xxxxxx88
Ahmet ile Nedim'den notlar-1: Ne kuşsuz ne çiçeksiz
"NEVRESİMİ aldılar!"
Ahmet'in eşi Yonca gülerek ve büyük bir müjde verir gibi söylüyor bunu görüşten çıkarken. Bir mucize gerçekleştirmiş gibi. Bir avukat (Tora Pekin), bir sivil toplum örgütü çalışanı (Yonca-Ahmet in eşi) ve bir "meşhur" gazeteci (ben), yani üç aklı baliğ insan olarak Silivri Cezaevi'ne Yonca'nın yıkadığı nevresimi aldırmayı başardık, bahtiyarız!
"İlk nevresim devlet malı. O kirlendiğinde mecbur kantinden alacaksın. Dışarıdan getirmek yasak. Kantinden aldığın kirlendiğinde? Onu dışarı yıkatmaya vermek yasak. Uyuşturucudan gelenler kumaşları uyuşturucuya batırıp kurutup geri alıyorlar diye. Düşünsene 125 bin mecburi nevresim müşterisi! Öğrendiğime göre bu nevresimle ilgili Bakanlık ihaleye çıkıyor ve kâr marjını kendi belirliyor. Yani? Yani kâr ediyor bakanlık. Bu cezaevi neyle dönecek tabii? Bizim paralarla. Yani? Yani otelde kalıyoruz aslında. Parasıyla!"
Ahmet gazeteci arkadaşların bu cezaevi ekonomisi konusunu araştırmaları gerektiğini söylüyor, "acayip bir haber var orada" çünkü. Avukatı Tora Pekin ve ben avukat görüşmesindeyiz. Bizim görüş bitip de aile görüşü başladığında 1. Nevresim Muharebesi gerçekleşecek Yonca ile cezaevi yönetimi arasında, bekliyoruz. Henüz Yonca'nın muzaffer olacağını bilmiyoruz. Ben fesleğenden söz ediyorum, söyleşilerde kendisiyle Nedim'den söz ettiğimden. Genç bir kadının getirdiği fesleğen... Hay Allah! Nasıl da unuttum, bir dal bari getirebilirdim fesleğenden! O dalı suda saçaklandırıp sonra da saksıya... "Boş ver" diyor Ahmet, "Çiçek yetiştirmek yasak zaten". Gülüyor, "Ama kuş beslemek yasak değil, serçe besliyoruz. Camın dışı hep ekmek parçaları."
Bir gardiyan öyle demiş vaktiyle bir anneye:
"Teyze hiç içeride çiçek yaşar mı?"
Anne cevap vermiş: "Benim yavrum yaşıyor ya!"
GAZETECİLERE SELAM!
Keyfi yerinde Ahmet'in. Acaba "Kırk Katır Kırk Satır- Ergenekon'u Anlama Kılavuzu" kitabından açılan davada beraat ettiği için mi?
"Yok yahu! Ona biraz üzüldüm aslında. Artık duruşma bahanesiyle dışarı çıkmak da yok. Hiç değilse birkaç duruşma sonra beraat etseydim."
Son duruşmada cezaevi arabasına bindirdiklerinde Silivri'den İstanbul'a kadar hiç oturmamış, hep camdan bakmış:
"Bahar gelmiş kızım!"
Aklına bir şey geliyor gülüyor:
"Gazeteci arkadaşlara benden selam söyle. Duruşma günü askerler onlarla iyi dalga geçti. Benim fotoğrafım diye askerin elini çekmişler. Arkadaş, bilmiyor musun, hiçbir mahkûm, mahkûm arabasının solunda oturmaz. Mahkum sırası sağdadır! Zaten hepiniz yanlış arabaya el salladınız. Ben saat 10.00'da gelmiş bekliyordum, siz 12'de gelene el salladınız!"
Basbayağı gülüyor Ahmet. Bahar gelmiş ve alışmışlar içeride olmaya, birazcık hiç değilse. Nedim Survivor'ı izliyormuş, Ahmet Wipe-Out'u ve Doğan Yurdakul "Muhteşem Yüzyıl"ı. "En çok da Yaban TV!" diyor Ahmet, avcılık kanalı!
Niye?
"Mahkûmların genel isteğiymiş!"
Tora diyor ki "O zaman siz de A plus mahkûm olarak National Geographic'i isteyin!"
"Sorma!" diyor Ahmet, "Geçen duruşmaya gittiğimde lavaboya gideyim dedim. Mahkûmların hepsi, kabadayı tipli adamlar. Beni görünce alkışlamaya başlamazlar mı! 'Ahmet abi, iyi abi!' diye. Maymun olduk yemin ederim!"
BİR GÜNÜN KIYMETİ
Ahmet yine gülüyor, hem de tastamam karşı-propaganda amacıyla yazılmış, Aytekin Gezici'nin abuk sabuk "İmamın Ordusu-Son Sığınak" kitabından söz ederken bile:
"Kitabın kapağına benim fotoğrafımı koymuş ha? Herkes benim kitap sanıp alıyor herhalde. Ama içinde Ulusal Medya 2010 Raporu dedikleri şey var. Bize vermiyorlar. Bari alın da kitabı, şu rapor neymiş bakalım!"
Çıkarken unuttuğu bir şeyi hatırlıyor:
"Haaa! Ruşen'e söyleyin köşesindeki Ahmet ile Nedim şu kadar gündür içeride logosunda bir gün eksik yazıyor."
İçeride olduğu için o bir gün ne demek Ahmet artık iyi biliyor. Hele baharda bir gün!
Nedim ile görüşü de yazacağım. Nedim'in şahsi Survivor'ını. Nihat Doğan'ınki kadar sükse yapması dileğiyle.