Âlimin Ölümü Âlemin Ölümüdür

Yıllar önce İslâm Mecmuası’nda birlikte çalıştığımız dostum, kardeşim Abdulhakim Koçin’in gönderdiği bir elektronik posta ulaştı mail kutuma. Koçin, yakından tanıdığı ve sevdiği bir âlimin vefatı üzerine kaleme aldığı yazıyı sunuyordu dikkatime. Merhuma rahmet, sevenlerine sabır diliyorum. Koçin’in, “Bingöl’ün En Parlak Yıldızı Söndü: Molla Zeki Basatemur Efendi Hakka Yürüdü” başlıklı yazısını hayırlara vesile olması dileklerimle, virgülüne dokunmadan paylaşıyorum;

“Âlimler bu dünyayı bir gurbet diyarı olarak görürler. Bu yüzden çok bağlanmazlar. Kısa bir süreliğine geldiği diyardan asıl memleketlerine gideceklerini bildikleri için mal-mülk de edinmeye çalışmazlar. Kısacası dünyanın bir kıl kadar değeri yoktur yanlarında. Bunlardan biri de âlim, arif, fazıl, Hacı Zeki Efendiydi. Dün Hakk’a yürüdü.

Onunla ilk görüşmem, 1979 yılında Şubat ayında oldu. O yıl Bingöl İmam Hatip Lisesi ortaokul 3. Sınıf öğrencisiydim. Yarıyıl tatili sebebiyle Bingöl-Merkez Sancak nahiyesine bağlı olan köyüme (Yeşilova’ya) gelmiştim. Akşam namazından sonra Molla Zeki Efendi’nin Mehmet Amcalarıma geldiğini duydum. Rahmetli babamla ziyaretine gittik. O uzun kış günü aklımdaki bütün soruları kendisine sordum. Hatta sorularımla o kadar yormuştum ki, rahmetli Molla Osman amcam, “Kalan soruları yarın bana sorarsın. Molla Zeki Efendi biraz dinlensin” dediğinde, “Molla Osman bırak sorsun, siz benim dayılarımsınız; sizden rahatsız olmam” deyip hem beni rahatlatmış hem de anneleri tarafından akrabamız olduğunu söylemişti. Bu sözü üzerine kendisine duyduğum muhabbet bir kat daha arttı.

Aradan birkaç ay geçtikten sonra, 12 Eylül darbesi oldu ve asker yönetime el koydu. “Gözün üstünde kaşın var” diyenlerin zindanlara atıldığı karanlık günlerdi.  Ölümlerin, zulümlerin, işkencelerin vak’a-yı adiye sayıldığı günlerden bir gün köyden nasipsiz bir kişi karakola gidip, “Hutbede Atatürk’e hakaret etti” diyerek Molla Zeki Efendi’yi şikâyet etmiş; karakol da kendisini Bingöl’e getirip zindana atmıştı. Her gün korku ve endişeyle zindanına atıldığı binanın yakınına gelip kendisinden haber almaya çalışırdık. Birinci derece yakınından başkasıyla görüştürülmüyordu. Biz ancak onlardan haberini alıyorduk.  Aylar sonra serbest bırakıldıktan sonra evimize misafir olmuştu. Zindanda kendisine neler yapıldığını sorduğumda, zindana atılmasının başka bir sebebinin olduğunu öğrendim.

Molla Zeki (Basatemur) Efendi’nin yaşadığı Sudüğünü (Şirnan) köyü, bizim köyümüze bitişikti. Köylerinde açtığı medresede yarısı yatılı olmak üzere yaklaşık 150 öğrenci okutuyordu. Masraflarını ise genellikle civar köyler karşılıyordu. Kendisinin anlattığına göre, 12 Eylül darbesinden sonra hazırlanan Anayasa referandumu sırasında bir yüzbaşı köylerine gidip, Molla Zeki Efendi’yi tehdit etmiş; bir tek ret oyu çıkarsa köyü yakacağını söylemiş. Molla Zeki Efendi ise yüzbaşıya “Herkesin re’yinde hür olduğunu, kendisinin de red oyu kullanacağını” belirtmiş. Referandumda köyün kullandığı yaklaşık bin oyun hemen tamamı red çıkınca yüzbaşı bu şikâyeti fırsat bilip, kendisini hapse attırmış. Zindanda bir süre kaldıktan sonra, Kur’an dersini vermeyeceğine dair söz vermesi durumunda serbest bırakılacağı va’dedilmiş; ancak o bunu kabul etmemiş ve her isteyene Kur’an-ı Kerim’i ve diğer şeriat ilimlerini öğretmeye devam edeceğini söylemiş. Bunun üzerine uzun süre zindanda tutulup akla gelmeyecek işkencelere maruz bırakılmış. Bırakıldıktan sonra da sağlığı bozulduğu için medresede ders verecek hali kalmamıştı.

Son yıllarda ziyaretine gittiğimde, sorduğum sorulara kısa cevaplar verirdi. Kalabalık yerlerde sıkılır; fazla soru sorulduğunda bulunduğu mekânı kısa bir süre terk eder, bazen sorulan soruları cevapsız bırakırdı. Buna rağmen evi her zaman bir dergâh gibi çalışır; misafiri eksik olmazdı. Gelen misafirler, ikramsız gönderilmezdi. Maddi durumu zayıf olduğu halde kendisi için asla kimseden yardım talep etmez; gözü tok, derya gönüllü bir insandı.

Her yerde ve her durumda, doğru bildiğini çekinmeden söyler, haktan taviz vermez; yanında birileri hakkında gıybet ve dedikodu yapılmasına müsaade etmezdi.

Son birkaç yıldır kanser illetine yakalanmıştı. Dayanılmaz acılar çekiyordu, ama bundan asla şikâyet etmiyor; büyük bir sabır ve metanetle Allah’a şükrediyordu.

Gurbet ne kadar uzun da sürse sayılı günlerdir. Sayılı günler bir gün elbet biter. O da dün (6 Kasım 2014 Perşembe günü) sayılı günlerini tamamladı. Beratını aldı; bu gurbet diyarından asli yurduna hicret etti ve vuslata erdi. Ayrılıktan, zahmetten, firkatten ve hasretten; bu gaddar dünyanın zulmünden, kederinden, derdinden ve eleminden kurtuldu.

Şahitlik ederiz ki, o mert idi, cömert idi. Her hali Hz. Peygamber’e muvafık bir aşık-ı sadık idi. Alim, âmil  ve mürşîd-i kâmil idi. Arif, âbid ve zâhid idi. Onun vefatı bütün yürekleri dağladı; ardından bütün mü’minler ağladı.

Ama eminim o güldü. O gülüşü, o tebessümü, vefatından üç gün önce ziyaretine gittiğimde gördüm. Adeta nurdan bir cisimdi; yakalandığı devasız hastalığının bütün elemine, ağrısına, acısına rağmen mütevekkil ve mütebessimdi. Hayretler içinde mütevekkil haline hayran kalmıştım. Vedalaşıp Ankara’ya geldiğimde kapıyı açan eşime, içeri girer girmez gayri ihtiyari “Cennet ehlini dünyada görmek isteyen, Molla Zeki Efendiyi ziyaret etsin” demiş; kendisine dualar etmiştim. Rabbim kendisini cennetiyle mükâfatlandırsın ve cemaliyle müşerref kılsın. 7 Kasım 2014.”

recep.kocakk@gmail.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.