Teslime Gülsen NURDOĞAN
Ahmet Haşim ve Müslüman Saati
Tevafuklar müminin yüreğine inşirah verir. Tevafuklar bize, her şeyi bir takdir ve ölçü ile düzenleyen Allah'ın kudretini gösterir.
21-22 Ocak 2023 tarihlerinde Tuyap Adana Kitap Fuarı'ndaydım. Kızımın bana sipariş ettiği kitabı alırken yanı sıra da kendime bir kitap aldım. Bu, Ahmet Haşim'in deneme yazılarından oluşan "Gurebâhâne-i Laklakan" adlı kitabıydı.
Bazı yazılarımda Ahmet Haşim'i "Merdiven" şiiriyle yad etmişimdir. Rahmetli yazarımızı, "Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta'' mısralarından ötürü zihnimde 'akşam' temasıyla kodlamışımdır. Eyüp Sultan Mezarlığında medfun bulunan hocamın kabrine doğru yürürken ilginç bir şekilde sol yanımda Ahmet Haşim'in mezarını gösteren yazıyı okumuştum. Sanki solgun ve boynu bükük bir edayla, "Ben de burada medfun bulunuyorum." diyordu. Onun mezarını ziyaret etmeyi çok istemiştim ama müsait bir vakit değildi. Allah'a dua eyleyip inşallah başka bir zamana ertelemiştim.
Adana'daki fuardan evime geldiğimde kızıma istediği kitabı uzatırken Gurebâhâne-i Laklakan'ı göstererek; "Bunu da kendime aldım." dedim. "Hımm, ben de okuyacağım onu! Hem o da benim olsun!" dedi gülerek.
Bugün başka bir şeyle meşgul olasım yok. Kendimi yokladım; canım yeni kitaplarımı incelemek istiyor. Gurebâhâne-i Laklakan'dan başladım.
Bu ilginç denemeden çok etkilendim. Ondan ayrıca bahsetmek isterim. Kitaptaki ikinci deneme, "Müslüman Saati" idi. Ben de bir deneme yazarı sayılırdım. Kitap bu açıdan da ilgimi çekiyordu. "Müslüman Saati"ni okumaya geçmeden önce, öbür odada bulunan kızımın yanına gittim. Onu, yeni aldığım kitabı hararetle okurken buldum. Sonra, "Biliyor musun!.." dedim. İlk denemeyi okudum. Yani "Gurebâhâne-i Laklakan" isimli deneme, mimarîden bahsediyor. Ne tevafuk değil mi mimar hanım!" dedim, "Tam da sana göre!" Gözlerini yuvarlayarak yerinden kalktı; "Sana bunun benim kitabım olacağını söylemiştim anneciğim!" dedi. Aldı ve üzerine ismini yazdı. Sonra da gülerek; "Böylece kendime zimmetlemiş oldum ." dedi. Onunla böyle şakalaşıyorduk ve dedim ki; "Ama ben bu kitabı analiz ederek okuyacağım! Yazarlık sanatı üzerine ve daha birçok şey üzerine kitabı incelemeyi düşünüyorum."
"Müslüman Saati"ni okumaya başladım. Bu, ötekine göre daha kısa bir denemeydi. Fakat okudukça hayranlıktan ve hayretten ağzım açık kaldı. Oo Ahmet Haşim, sen ne güzel biriymişsin! Allah size gani gani rahmet eylesin dedim. "Müslüman Saati" beni alabora etmişti. Gurebâhâne-i Laklakan'dan sonra bir de bu!.. Allah'ım yüreğime acı çöktü. Çok üzgünüm, dertlerim depreşti benim dedim. İki deneme de birbirinden güzeldi ve ben hangisi hakkında yazı yazacağımı bilemedim. Sonra dedim ki, önce Müslüman Saati'ni yazayım. Sonra da yazmadan önce bir araştırayım, bakalım benden önce okuyanlar bu deneme için ne demişler diye youtube'de arama yaptım. Aman Allah'ım, meğerse benden başka herkes her şeyi söylemiş! Bana da onları dinlemek kalmış. Oturdum youtube'de bu konuda ne kadar video varsa hepsini tek tek dinledim. Videolardan birisi çok hoştu. Üç genç adam bir göl kenarında "Müslüman Saati"ni konuştukları bir video çekmişlerdi. Çok da güzel olmuştu. Hemen sosyal medyada paylaşayım da istifade edilsin istedim. Bu arada söz konusu videoyu Habername yazar grubumuza da atmak istedim. Meğer yayın yönetmeni de aynı videoyu haber yapılması için göndermiş. İşte burada da tevafuk olmuştu. Diyorum ya tevafuklar müminlere ferahlık veriyor.
Müslüman Saati''nin Kısa Özeti:
Ahmet Haşim, "Müslüman Saati" adlı denemesinde Müslümanın zaman algısına değiniyor. Miladi takvimin ve dolayısıyla Miladi zamanın Müslümanın zaman kavramına uymadığını belirtiyor. Miladi takvimde gün, gece on ikide başlarken; Müslüman adetinde gün, akşam ezanıyla başlıyor.
Kitaba adını veren Gurebâhâne-i Laklakan'a gelince Bursa seyahatimde bu adla anılan binayı görmüşlüğüm var. Evet Ahmet Haşim'in bahsettiği bu yerde dolaşmıştım. Bütün bunları hatırlayınca okuduğum deneme benim için daha da ilginç oldu tabi. Gurebâhâne-i Laklakan'la ilgili konuşulacak çok şey var. Okuyun derim.
Gurebâhâne-i Laklakan'dan Bir bölüm
"Kendimi bu sedirlerden birine atarak bir müddet dışarıdan gelen yaprak hışırtılarını ve dereden akan su şırıltısını gözümü kapatarak dinledim. Gregoire Bay'ın Türk sanatını sevişi ve anlayışı birçok Frenklerinki gibi hoşuma gitmemişti. Fikrimi açıkça söyledim:
-Mösyö Bay, bilmiyorum niçin, siz ecnebilerin Türk ve alelumum Şark sanatını takdir edişinizde onurunuzu yaralayan birşey var. Görmekten geldiğimiz "Gül ve Bülbül odası" nda iken bana eski bir leğen kapağını göstermiştiniz ve bakır levha üzerinde ufak deliklerden yapılmış nakışlara karşı, aşırı bir hayretle, şaşırmış görünmüştünüz. Fazla takdir etmekten ziyade fazla şaşırmış… Eserlerimize karşı hayretiniz -bize öyle geliyor ki- zekalarımızı hor görmenizden ileri geliyor. Biz şayan ı hayret değil, fakat şayan ı hayret derecede güzel şeyler yaptık. Üç dört bin sene evvel ehram yapılmış, Luksor mabedinin sütunları dikilmiş ve bütün bunlar bizim gibi iki kollu, iki bacaklı fakat tecrübe ve ilimce bizden sonsuz derecede aşağılık olması lazım gelen insanlar tarafından yapılmış iken bugün veya üç yüz sene evvel, bu bakır levhayı süslü bir dantela haline koymuş olmakta bir insan için acaba şayan ı hayret ne olabilir? Mucizeler canlı hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin olduğu devirlerde olurdu. Bugün ise insan için uçmak bile mucize değil! Şu kadar bin kiloluk bir sıkleti eskiden kervanların on günde kat edemediği mesafelere bir saniyede fırlatmakta bile artık fevkaladelik yok. Belki kunduzun dişleriyle ağaç rendelemesi şayan ı hayrettir. Fakat insanların bakır levhayı oyması hiç öyle değil!"
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.