Ulvi SEVECEN
Afrika'da Bir Küçük Anadolu TUNUS (II)
İbn-i Haldun, Tunus doğumlu. Geçmişte birçok önemli devlet ve bilim adamı yetişirmiş bir aileye mensup. Hukuk, matematik, edebiyat, mantık, tefsir dallarında kendini yetiştirdikten sonra henüz 20 yaşındayken Tunus’ta devlet idaresinde vazifelerde bulunur. Yaşanan siyasi kargaşalardan dolayı önce Fas’a daha sonra Mısır’a gitmeye karar veren İbn-i Haldun, Mısır’da kaldığı süre içerisinde ünlü eseri Mukaddime’yi kaleme alır. O güne kadar edindiği fikri, siyasi ve ilmi tecrübeleriyle adeta muhteşem denilecek bir eser ortaya koyar. Eserinde daima tarafsız, realist hareket tarzını benimser. Önce tarihi olayları yani geçmişi gözler önüne serer, sosyal olayların tahlilini yapar, özellikle İslam toplumunun güncel problemlerini ortaya koyar ve çözümler üretir.
Yaşadığı dönemde meydana gelen her hadisede önemli fikirler ortaya koymasından dolayı Tarih Felsefesi ve İktisat Bilimi kurucusu olarak da kabul edilmekte. Ayrıca insanlık tarihinin ilk toplum bilimcisi ve sosyolog olarak kabul edilmektedir.
Hayatı boyunca tek gayesi, İslam Medeniyetinin tarihi ve sosyolojik problemlerine ışık tutmak, İslam Kültürüne canlılık kazandırmak olan İbn-i Haldun, Mısır’da hayata gözlerini yummuş, fakat kabri bilinmemektedir. Doğduğu ev ise Tunus’ta insanlar tarafından bilinmektedir. Şehrin merkezinde Habip Burgiba Bulvarına çıkan bir sokağa onun adı verilmiş.
Tunus’un en modern bulvarından çıkıldığında tarihi “Medina” karşılıyor ziyaretçileri. Medina “eski şehir” anlamında. Her şehrin bir “medina”sı var. Sokak ve yollar daracık. Yol boyunca sağlı sollu pek çok hediyelik eşya satan dükkanlar var.
Şehrin ilk kurulduğu yer olan Medina’da Osmanlı idaresi boyunca gerçekleştirilen çok ciddi imar faaliyetlerinin örnekleri olan, Zeytuniye Camii çevresindeki “Suk et-Türk”,”Suk el-Kebabcı”,”Suk el-Bab” olarak bilinen tarihi çarşılar, adeta eski dönemlerin yaşamına götürüyor insanları. Bu tarihi çarşılarda geleneksel el sanatları (nargileler, boncuktan rengarenk tesbihler, dokuma halılar ve kilimler, vb.) ve giyimlerin satıldığı dükkanlar, baharatçılar, aktarlar ve kuyumcular mevcut. İstanbul’un Kapalıçarşı’sı, Kahire’nin el-Halili’si, Şam’ın Hamidiye’si ile Tunus’un Medina’sı ve çarşıları hemen hemen aynı.1630’da Türk yönetici Yusuf Dayı’nın yaptırdığı “Suk et-Türk/Türk Çarşısı, diğerleri arasında görülmeye değer. Pazarlıklar sıkı ve uzun sürüyor. Sebebi söylenen ilk fiyatın gerçek fiyatın birkaç katı olması.
1574 tarihinde Tunus’un Sinan Paşa tarafından fethiyle Akdeniz’de ve Kuzey Afrika’da Türk hâkimiyeti kesin olarak sağlandıktan sonra, bu bölgede yönetimi düzenleyen Türk idareciler ülkenin imarı için adeta seferber olmuşlar.
XVII. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın kıyılarına düzenlenen seferler neticesinde büyük gelirler elde edilince çok canlı ve hızlı imar faaliyetleri sonrası zaman içerisinde tarihi çarşılarla beraber yapılan ve benzerleri Anadolu da çokca bulunan camiler, Hanefi mezhebine göre tedrisat yapan medreseler, zaviyeler, çeşme ve sebiller, han, hamam, hastaneler ile ay-yıldız motifleriyle bezenmiş kapılardan girilen, dar sokakların içine ahşap kafesli pencereleriyle taşan cumbalı evler burada adeta Anadolu havası estiriyor. Ayrıca kurulan vakıflarla bu eserlerin yaşatılması sağlanmış.
ZEYTUNIYE CAMİİ
Medina’nın en eski ve meşhur yapısı, etrafı yukarıda bahsettiğimiz çarşılarla çevrelenmiş Zeytune Camii. İlk olarak Emevi valisi Hassan b.Numan tarafından basit olarak yapılan cami, 785’te o dönemin valisi Ubeydullah b. Habbab tarafından yeniden inşa edilerek Kuzey Afrika’nın en önemli kültür merkezlerinden biri haline getirilmiş. Tunus’ a hakim olan hükümdarların ilgisini cezbeden bu yapı zaman içerisinde sürekli yenilenerek en son haliyle günümüze kadar gelmeyi başarmış. Camiye önceden beri süre gelen ilgi, Türk döneminde de devam etmiş. Avlunun kuzey batı köşesinde bulunan kare şeklindeki minaresi Tunus Beylerbeyi Hammude Paşa tarafından tamir ettirilmiş,1583’de ise mihrâb ve minberin süslemeleri tekrar elden geçirilerek bugünkü görünümüne ulaşmış. Mihrab önü kubbesinde tek satırlı, kufi hatla Arapça yazılmış bir kitabe var:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla (Ey Muhammed):Doğrusu biz sana apaçık bir zafer vermişizdir. Allah böylece,senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, sen, doğru yola eriştirir. Azameti yücelmiş olan Allah’tan, bu şerefli kubbenin yenilenmesi işlerini kolaylaştırıp ona yardım etmiş ve inşa ve tesis edenin durumunu ilimler imamı, hatibi Şeyh Osmaniye’l Kuraşi eliyle nasip etmiştir. Tarih: Hicret-i Nebevi’nin 1048’ine rastlamıştır. Muhakkak ki Allah’ın mescitlerini, Allah’a iman edenler…..” Ayrıca İmam odasını kapısını üzerin de ve Kur’an dolabındaki kitabeler de Osmanlı dönemine ait.
Geçmişte her bir sütununda ilmi ve fikri müzakere ve tartışmaların yapıldığı bir kültür merkezi olan Zeytuniye Camii’nin çevresinde kurulan ve yapılarında Osmanlı medrese mimarisinde rastlanmayan minarelere de yer verilen medreseler, bugünkü Zeytuniye Üniversitesi’nin çekirdeğini teşkil etmektedir.
Tunus’ta Osmanlı dönemi cami mimarisine getirdiği yenilikleri yansıtan en önemli iki eser Hammude Paşa ve Dayı Yusuf Camii ve Medresesi. Hüseyni hanedanın en seçkin ve kudretli siması olan Hammuda Paşa’nın 1654-55 yıllarında yaptırdığı 1688’de tamamlanan Hammuda Paşa Camii, Sidi Bin Arus ve Kasbah* sokaklarının arasındaki meydanda duvarlı bir avlunun içinde yer almakta. Avlusu içerisinde camiye bitişik bir de aile kabristanın (kendisinin de türbesi var) yapıldığını gördüğümüz bu caminin Hanefilere mahsus olduğu anlatılıyorsa da günümüzde diğer mezheplere mensup insanlarla müşterek kullanılıyor.
Avludaki türbede iki kitabe dikkati çekiyor. Türkçe kitabe beyaz mermer üzerine ikişer mısradan dört beyit halinde sülüs türü bir yazı ile yazılmış. Besmeleyle başlayıp, Hz. peygamber s.a.s ‘e salat-ü selam ile devam ediyor. Devamında ise, bu makamın sahibi, kim tarafından yaptırıldığı, onlar hakkında yer alan dua cümleleri, bitirildiği tarih (h.1098 / m.1686-87) ile alakalı bilgiler bulunmakta.
Dayı Yusuf Camii ve Medresesi ise, Hammude Paşa camine yakın bir yerde aynı alanda, Sidi b.Ziyad sokağında bulunmakta. Tunus’ta ilk olarak Hanefi mezhebine göre tedrisat yapan ve namaz kılınan medrese ve cami olması itibariyle çok önemli. Günümüzde halen Hanefi mezhebine göre namaz kılınan ve minaresi sekiz köşeli olan camiinin yanında kendisinin türbesi de bulunmakta. Camii,kitabesinden anlaşıldığı üzere H.1024 / M. 1615 tarihinde inşa edilmiş. Kitabenin muhtevası Hammude Paşa ile benzer.
DÜNYACA ÜNLÜ BARDO MÜZESİ
Tunus’ta epey müze mevcut. Bunlar arasında en meşhuru eskiden “Daru’l – Bey”/Bey’in evi denilen Bardo Milli Müzesi. Hüseyni Hanedanı’nın yöneticilerine “bey” deniliyormuş. Müze dünyanın en büyük müzesi.Yıllar önce görme fırsatını bulduğum Antakya Müzesinin bu ünvana sahip olduğunu zannediyordum. Müze binası Tunus’ta 1574 yılında başlayıp,18.yüzyıl başlarına kadar süren Osmanlı hakimiyetinden sonra yönetime gelen Hüseyni Hanedanı’na ait paşaların oturduğu saraymış. 1882 yılında Fransızlar tarafından müze haline getirilmiş. Burgiba döneminde ise milli müze halini almış.
Sarayın devasâ salonları, orijinal Türk çini ve alçı süslemeleri odaları, tahta oymaları ve avizeleri ile dikkat çekiyor. Tunus’un asırlardır geçirdiği tarihi devirlerin tüm sanat eserleri bu müzede toplanmış durumda. Fenike, Kartaca, Roma, Bizans, Arap ve Osmanlı dönemleri eserleri geniş salonlarda teşhire sonulmuş. Bordo Müzesinde en ilgi çekici eserler dünyanın en zengin Roma’dan kalma mozaikler. Salonların ve duvarın büyük kısmını bu mozaikler kaplıyor. Hıristiyanlık öncesi mitolojik öykülerin konu edildiği mozaikler, Hıristiyanlık sonrasında değişmiş, daha çok İncil’den semboller anlatılmaya başlanmış. Bunların yanı sıra 16.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar Tunus’ta etkili olan İslam’ın kültür ve sanatını yansıtan eserleri de görmek mümkün. İncelikle dokunmuş kumaşlar, göz alıcı mücevherler, bin bir incelikle yazılmış Kur’an’ı Kerim’den ayetler metinler, ağaç ve metal işçilikler bu salonlarda sergilenmekte.
TARİHİ KARTACA ŞEHRİ
Kartaca, Tunus’un en bakımlı, modern tarihi semtlerinden biri. Kartaca Fenike dilinde “Kart Hadaşt” yeni şehir anlamına geliyor. Romalılarla yapılan son savaşta alınan yenilgiden sonra yakılıp yıkılmış, Romalılar silbaştan yeniden inşa etmişler. Tarihi Kartaca’dan denizin kıyısında sadece kalıntılar kalmış.
Cumhurbaşkanlığı konutu da bu bölgede Akdeniz’e bakan bir tepe üzerinde. Kartaca denince akla ilk gelen isim şüphesiz komutan Hannibal. Mezarı Türkiye’de Gebze’de. Habib Burgiba Döneminde mezar istenmiş ancak mezarın götürülmesine izin verilmemiş.
İki katlı beyaza boyalı evleri, mavi işlemeli kapı,pencere ve demirleriyle bir Arap köyünün en tipik bir örneği olan Sidi Bou Said Kartaca sahilinde. Mavi ve beyazın dışındaki renklerin kullanılmasına izin verilmemiş.
Beyazın barışı, mavinin ise özgürlüğü simgelediği söyleniyor. Burası Arnavut kaldırımlı, inişli çıkışlı yolları, el sanatı eserlerinin (özellikle ince tellerle yapılmış kuş kafesleri) satıldığı dükkanlarıyla enfes bir Tunus köşesi. Adını 13.yüzyılda yaşamış bir Sufi büyüğünden almış. Arapça Sidi Bou Said, dilimizde Said’in babası demek. karşılığı. Başkent Tunus ile Sidi Bou Said arası yaklaşık bir saat.
Tunuslular, samimi, güler yüzlü, misafirperver insanlar. Türklere karşı ayrı bir sevgi ve saygıları var. Tanışırken Türkiye den olduğunuzu söylediğinizde ilk tepkileri ”Teşerrafnâ” Şeref verdiniz! oluyor. Bu küçük ve şirin Akdeniz sahilinde yaşadığımız samimi, içten bir davranış Tunus’tan ayrılmadan önce hiç unutmamak üzere zihinlerimizde yer ediniyor.
BİR TUNUSLU HATİM BEY
Hâtim Bey, İngilizce öğretmeni. Manav dükkanı da işletiyor. İsteklerimizi yerine getirirken çok sıcak ve ilgi gösteriyor. Paramızı alırken ve üstünü verirken tek tek tanıtıyor. Arapça ile başlayan konuşmamız İngilizce ile de devam ederken son olarak bizlere hayatımız boyunca kabullenmemiz gerekli olan bir gerçeği Tunus’un milli şairi Ebu’l Kâsım eş-Şabi’den alıntı bir mısraya sığdırarak söylüyor:
“ İzâ’ş şa’bü yevmen erâde’l hayâte,felâ büdde en yestecîbe’l kaderü” / Kişi hayatı yaşamayı istediğinde, kaderin isteğini kabul edip cevap vermesi gerekir.
Tunus ile asırlar süren berberliğimiz sonucu, tarihi, dini, kültürel bağlarımız var. Bizden bir çok şeyleri, maddi, manevi olarak dip diri muhafaza ediyor. Tunus’un cadde ve sokaklarında yürürken tanıştığımız insanların yüzlerinde bu birlikte yaşamanın mutluluğunu görmek mümkün. Tunus, binlerce kilometre uzağımızda olsa da aslında bize çok yakın.
*K.Afrika’da Osmanlı fütuhatından sonra Türklerin şehirde oturdukları mekan “kasaba”sözcüğünden bozma “kasbah” diye anılıyor. Tunus’ta bir semtin de adı.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.