Lütfi AYHAN
Allah İle Olduktan Sonra Ömür de Hoş Ölüm de
Ülkemizi, milletimizi, ümmetimizi ve tüm dünyayı esenliğe çıkaran bir fikrin, bir sistemin, bir görüşün (teoride değil gerçekte) yaşandığı mübarek topraklarda hayat sürmek her açıdan büyük bir ayrıcalık. Günümüzde iletişimde, ulaşımda, bilim ve teknolojide akıl almaz bir ilerleme sağlayan insanlık, insani ilişkilerde, toplumsal hadiselerde çok kötü bir dönem yaşıyor. Akıl almaz gelişmeler ve yenilikler dünyadaki açlığa, susuzluğa, adaletsizliğe çare olamıyor. Dünyada Suç oranları düşmüyor artıyor. Hırsızlık, gasp, tecavüz, katillik, anarşi, adaletsizlik kadınlara yönelik şiddet… Azalmıyor çoğalıyor.
Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin sağaldığı büyük üretim artışı, dünyanın değişik yerlerinde, özelliklede Afrika’daki açlığa, susuzluğa çare olamıyor. Dünyanın bir kısmı (ABD, Avrupa, Kanada, Japonya, Körfez Ülkeleri…) israfta o kadar ileri gidiyorlar ki onların israf ettiklerinin çok azı tüm açları doyuracak miktarı oluşturuyor. Allah’ın haram kıldığı israfı tınmayan bu insanlara Allah Teâlâ, daha bu dünyada iken obezite başta olmak üzere birçok maddi ve merhametten yoksun kalma başta olmak üzere birçok manevi hastalık veriyor, lakin bu müsrif, bu acımasız, bu vicdansız, bu izansız zalimler bunu bile idrakten çok ıraklar ki en büyük cezada bu olsa gerek.
Tabi bu hastalıklardan bizler de az çok nasibimizi alıyoruz. Çünkü ülkemizde de maalesef müsriflik almış başını gidiyor. Şu farkla ki gelişmiş ülkelere göre bizim toplumumuz gelirine göre dış ülkelerdeki muhtaçlara hem devlet, eliyle hem STK lar vasıtası ile çok büyük yardımlar yapıyor. Bunun en bariz örneği Suriye mültecilerine açtığımız kucak. Milli gelirimize göre Suriyeli kardeşlerimize harcadığımız para hiç bir gelişmiş ülkeyle kıyaslanmayacak kadar çok. Rabbimiz inşallah bu yardımlar sebebi ile milletimizi, devletimizi, ülkemizi bela ve musibetlerden korur.
Dünya tarihinin hiç bir döneminde dünyanın jandarmalığını yapan (Pers, Roma, Abbasi, Osmanlı…) devletlerden hiçbiri günümüzün jandarması olan ABD ve Avrupa kadar zalim ve acımasız olmamışlardı. Hele de Osmanlı atalarımız (tabi Osmanlı ile birlikte Abbasi, Selçuklu devletleride) insanlığa ve dünyaya tarihin gördüğü en iyi dönemi yaşatmışlardır. Onlar, fethettiği ve asırlarca idare ettiği ülkelerin insanlarının ne dinleri,ne dillerine ne de kültürlerine dokunmamışlar, vergi vermek ve itaat etmek şartı ile azınlıklara tarihin gördüğü en iyi düzeni ve en yüksek adaleti sunmuşladır.
Bütün bunları şunun için yazıyorum. Dünyanın içine girdiği bu buhrandan çıkmasının anahtarı hala milletimizin elinin altında. Tarihimizi, kültürümüzü, medeniyetimizi tam öğrenirsek, tüm zenginliğine, tüm ilerleyişine rağmen ruhen çökmüş, ahlaken iflas etmiş insanlığa (bilhassa batılı müstekbirlere) elimiz altında olan çareyi gösterir, böylece insanlığa kurtuluş iksirini sunarız.
Bu gerçekleri bu hakikatleri öğrenmenin yollarından biride kültürümüzün ve tarihimizin yaşandığı şehirleri, o beldelerin tarihini, coğrafyasını, insanını bizzat gidip tanımak, o beldelerde yaşamış manevi önderleri ziyaret edip yakından bilmektir.
Ayvaz İle Gittik Bolu İline
Başlık mecazi falan değil. TYB Konya şubesinin düzenlediği Bolu gezisine Ayvaz Turizme ait bir otobüsle gittik. Rastlantı mı tevafuk mu bilemem!? Kim bilir, Bu geziye katkı sağlayan Konya Büyük Şehir Belediyemizin yazarlara bir jesti idi bu durum. Bu arada belediyelerimizin hemşerilerini, sosyal bir hizmet olarak ülkemizin değişik yerlerine seyahat ettirmeleri her açıdan takdire şayan bir hizmet. Ben ara sıra Mevlana Türbesi yanından geçerken, değişik belediyelerin otobüslerini görüyorum ve buna çok seviniyorum. Çünkü Yörük bir neslin torunlarıyız. Çünkü milletimizin tutulduğu “yatukluk marazından” kurtulmanın yollarından biri de bolca seyahat etmektir.
Bu hizmette benim dikkatimi çeken iki belediye var: Çorum ve Selçuklu Belediyeleri.(Başka belediyeler varsa da benim dikkatimi çekmemiş. Çorum belediyesi, Bu yıl 10 bin kişiyi, Çanakkale’ye, 3 bin kişiyi Konya’ya, 2 bin kişiyi dede Hacıbektaş’a gönderecek. Selçuklu Belediyesi "Şehrimi Tanıyorum" projesi ile vatandaşların 80 binine şehri gezdirmiş. 2016 da 6.800 lise 2. sınıf öğrencisi olmak üzere 10 vatandaşı hem de uçakla Çanakkale’ye götürmüş. Bu yılda binlerce hemşerisini Hızlı trenle Söğüt’e Bilecik’e götürecek…)
Ankara İle İstanbul’un Gölgesinde Bir şehir: Bolu
İstanbul’a giderken, İstanbul’dan dönerken içinden hızla geçip gittiğimiz Bolu vilayetimiz meğerse bize çok kızıyormuş. Bolunun Yüce dağları, sırtlarında yazın yeşil, kışın beyaz sakoları ile içinden geçip giden, kendilerine misafir olmayan yolculara bazen sitemkâr, bazen tehditkâr kartal bakışlar fırlatıyormuş da haberimiz yokmuş.
Bu seyahatimizde anladım ki hem Bolu Şehrinin sitemleri, hem de Bolu Dağlarının kızgınlığı pek haklı, çok yerinde. Çünkü Bolunun o haşmetli, o güzel, o serin ormanları ile hemhal olamamak, Yıldırım Cami'inde namaz kılamamak, Abant’ı, Yedigöller’i temaşa edememek, Göynükte manevi zirvelerimizden Ak Şemsettin Hazretlerini ve diğer manevi önderlerimizi (Baba Hıdır, Debbağ Dede ,Bıçakcı Ömer Efendi , Fahreddin Rumi, Filibeli Hacı Hafız Tevfik Efendi…) ziyaret edip şefaatlerini dileyememek, mert, yiğit Köroğlu’nun torunlarının misafirperverliğini yaşayamamak… Affedilir bir kabahat değilmiş.
Yedigöller’i yeşil bir denizin dibinde yüzer gibi kulaçlarken, Abant’ı yeşil ve mavinin raksı ile birlikte, orman ve suyun serinliğinde adımlarken, Göynük’ün saat kulesinden bu mana ve tarih dolu şehri seyrederken, Gölcükte binlerce insanla, bu yaz sıcaklığında, mütevazı ve cana yakın belediye başkanımız Alaaddin Yılmaz ve yardımcısı İhsan Dağcan beyefendilerle birlikte serin serin piknik yaparken, Bolu Belediyemizin özgün bir projesi olan Bebek Fidanlığını takdir duyguları ile gezerken, Bolumuzun yüzde yetmişini kaplayan sık, yüksek, her renk ve cinsten ağaçlarla kaplı ormanlarının içinden otobüsümüzle kıvrıla kıvrıla inişler inip yokuşlar çıkarken, bu yüce dağların, bu sık ormanların nemli, serin havasını doyasıya içimize çekerken… Bu düşünceler biteviye geçti içimden.
Her yüksek tepede sanki Köroğlu’nu görüyordum, şaha kalkmış kıratının üstünde bir elinde kılıcı öbür elinde sazı ile haykırıyordu tüm zamanlara, tekmil mekânlara. Mertliğin, yiğitliğin, zalime düşman, mazluma dost olmanın erdemini, faziletini resmediyordu yeşil Bolu Dağlarının üzerini kaplayan beyaz bulutlara. Bu görüntü eşliğinde bir mertlik türküsü çalınıyordu. Saz eşliğinde tok ve davudi bir erkek sesi hem yeryüzünü, hem gökyüzünü dolduran bir haykırışla, yiğitliğin, kahramanlığın, mertliğin notalarını yazıyordu insanlık cönküne. Bu ölümsüz nida sadece bu günü değil maziyi ve istikbali de kuşatıyordu:
Benden selam olsun Bolu beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından kalkan sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır
HER İŞE BESMELE İLE BAŞLA
Yazımı Köroğlu’nun haykırışları ile bitirirsem bu yazı eksik olur. Çünkü hem Bolunun, hem Türk tarihinin en önemli manevi liderlerinden, gönül göğümüzün en parlak yıldızlarından biri olan Akşemseddin Dedemize haksızlık etmiş olurum. O Akşemseddinki hem Türk, hem İslam, hem de Dünya tarihinin en önemli tarihi hadiselerinden biri olan fethin manevi mimarıdır. İstanbul’un fethini gerçekleştiren Fatih dedemizin manevi önderi, şeyhi Ak Şemsettin dedemizdir. Onun Göynükteki kabrini ziyaret edip hemşerileri ile hemhal olmak bizler için bir onur ve şeref vesikası oldu. Şehre girerken (tevafukenbir sünnet düğünü vesilesi ile) mehter çalıyordu. Ankara Büyük Şehir Belediyesinin bir hatırası olarak yapılan Kent Şehir kapısında ise Akşemeseddin Dedemizin Şu sözleri dikkat çekiyordu:
"Her işe besmele ile başla", "Allah ile olduktan sonra ölüm de ömür de hoştur "
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.