Naim ÖZGÜNER
Alimlerimiz ve İlim Uğruna Çekilen Sıkıntılar
Öğrendiklerini yaşayan alimlerimizin hayat hikayeleri bizler için birer rehber, birer ışıktır. Yüce hedefler uğrunda zorluk ve sıkıntılara tahammül etmeleri, bizler için büyük örnek teşkil etmektedir. Her birinin hayat hikayeleri önden giden atlılar misali büyük bir ufuk oluşturmaktadır. İmam Ebu Hanife’nin ifadesiyle: “Alimlerle onların güzel yönleriyle ilgili kıssalar nakletmek bana pek çok fıkıh meselesinden daha güzel gelir, çünkü bu kıssalar o zatların edepleriyle doludur”.
Ayrı bir keşif ve keramet aramaya ihtiyaç yok. Bir hayat ki bir ömür tepeden tırnağa edep ve ibretle doludur daha nasıl bir keramet osun ki…İmam-ı Rabbaninin ifadesiyle İstikamet kerametten üstündür (el-istikamet-ü fevkal keramet-ü). Kendisinde bulunmayan ilme ulaşma ihtiyacını itiraf ederek fayda umulan birisi uğruna vatanını terk ederek sıkıntılara düşülmesi, gayret ve çaba sarf edilmesi gösteriyor ki halk içerisinde bu seviyeyi aşabilen ve bundan büyük olabilen kimse yoktur.
Bu bağlamda geçmişteki İslam Alimlerimizin ilim uğruna çektikleri zahmet ve sıkıntıları anlatırken diğer taraftan da edep ve ibretle dolu bir ömrü önünüze sermiş olacağız.
Cabir b. Abdullah bir hadis-i şerif için bir aylık yol giderek Şama varır Abdullah b. Üneyse ulaşır: “Öğrendiğime göre Rasulüllah’tan bir hadis duymuşsun, korktum ki onu duymadan ya ben ölürüm ve ya sen ölürsün, onun için geldim dedim. O da: “Evet, Rasulüllah’ın şöyle dediğini duydum: “Allah insanları kıyamet günü çıplak, sünnetsiz ve bühm olarak haşredecek”. Bühm olarak ne demek diye sorduk. Yanlarında hiçbir şey olmadığı halde buyurdular. Sonra Allah onlara yakındakilerin de uzaktakilerin de duyacağı bir sesle şöyle seslenecek: Yegane Melik benim. Yegane Deyyan benim! Cennetliklerden hiç birinin, bir cehennemli kendisinden hak iddia ederken Cennete girmesi mümkün olamaz. Yani ince bir hesaptan geçmedikçe cennetlikler Cennete, Cehennemlikler de cehenneme giremezler. Bu nasıl olur, oysa biz çıplak olarak ve yanımızda bir şey yokken haşr olacağız? dedim. İyilikler ve kötülüklerle buyurdu. Yani ödeşme iyilikler ve kötülüklerle olacak demek istedi.
Ahmed b. Hanbele sordular, kişi ilim talebi için yolculuğa çıkar mı? “Evet, vallahi hemde nasıl! Alkame b. Kays en-Nehai ve Esved b. Yezid en-Nehai- ki bunlar Iraktan Kufe dendiler- kendilerine Ömerden bir hadis ulaştığı vakit bununla tatmin olmaz ve onu ta Medine-i Münevvereye bizzat ondan dinlemeye giderlerdi” cevabını verdi.
er-Riyahi el-Basri (v.93)şöyle der: “Basra da iken bizler Rasulüllahın ashabından nakledilen bir rivayet duyduğumuzda mutmain olmaz, bineğimize atlar, doğru Medine ye gider ve onu bizzat onların ağzından dinlerdik”.
Said b. Müseyyeb: “Bir hadis-i şerif için günlerce gecelerce yolculuk yapardım” demiştir.
İmam-ı Şa’bi (v.103) kendisine hatırlatılan üç hadis-i şerif için Küfeden Mekke ye gittiğini söyler.
Hafız Zehebi İmam-ı Şa’binin hayatını anlatırken Şubrume’ nin ondan şunları duyduğunu yazar: “Şu anıma kadar beyaz kağıda ne karaladıysam ve bana kim bir hadis-i şerif söylediyse onu tekrar ettirmeden ezberlemişimdir. Unuttuklarımı ise şayet birsi ezberleseydi alim olurdu”.
Şa’ biye “bütün bu ilmi nasıl öğrendin” diye sordular. O da: “Duyduklarıma güvenmemek, diyar diyar dolaşmak, cansız varlıklar gibi sabretmek ve karga gibi erken davranmakla” diye cevap verdi.
Ahmed b. Hanbel on altı yaşında hadis öğrenmeye başladı. Beş defa hacca gitti. Üçünde yaya idi. (Memleketinin Irak-Bağdat Olduğunu düşünmeli). Şam, Mağrib, Cezayir, Mekke, Medine, Hicaz, Yemen, Irak, İran ve Horasanı, dağları, bayırları ilim uğruna dolaştı, sonra Bağdat’a döndü.
Muhammed İdris er-Razi, hadis için ilk çıktığında yolculuğu yedi sene sürdü. Yaya olarak yürüdüğü yolları bin fersahı geçinceye kadar hesapladı (bir fersah 5km den biraz fazla). Kufe den Bağdat a, Mekke ye, Medine ye, Mağrib şehrine, Mısır a, oradan Ramle’ ye, oradan Beytu’l Makdis e, Askalana, Taberiyyeye, Dımışka, Hımısa, Antakyaya, Tarsusa hep yayan yürüdü. Tekrar Hımısa döndü. Oradan Beysana, Rakkaya, geçti. Fırat yoluyla Bağdata gitti. Vasıftan Nile geçti, oradan Kufeye. Hepsi yaya idi. O zaman yaşı 20 idi ve yedi sene dolaştı.
Muhammed b. İshak, hadis üstatlarından dinlediklerinin 5bin men kadar olduğunu söyler. Bir men on büyük cüz kadardır. İlim uğruna ilk yolculuğuna 330 senesinde Nişaburadır. Memleketine 375 senesinde dönebilmiştir. Demek ki yolculuğu kırk beş sene sürmüş.
Urve b. Zubeyr şunları anlatır: “Muhacirlerden bir zattan bana hadis nakledilirdi, öğle sırası istirahat halinde iken gider onu bulur, kapısında bekler, çıkınca da onları ondan sorardım”.
Sa’id b. Cübeyr: “ibni Abbasla beraber geceleyin Mekke yolunda yürüyorduk. Bir taraftan da o hadis anlatıyordu. Ben de onun anlattıklarını semerin önüne kaydediyor, sabah olunca da yazıyordum”.
Ali b. Hasan b. Şakik anlattı. Soğuk bir geceydi. Abdullah b. Mübarekle beraber camiden çıkmak üzere kalktık. Kapının önünde o bana bir hadis anlattı. Bir de ben ona hatırlattım. Tekrar o başladı, anlattı, anlattı…Derken müezzin gelip sabah ezanını okudu.
İbnü’l Kasım anlatıyor (191 de Mısırda vefat etti): “Sabahın alaca karanlığında Malike gelir, iki, üç, dört mesele sorardım. O saatte içinin açıldığını anladığım için her seher vakti gelirdim. Bir defasında başımı kapının eşiğine koyup yattım. Uyku bastırdı, uyumuşum. Malik çıkıp camiye gitmiş duymamışım. Siyah bir cariyesi beni ayağıyla iterek dedi ki: Efendin çıktı! O senin gibi gafil değildir. Bu gün kırk dokuz yaşına girmiştir de sabah namazını yasının abdestiyle kılmadığı çok az vaki olmuştur.” İbnül Kasım İmam-ı Malike çok gidip geldiği için siyah cariye Maliki onun efendisi zannetmişti. “On yedi sene Malikin kapısında kaldım. Orada ne bir ey sattım, ne de bir şey satın aldım. Yanında kaldığım bir sırada Mısıra gitmekte olan biri geldi. Ağzı burnu burkalı bir delikanlıydı. Yanımıza girdi, Malike selam verdi ve: “İbnül Kasım aranızda mı?” diye sordu. Beni gösterdiler. Gelerek gözlerimi öpmeye başladı. Onda güzel bir koku hissettim. Evlat kokusu gibi. Bir de ne göreyim oğlum değil miymiş!”. İbnül Kasım annesini, ona hamileyken terk edip çıkmıştı. Amcasının kızıydı o. Seferde çok uzun zaman kalacağı için onu dilediğini yapmakta serbest bırakmıştı. O da beklemeyi tercih etti.
Fudayl b. Iyad derki: “Çoğu kere geceleri oturur fıkıh müzakere ederdik. Çoğu kere sabah ezanı okununcaya kadar kalkmazdık”.
Hafız İbn-i Kesir Buharinin hayatını anlatırken şunları söyler: “Buhari gece uykudan uyanır, lambasını yakar, hatırına gelen faydalı bir şeyi yazardı. Sonra lambasını söndürür yatardı. Tekrar kalkar, tekrar kalkardı. Hatta bir gecede yaklaşık yirmi defa kalktığı olurdu”.
Taberi yüz yıl yaşadı. Yazdığı eserler yetmiş beşi aştı. Zekvani diyor ki: “Taberaniye çok hadis rivayet edebilmesinin hikmetini sordular; “otuz yıl hasır üzerinde uyudum” diye cevap verdi.
e-mail: naimozguner81@gmail.com