Aslan DEĞİRMENCİ
Ahmet Kaya, Sezen Aksu ve Fazıl Say
Gazeteci Muharrem Coşkun ile Ahmet Kaya’nın 28 Şubat sürecinde gündeme getirilmeyen bir röportajı vardır. Kaya, röportajında “Ben tam demokrat ve tam bağımsız, insan haklarına saygılı sanatın ve düşüncenin suç olarak görülmediği, herkesin inançlarına saygılı ve herkesin karnının doyduğu bir ülke özlüyorum. Bunun altına imzasını atabilecek herkesle her zaman ve her zeminde bir arada bulunurum” diyor… Bir solcudan o günlerde duymaya pek alışık olmadığımız sözler… Bununla da yetinmeyen Kaya, demokrasinin tarifini de şu şekilde yapıyordu: “Gerçek demokrasilerde bütün düşünce ve inanç biçimleri bir bahçede açan değişik renklerdeki güllerdir bence… Bu güllerin hiçbirinin rengini soldurmamak lazım.” Oysa o günler de bırakın gülleri soldurmak militarizmin bekçileri güllerin açmasına dahi izin vermiyorlardı. Her yerde baskı, dayatma ve zulüm vardı. Dayatmacı sisteme direnmek, özgürlükleri savunmak, inandığı gibi yaşamaya çalışmak en büyük suçtu. ‘A’ diyen fişleniyor, genç yaşta gelecekler karartılıyordu. Kaya, ise çıkıp bu sisteme özgürlük dersi verecek sözler sarf ediyordu.
Ziya Gökalp’in bir şiirini okuduğu için o dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Recep Tayip Erdoğan’a hapis cezası verilmesini de yorumlayan Kaya, “İnsanların ya da toplumların en güçlü silahları onların sanatçıları, şairleri, yazarları ve düşünce adamlarıdır. Kendi gücüne inanan ve güvenen sistemler sanattan ve düşünceden korkmazlar, korkmamalıdır… Bir insanın bir şairden alıntıladığı birkaç dizelik şiir hiçbir sistemi yıkmaz. Nerede olursa olsun ve kim olursa olsun, şiir okuyan bir insan yargılanmamalıdır. Ben buna da muhalefet ederim” diyordu. Sisteme açıkça başkaldırıyor, vesayete meydan okuyordu. Hepsinden önemlisi irticacı ilan edilen bir Belediye Başkanına destek veriyordu.
Başörtülü öğrenci ve çalışanlara yapılan uygulamaları ise Kaya, ilkellik olarak değerlendiriyordu. Sözlerinin devamında ülkede bir irtica sorunu olduğuna inanmadığını da belirtirken, “Globalleşen bir dünyada, ekonomik ve kültürel sistemlerin birbirinin içine geçtiği ve hatta bütünleştiği, bilginin elimizin altında olduğu bir dünyada, hala insanların biçimle uğraşmasını inanılmaz ilkel buluyorum. İnsanların kılığını kıyafetini, tektipleştirebilirsiniz, fakat beyinleri ve düşüncelerini nasıl değiştireceksiniz? Ben toplumsal hoşgörünün birçok şeyin devası olabileceğine inanan bir insanım” diyerek olması gerekeni ortaya koyuyordu. Devletin tektipleştirme projesine adeta isyan eden Kaya, dönemin jakobenizm, ideolojisini dayatanlara ince mesajlar veriyordu. Bu mesajları veren Ahmet Kaya’ya karşı linç girişimleri gecikmemişti. Televizyonlara çıkan bazı dayatmacı anlayışın ürünü olan sonradan görmeler Kaya’ya açıkça savaş ilan ediyorlardı. Birileri tarafından zorla topluma sanatçı olarak lanse ettirildiklerini sorun etmeden işkembeden sallıyorlardı. ‘Bölücü’, ‘ayrımcı’ hatta ‘militan’ diye Ahmet Kaya’ya saldırarak toplum mühendisliği yapıyorlardı. Türkülerindeki sözler masaya yatırılmaya, içlerinden sözler cımbızla çekilmeye başlanarak davalar açılmaya da başlanmıştı.
Derken bu halkı bugün cahil ilan eden tetikçi yazarlar devreye sokuluyor, Kaya, hakkından toplumu kışkırtıcı yazılar yazdırılıyordu. Köşelerde intikam ve kan kokusu yayıldığı dönemlerde Ahmet Kaya susmuyor, kara düzenin sanatçısı olmayacağını haykırmaya devam ediyordu. Hatta tüm sınırları zorlayarak, “anamın başörtüsüne kimse el uzatamaz" diyor, kendi anadilinde türkü söylemek istediğini deklare ediyordu. Derin devletin tüm kırmızı çizgilerini aşan Kaya’nın artık durdurulması gerekiyordu! Öyle de oldu. Linç kampanyası başlatıldı. Kaya’nın "linç edildiği" o geceyi bilmeyeniz yoktur! Serdar Ortaç sahnede okuduğu şarkı sözünü bir anda değiştirerek, “Bu devirde kimse sultan değil padişah değil. Atatürk yolunda Türkiye! Bu vatan bizim, ellerin değil!” diyordu. Bu sözler ile gerilim tavan yaparken, Şenay Düdek, Kaya’ya bağırarak hakaret ediyordu. Ercan Saatçi. Tuncay Önder ve Erdal Acar da boş durmuyordu. Derken havada uçuşan çatallar… Düşünsenize özgürlüğü çatallamaya çalışan bir avuç insan topluluğu. Kürtçe bir ezgi söyleyeceğini ve buna klip çekeceğini söyleyen adama karşı yapılanlar… Uzun uzun anlatmaya gerek yok. Ancak isterim ki linç gecesinde vatana sahip çıktıklarını ayağa kalkıp hep bir ağızdan 10. yıl marşını söyleyerek gösterenleri bir kez daha hatırlayın: İbrahim Tatlıses, Mahsun Kırmızıgül, Ajda Pekkan, Kadir İnanır, Edip Akbayram, Mustafa Topaloğlu, Özcan Deniz… Tabi ardından Memleketim şarkısını söyleten Reha Muhtar! Ardından Hürriyet’in devreye girişi… ‘Ayıp Ettin Gözüm’ manşetiyle okuyucusunun karşısına çıkışı. İddia ise bölücü haritalar altında konser. Aile ve avukatlar konserin olmadığını ispatlarken, mahkemelerin devreye girişi… Mahkeme sürecinde Hürriyet’in sessiz kalışı ve davanın düşüşü… Ancak atılan o manşet ile toplumda Kaya artık resmen ‘terörist’ ilan edilmişti. Geri dönüşü olmayan bir senaryo sahneye koyulmuş ve istenen sonuç alınmıştı. Kaya, sürgün hayatını tercih etmiş ve orada da hayata gözlerini yummuştu. Sisteme başkaldıran, örtüye özgürlük isteyen ve tektipleştirmeye karşı çıkan Kaya’nın acı sonu. Bu sona katkıda bulunanlar filmler çekse de, sahnede Kürtçe ezgiler söylese de toplum onlara yüz vermiyor! Bu hamlelerin açılımın meyvesini yemek için olduğunu da iyi biliyor. Dün doğru bildiğini bedel ödemek pahasına haykıranları, linç edenlerin bugün benzer sözler söylemesi rant değildir de nedir? Söylemelerine karşı mıyım? Hayır! Benim derdim dün nerede durduklarında…
Peki neden Ahmet Kaya’nın başına gelenleri uzun uzun anlattım? Anlattım çünkü yeni hedef Sezen Aksu! Dün Aksu’ya büyük hayranlık besleyenler, yorumu karşısında ceket ilikleyenler bugün ‘dün dündür’ anlayışına sığınarak 3 maymunu oynuyorlar. 12 Eylül'de yapılacak olan referandumda ‘evet’ oyu kullanacağını açıklayan Sezen Aksu'ya önce mahalle baskısı yapıldı. Ardından hakaretler… Hakaret kervanının başında CHP’li Süheyl Batum… Encümen-i Daniş tarafından Demokrat Parti Başkanlığı’na aday gösterilen adı, Balyoz Planı'yla da gündeme gelen Batum, “Sazan Aksu” diyerek düğmeye bastı. Elini henüz düğmeden çekmeden sahneye Fazıl Say, çıktı. Topluma jakobenler tarafından pazarlanıp sunulan Say… Ağız ishaline yakalanmışcasına her mikrofon gördüğünde halkın tercihlerini aşağılayan Say… Halkın müzik anlayışını ve tuttuğu takımı yavşaklıkla özdeşleştiren, Köşke davet edilmediğini iddia ederken koca bir yalan attığı ortaya çıkmasına karşın yurdu terk edeceğini açıklayan Say… Halkın seçtiklerine hakaret etmeyi alışkanlık haline getiren, psikolojinin ve psikanalizin dallarında bile kendisine uygun bir problem bulamadığım Say… Kronikleşmiş komplekslerinin esiri sonucu kimliksizleşen ve entel görünmek için kendini belli gruplara yamalayan Say… Sıraladıkça uzatabileceğimiz kadar çok kişilik sorunu yaşayan, insanın kendi varlığından ve sıfatlarından haberdar olması için kendisine emanet edilen benliği kötü emellerine alet eden Say… Çıkmış bu özelliklerini görmezden gelerek Aksu’yu eleştiriyor. Dün yaptığı gibi bugün de atıp tutuyor. Zamanlama bizden kaçmıyor, kaçsa da zaten artık tutmuyor. Toplum mühendisliğinde kullanılan ve hizmetkârlık yapanlara kimse itibar etmiyor. Birilerinin aklından Kaya’dan sonra Sezenleri linç etmek geçiyorsa derhal kendilerine reset atsınlar. Sizler kendinizi üstün hissetseniz de, kimseyi sevmemeyi bir vasıf olarak görseniz de bu millet sizin aşağılık kompleksi içinde olduğunuzu biliyor. Özgürlük, barış, adalet kavramlarını benimsemeseniz bile bu kavramlara sahip çıkanlara savaş ilanınız anında karşılık görüyor. Öyle top tüfek ile de değil. Düşüncesi silah olan insanların ilk hamlesi ile de mat oluyorsunuz. Yenildikçe yenilgiye doymasanız bile acıdan zevk almaktan vazgeçin artık. Vücudunuza işkence etmeyin. Toplumun dışında kala kala yakalandığınız hastalıklardan kurtulmanın yollarını defalarca sizlere gösterdik. Dostça davrandık, güler yüz gösterdik, içinde bulunduğunuz durumu hoşgörüyle karşıladık ama siz ısrarla kendinizi yüceltme karmaşasından kurtaramadınız. Özgüven eksikliği, kültürel yozlaşma ve saplantı bozukluklarınız yüzünden şimdi yalnız kaldınız.
Bu yalnızlıktan sizi kurtarmaya, el uzatmaya da hazırız ama sizler arınmaya halen hazır değilsiniz. Ama hazır olamazsınız anlamına da gelmez bu. Ön şart hizmetkârlıktan vazgeçmek. Sonra hiyerarşiyi reddetmek... Zayıf karakterlerinizin sonucu vücudunuzu saran "çıkarcı", "bencil", "egoist" ruhlardan da arınmaya karar verirseniz biz buradayız. Ama unutmayın ki eski alışkanlıklarınızdan kurtulamayıp çağdaşlık maskesiyle irticacılık yapmaya devam ederseniz karşınızdayız.
Sizi çok ciddiye aldığımızı da sanmayın. Bir kalemde sizi masaya yatırıp, sadece düşüncelerimiz ile toplumun içine çıkamayacak hale getireceğimizin farkındayız. Sizlere tavsiyem şu Kızılderili atasözünde gizli: “Ağlamaktan korkma! Zihindeki ıstırap veren düşünceler gözyaşı ile temizlenir” Evet ağlamayı deneyin. O kadar vicdansızlığınıza rağmen gözünüzden tek damla gözyaşı damlatmayı başarabilirseniz insan olduğunuzu hatırlarsınız. Her damlada kin ve öfkenizden arınırsınız! Biz bu ülkede gölgelerin insanın boyunu geçmesine karşıyız. Buna izin vermemeye de kararlıyız. Yine biz sahte bilgilerin değil hikmetin peşindeyiz. Hatalarımız yok mu? Elbette var. O hatalar ile övünüp bir ruh yalnızlığıyla ölmek ve bir ömür vicdan azabıyla yaşamak yerine fedakârlık yapabiliriz. Yeter ki fedakârlık yapacağımız gölge değil insan olsun.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.