A. Semih TORUN
Aşk-ı Rasûlullah
Bizler, Allah ü Teâlâ’nın kulları olarak Yüce Yaratıcımız’ı ve “Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik” diye methettiği Peygamber Efendimiz’i sevmekle mükellefiz. Efendimiz, belirli bir topluluğa değil, bütün insanlığa gönderilmiştir. Dünya ve âhiret mutluluğunu isteyen her insan, Efendimiz’i tanımalı, O’nun yolundan gitmelidir.
O; yegâne rehber, “üsve-i hasene”, güzel ve tek örnektir. Şemâil ve Hilye-i şerifler O’na muhabbetten dolayı yazılır. Aşkla yazılan Mevlid, ilahi ve kasideler O’nun sevgisiyle okunur. Kabe-i Muazzama ve Ravza-i Mutahhara O’na duyulan aşktan dolayı ziyaret edilir. Ümmet-i Muhammed, Peygamberini ve O’na ait olan her şeyi sever.
Efendimiz’e “hürmet edici” ifadeler kullanan ecdadımız, O’nun şehrine, nurlu şehir anlamına gelen “Medine-i Münevvere” demiş, O’na ait olan şeyleri isimlendirirken “şerîf ve saâdet” gibi kelimeler kullanmıştır. “Kadem-i şerif, sakal-ı şerif, hırka-i şerif ve hırka-i saâdet” bunlara birer örnektir. Kelimelerin kullanılmasında hassas davranan atalarımız, zaman zaman Efendimiz’in her iki hırkasına da “Hırka-i Şerif” demekle beraber, genellikle O’nun Topkapı Sarayı’nda bulunan hırkasına “Hırka-i Saâdet”, Hırka-i Şerif Camii’nde sergilenen hırkasına ise “Hırka-i Şerif” demişlerdir. Bu hırkaların birincisi; Peygamberimiz’in “Ka’b bin Züheyr” adlı şaire hediye ettiği, ikincisi ise “Üveys el-Karanî (Veysel Karani)”ye hediye olarak gönderdiği hırka olup her ikisi de Ramazan aylarında ziyarete açılmaktadır.
Padişahlar, kutsal beldelerin hizmetçileri olduklarını bildirmek için “Hâdimü’l-Harameyn” unvanını kullanmışlardır. Rasûlullah aşkıyla yanan Sultan I. Ahmed, Efendimiz’in mübarek ayak izini resmettirerek bir sorguç yaptırmış, içine şu şiiri yazarak bunu başının üzerinde ölünceye kadar taşımıştır.
“N’ola tâcum gibi başumda götürsem dâim,
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı rusülün..
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidür,
Ahmedâ, durma yüzün sür kademine ol gülün!..”
Aziz Mahmud Hüdâî Hazretleri’nin manevi talebesi olan ve gönlü Allah Rasûlü’nün aşkıyla yanan Sultan Ahmed, “Kevkeb-i dürrî” gibi kıymetli elmas ve mücevherleri “Bunlar, yalnız Rasûlullah’ın makamına lâyıktır” diye Hücre-i Saâdet’e konmak üzere Medine-i Münevvere’ye göndermiştir. Yıllar sonra, Efendimiz’in huzurundaki bu emanetleri, düşman eline geçmesin diye İstanbul’a gönderen Medine-i Münevvere Müdâfii Fahreddin Paşa ise Habîb-i Ekrem’e şöyle nida etmektedir:
“Yapamaz Ertuğrul evlâdı sensiz.
Can verir cânânı veremez Türkler.
Ebedî Hâdimü’l- Haremeyniniz.
Ölsek de, Ravzan’ı rûhumuz bekler.”
Mübarek gün ve geceler ile diğer zamanlarda Allah ve Rasûlü’nün devamlı zikredilmesi ne kadar mânidardır. Ecdadımız, Peygamber Efendimiz’i anmaya vesile olan programlara önem vermiş, O’nu her vesile ile hatırda tutmaya çalışmışlardır. Osmanlı toplumunda, mübarek gecelerde özellikle minarelerin kandillerle aydınlatılması bu gecelerin, “kandil gecesi” olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. “Rasûlullah’ın Hicreti”nin manevi havası ile başlayan yeni sene, kandil gecelerinin güzellikleri ile bezenmekte, Müslümanların gönüllerinde yankı bulmaktadır.
Ecdadımız, diğer mübarek geceler gibi “Mevlid Kandilleri”ne de önem vermişler, her sene 12 Rabîulevvel’de Efendimiz’in doğumunu kutlamışlardır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bu konu ile ilgili birçok belge vardır. Mevlid Kandili ile alakalı vesikalarda geçen bilgiler, şöyle özetlenebilir. “Başta Sultan Ahmed, Ayasofya ve Hamidiye olmak üzere camilerde yapılan Mevlid programlarına, halkın yanı sıra âlimler ve devlet erkânı da katılmakta, her taraf kandillerle donatılmaktaydı. Mevlid programları, camilerin dışında “Kız Sanayi Mektebi” gibi bazı mekteplerde de yapılmakta ve padişah tarafından mektep talebelerine hediyeler dağıtılmaktaydı. Atılan toplar, yapılan şehrâyin, fakirlere dağıtılan paralar, kandil münasebetiyle memurlara verilen ek maaşlar, dağıtılan hediye ve şekerler bu mübarek gecenin önemini vurgulamak içindi. Ağır ceza almamış ve cezasının bir kısmını çekmiş bazı mahkûmların kandil münasebetiyle affedilmesi, Hamidiye Mektebi gibi bazı mekteplerin açılışının kandil gününe denk getirilmesi ise yine Rasûlullah Efendimiz’e duyulan sevgiyi yansıtıyordu.”
II. Abdülhamid Han zamanında basılan 1309 tarihli “Muhtasar Tarih-i İslâm” adlı kitapta Peygamberimiz’in doğum tarihi, “Nisan (ayı) içinde, Rabîulevvel ayının on ikinci pazartesi günü sabaha karşı” diye yazılmakta, rûmî ve hicrî olarak verilen bu tarih, dikkat çekmektedir.
Ülkemizde Peygamberimiz’in doğumunun miladi takvime göre kutlanmaya başlanması, DİB’in “Kutlu Doğum Haftası ” programları ile olmuştur. 1989 yılında başlayan bu programlar, yurdun her tarafında Efendimiz’e duyulan sevginin artmasına sebep olmuş, bazı sivil toplum kuruluşlarının yaptıkları programlar da epey ses getirmiştir. ZİNDE’nin 2005 yılında düzenlediği “Kur’an'da Muhammed'sin!”, BİNDER’in 2006 yılında tertip ettiği “Seni Seviyoruz Ya Rasulallah”, BUÇEV, ARİFAN ve Kadıköy M. B. Sadıkoğlu Mescidi Yaptırma ve Yaşatma Derneği’nin 2007 yılında ortaklaşa düzenledikleri “Âh Yâ Muhammed! (s.a.v)”, ÇEKÜD, KAB Platformu ve AKRA’nın 2008 yılında, birlikte tertip ettikleri “O'nun (s.a.s) Ahlâkı Kur’ân'dı” adlı programlar, sivil toplum kuruluşlarının bu hususta yaptıkları güzel faaliyetlere birer örnektir. DİB’in bu sene düzenlediği “Merhamet” konulu program ise çok etkileyici ve kuşatıcı olmuştur. Rasûlullah Efendimiz’i anma vesilesi ile yapılan bu güzel programlar; artık haftalara sığmamakta, neredeyse Nisan ayının tamamını kaplamaktadır.
Camilerde kutladığımız Mevlid kandillerinden farklı olarak son birkaç senedir bazı dernek ve vakıflar tarafından daha büyük mekânlarda, daha çok katılımlı “Mevlid Kandili” programları yapılmaktadır. Başakşehir İnsan ve Çevre Derneği (BİNDER), Efendimiz’in doğumunun “hicrî takvim”e göre kutlanmasını esas alarak H. 1430 (M. 2009) yılında Peygamberimiz’in “güvenilir olma” yönünü ele alan “el-Emîn (sav)” isimli programı icra etmiştir. İlgi odağı haline gelen bu programı, Rasûlullah’ın “öğreticilik” özelliğini vurgulayan “el-Muallim (sav)” ile “müjdecilik” vasfını ortaya çıkaran ”el-Beşîr (s.a.v)” programları takip etmiştir.
Bu güzel programlar gibi Efendimiz’in anılmasına vesile olan her faaliyeti gönülden destekler, tertip edenlere dualar ederiz.
Rasûlullah Efendimiz’i methedenler değer kazanır, O’nun aşkıyla yanan gönüller, zirveye ulaşır. Mevlâna Hazretleri, Efendimiz’e olan muhabbetini şu şekilde terennüm etmektedir:
“Ben sağ olduğum müddetçe Kur’ân’ın kulu, kölesiyim.
Ben Muhammed Muhtâr’ın yolunun tozu, toprağıyım.”
Yunus Emre de, şu güzel mısralarla Rasûlullah’a olan aşkını ne güzel dile getirmektedir.
Aşkın ile âşıklar ,
Yansın yâ Rasûlallah.
İçip aşkın şerâbın ,
Kansın yâ Rasûlallah.
Şol seni seven kişi,
Verir yoluna başı.
İki cihan güneşi,
Sensin yâ Rasûlallah.
Şol seni sevenlere,
Kıl şefâat onlara.
Mü’min olan tenlere ,
Cansın yâ Rasûlallah.
Âşık oldum dildâre,
Bülbül oldum gülzâre.
Seni sevmeyen nâre
Yansın yâ Râsulallah.
Şol seni seven Sübhân,
Oldu kamuya sultan.
Canım yoluna kurban,
Olsun yâ Rasûlallah.
Âşık Yunus'un cânı,
İlm ü şefâat kânı.
Âlemlerin sultanı,
Sensin yâ Rasûlallah!
Üstat Necip Fazıl, aşağıdaki beyit ile Peygamber Efendimiz'i nasıl sevmemiz gerektiğini bize bildirmektedir.
“Müjdecim, Kurtarıcım, Efendim, Peygamberim;
Sana uymayan ölçü, hayat olsa teperim!”
Kalplerini yalancı sevgilerden arındırıp Allah ve Rasûlullah sevgisi ile dolduranlara, yaratılanı “Yaratan”dan dolayı sevenlere selâm olsun.
Ahmet Semih Torun - Habername
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.