Selma ÖZTÜRK
Aklımızı kullanmadığımızdan dolayı hesaba çekilmek...
İnsanoğlu Allah tarafından yaratılmış bir varlık olarak bir çok nimetlerle donatılmıştır. Bu nimetlerden bazıları beden sağlığı, ruh sağlığı, yemek ve içmek gibi envayi çeşit nimetlerdir. Fakat lutufler ve ihsanlar bununla sınırlı değildir. Allah-u Teala’nın insanoğluna vermiş olduğu en büyük nimetlerden birisi hiç kuşkusuz AKIL nimetidir.
Şimdi ise akıl kavramı üzerinde biraz duralım. Akıl vardır, zeka vardır, us vardır bir de fikir vardır. Bunların hepsi soyut olarak eş anlamlara gelseler de aralarında ince de olsa farklar görülmektedir. Her akıl sahibi insan illede zeki olması anlamına gelmez. Fakat her zeki insan muhakkak bir akıla sahiptir. Demek ki zeka akıla bina edilmiştir. Bazı insanların ise aklı vardır, fakat maalesef fikri yoktur. Fikir sahibi olmak ve fikir adamı olabilmek yine her insana nasip olmayan bir nimettir.
Bu kelimeler Türkçemizde farklı yerlerde kullanılır. Mesela bir çocuğa: “Akıllı dur! Uslu dur! Yaramazlık yapma!” deriz. Fakat “ Zekalı dur! Fikirli dur!” dememiz biraz abes olur. Kelimeler hak ettikleri yerlerde ve hak ettikleri şekilde kullanılmalıdır.
Zeki olmak, hatta üstün zekaya sahip olmak büyük bir nimet olmakla beraber, aynı anda insana büyük bir “bela” da olabilir. Yani zeki olmak o zekaya sahip olan insana günlük hayatında bir takım sıkıntılar getirebilir. Buna en iyi örnek olarak rahmetlik üstad Necip Fazıl Kısakürek’i verebiliriz. Adamcağız üstün ve keskin zekasından dolayı yaşam süreci içinde bir takım sıkıntılara maruz kalmış, hızlı ve geniş düşünmesiden dolayı diğer insanlar tarafından hak ettiği bir şekilde anlaşılmama sıkıntısını çeken bir zattır. Evet, hakikaten de insan bildiğini bilinmiş sanır ve karşısındaki muhatabını kendi açısından gördüğü için, kendi derecesine göre ölçer...
Allah Rasulu: “Kellimin nase ala kaderi ukulihim!”, yani insanlarla akıl derecesine göre konuşun diye ifade buyurmuştur. Bu peygamber tavsiyesi bizlere – o yüce ve eşsiz zatın söylemiş olduğu her söz gibi- büyük bir öğretidir. Bu sözlerden ibret ve ders almak ise bizim için kaçınılmaz bir vazifedir. Allah Rasulu ne diyor, niye diyor? Bu soruyu kendimize sürekli sormamız gerekir. Hadisleri hafife almayalım. Her birinde derin bir manadan ziyade günlük hayatımız için yardımlar vardır. İnsanlarla akıl seviyesine göre konuşun demekle evvelen insanların akıl derecelerinin farklı ve aynı olmadığı anlıyoruz. Bir çocukla yaptığımız bir konuşmayla bir ergenle yaptığımız bir sohbet elbette aynı olamaz. Bir profesörle yaptığımız bir konuşmayla bir ummiyle yaptığımız bir konuşma yine aynı olamaz, olmamalıdır. Kullanılan kelimeler ve tarz muhataba göre özel seçilmelidir. Burada bir yanlış anlaşma olmasın efendim! Bu insanları küçümseme veya onlara değer vermeme anlamına gelmez. Bilakis! Bu onlara asıl hak ettikleri bir muameleye işarettir. Bilinçli, şuurlu ve mutevazi (alçakgönüllü) bir müslüman da muhakkak ve muhakkak böyle davranır.
Evet, akıl Allah tarafından verilmiş olan bir nimet olduğuna göre, mahşer günü her nimet için hesaba çekileceğimiz gibi, işte bu nimetten dolayı da hesaba çekileceğiz. Bu durumu Allah-u Teala kendisi bizzat Tekasur suresinin son ayetinde “Summe letuselunne yevme izin anninneim” ayetiyle açık bir şekilde teykitle ifade ediyor zaten. Kişi Hesab-ı Kebir’de sırf aklını kullanıp yapmış olduklarından dolayı değilde, aklını kullanmaıp yapmamış olduklarından dolayı da hesaba çekilecektir ve bu akıl nimetinden yeterli ve gerekli bir şekilde istifade etmemeyişinin hesabını hiç şüphesiz vermek mecburiyetindedir. Çünkü mesuldur, sorumludur. Ayrıca bu sadece “İlahi Kanunda” değilde, günümüzün ceza kanununda da böyledir. Özel sorumluluk taşıyan kişi gerektiği yerde ve anda gereken eylemde bulunmadığı için daha ağır bir ceza görür. Mesela alman ceza kanununun 13’üncü maddesinde bu böyledir. İhmal suçu dediğimiz suçtur bu. Yani eğer bir insan yaptığı daha doğrusu yapmadığı bir işten dolayı o işte taşımış olduğu özel bir sorumluluğu varsa, o sorumluluğu gereği yasalara göre daha ağır bir suç işlemiş olur.
Demek ki herkes (ve hepimiz) elinde olan imkanlarla akıl denen bu nimeti sağlıklı ve gerekli bir şekilde kullanarak kendi üzerine düşen ferdi vazifesini yani Allah’a karşı olan kulluk görevini yerine getirmekle mükelleftir, buna mecburdur.
Kuran-ı Kerim’de Allah-u Teala defalarca kitabını okuyanlara ve o kitaba inananlara şu soruları yöneltmiyor mu? “Efela tea’gılun”, Efela tetefekkerun”, Efela tetezekkerun”. Yani Allah-u Teala “Siz (hiç) düşünmez misiniz?” demekle “Düşünün!” diyor bizlere. Bu istifham dediğimiz soruların içinde derin manayla birlikte cevapta vardır. Bu suallar insanı düşünmeye teşvik eder ve etmelidir. Aynı zamanda hem öneri, hem de ikaz mahiyetindedir. Yaradanın seçmiş olduğu usül budur işte.
Kelime-i Şehadeti anlayıp hakkıyla yerine getirmek istiyorsak, aklımızı hakkınca kullanmamız lazım. Bu taktirde mahşer günü bazı işlerimiz daha da kolaylaşacaktır, inşaallah. La İlahe İllallah demekle iş bitmiyor efendim, asıl iş o zaman başlıyor. Bir de üstüne Muhammedun Rasulallah ilavesinde bulunursak, gerisini aklınızı kullanıp sizler düşünün artık...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.