; Nasılsınız? Sorusuna tüm öğrenciler hep bir ağızdan “sağ ol” diye cevap verirler… Asker ocağının kutsallaştırıldığı bir ülkede doğal olarak okullar ve özellikle eğitimcilerde kutsallaştırılmıştır. Bugün en önemli görevleri arasında resmi ideolojiyi çocuklara aktarmak olan öğretmenlerin ulvi bir görev üstlendikleri havası yaratılmış ve öğretmenlere tuhaf bir kutsallık atfedilmiştir. Fedakârlıkları abartılmış ve kendilerine peygamber mesleği yapmakta oldukları inandırılmıştır. Aslında Türkiye’de öğretmenliğin yüceltilecek ve kutsanacak bir yanı yoktur, olmamalıdır da…
Resmi eğitim vasıtasıyla iç ve dış tehdit üzerinden tanımlanan bir ulusal kimlikle ve “önce güvenlik” diyerek her türlü hakkın kullanımının ve özgür düşüncenin devletin güvenliğine tehlike olarak gören bir anlayışla bugüne kadar hiçbir sorunumuzu çözemediğimiz bir gerçektir. Okullardan yetişen kurtarıcıların hiçbir yaraya merhem olmadıklarını hep birlikte görmekteyiz. Sadece yıllarca biriken ve bizi demokrasi, insan hakları, hukuk, ekonomi, teknoloji ve siyasi alanlarda sürekli gerileten sorunlarla başbaşayız. Bugün Kürt, Alevi başörtüsü vs. gibi sorunların kaynağında insanla “insani” olanla ilgili bir bağın geliştirilememiş ve sosyal, eğitim ve siyasal alanlarda insanın ve değerlerinin atlanmış olması yatmaktadır. Bu ülkenin okullarında laik, Sünni ve Türk olmayan herkesin birer tehdit unsuru olduğu gerçeği işlenmiştir. Eğitimle ” ilericilik” adına farklılıkların bu denli dışlandığı ve yok sayıldığı bir başka eğitim anlayışına rastlanılmamaktadır. Neticede statükonun eğitimle devamının sağlandığı bir ülkede maalesef insan değil itaatkâr birer vatandaş yetişecektir.
Sendikalar sorunun asıl kaynağına inemiyorlar;
Türkiye’deki eğitim sendikalarının toplumu kontrol altında tutmanın en iyi aracı konumundaki okulları değerlendirirlerken düştükleri bir hata vardır aynı hatayı eğitimin temel sorunlarına dönük çözüm arayışlarında da düşmektedirler. Hala en önemli sorunun fiziki alt yapı yetersizliği, ulaşım, sınıf mevcutları, öğretmen yetersizliği ve maş sorunu vs. olduğunu düşünmektedirler. Oysa 1973’ten beri yürürlükte olan Milli Eğitim Temel Kanununda ifade edilen ve Türk eğitim sisteminin özünü oluşturan ideolojinin öncelikle demokratik dünyaya uygun özgürlükçü bir anlayışla yeniden üretilmesine gerek vardır. En önemlisi 1979 yılında yürürlüğe giren ve liselerde okutulan Milli Güvenlik derslerinin kaldırılmasıdır. Eğitime özgürlükçü, demokrat ve insani bir anlayışın kazandırılması elzemdir. Kuşkusuz bunun için ciddi bir zihin kırılmasına ihtiyaç vardır. Bu özgürlükçü zihniyetin ve ortamın oluşmasında en önemli rolü eğitim sendikaları oynamalıdır. Bu haliyle eğitimcilere ayda 5000 YTL maaş bağlasanız ve tüm okulları teknolojik ürünlerle donatsanız bile değişen bir şey olmayacaktır. Kürt yine bölücü, başörtülü ise yine gerici olarak görülmeye ve dışlanmaya devam edilecektir.
Anti demokratik, anti özgürlükçü, darbeci, bürokratik elit “okulu” kolay kolay kaptırmayacaktır. Çünkü okulun özel yönetmeliklerle donatılması ve kalın duvarlar içersinde bireyleri hapsetmesi onların her zaman hâkimiyet alanını genişletecektir. Aksi takdirde birey kendini keşfedecek, değerini ve kıymetini idrak ederek evrensel ahlak, hukuk ve insan hakları bağlamında bir yaşam anlayışı geliştirecektir ki buda arzu edilen bir durum değildir.
Eğitim sistemi ciddi manada tartışılmaya açılmalıdır;
Her şeye rağmen demokrasi ve insan eksenli verilen mücadeleler ve ödenen bedeller sonucunda ülkemizde son zamanlarda ciddi değişiklikler yaşanmaktadır. Demokrasiden ve özgürlükten yana taraf olanların sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Ciddi bir özeleştiri kültürü gelişmektedir. Endoktrinasyona rağmen ciddi bir demokratik kültür oluşmaktadır. Bu süreçte eğitim ve eğitim kurumlarının rolü de mutlaka masaya yatırılmalı ve eğitimin içeriğinin özgürleştirilmesi yönünde ciddi tartışmalar yapılmalıdır. Özgürlükçü, demokrat ve insan haklarına saygılı kendine güvenen, erdemli, ahlaklı nesiller yetiştirmek için mutlaka eğitimi ve eğitim kurumlarını militer görüşlerden ayıklamak durumundayız
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.