xxx135
AB, Türkiye'yi oyalamada kararlı görünüyor
Fransa ve Almanya, Türkiye'nin AB'ye alınmamasında ısrarlı görünüyorlar ve bu tavırlarını da ısrarla sürdürüyorlar. Bu arada İtalya ve İspanya gibi ülkeler ise Türkiye'nin AB üyeliğine tam destek verdiklerini açıklıyorlar. Halbuki AB üyeliğine üye ülkelerden birinin 'hayır' demesi Türkiye'nin kapıda kalmasına yetiyor. NATOGenel Sekreterliğine getirilecek kişiye tüm ülkelerin 'evet' deme mecburiyetinde olduğu gibi. Bu bakımdan bir yandan Türkiye'ye ev ödevleri verip bu ödevlerin yapılıp yapılmadığını takip eden AB ülkeleri böylece Türkiye'yi kendilerine benzetmeye çalışıyorlar ama kapıdan da içeri almamakta kararlı görünüyorlar. Böyle bir noktada Türkiye'nin ısrarla AB'ye uyum konusunda kendisini değiştirmeye zorlanmasının ne anlamı olabilir? Çünkü, yapılan tüm yasal ve kurumsal değişiklikler AB'ye girmek için yapılıyor. Alınmayacağını bile bile AB'ye benzeme çalışmaları gereksiz değil mi?
Başta Fransa ve Almanya olmak üzere AB'nin bazı üye ülkeleri tavırlarını çok net ifade ediyorlar. Kandırma yoluna gitmiyorlar. Halbuki Türkiye'ye gerekli uyum yasalarını çıkarttırdıktan sonra sıra kabule gelince "Biz istemiyoruz" demeleri mümkünken Sarkozy ve Merkel buna gerek duymadan açık açık "Biz Türkiye'nin AB'ye üyeliğini istemiyoruz. Olsa olsa imtiyazlı ortak olabilir" diye bağırıp duruyorlar. Bu gerçeği göre göre Rasmussen'e karşı çekincelerini ülkemizin geri almasının anlaşılır bir yanı yoktur.
Çünkü, Rasmussen'in bazı tavizler verdiği yönündeki açıklamaların en azından şimdilik birisinin boş çıktığını görüyoruz. Çünkü, Rasmussen Roj TV'nin kapatılması konusunda söz vermediğini açıklarkan Danimarka Başsavcısı da Rasmussen'in böyle bir yetkisi olmadığını, konunun mahkemeyle ilgili olduğunu açıklıyor.
Bu arada Rasmussen'in NATOGenel Sekreterliği hususunda AB olarak ortak karar aldıklarını açıklayan birlik üyeleri ABDBaşkanı Obama'nın, "Türkiye'yi AB'ye alın" çağrısı karşısında Sarkozy'nin aracılığı ile Obama'ya, "Türkiye'nin üyeliği AB'yi ilgilendirir. Sen bu işe karışma" karşılığını veriyorlar.
Görünen o ki, gerek ABD gerek AB Türkiye'ye karşı samimi ve açık bir tavır sergilemiyor, ikili oynamayı tercih ediyorlar. Bu ikili oyunu da üye ülkelerden biri "evet" derken diğerinin "hayır" demesiyle sürdürüyorlar. Görünen o ki,Türkiye kesinlikle AB ve ABDülkelerine yabancı geliyor. Bu yabancının aralarına alınmasını zararlı görürlerken kapıdan tamamen uzaklaştırılmasını da çıkarlarına aykırı buluyorlar. İnsan ister ismez birkaç söz karşılığında Rasmussen'in NATOGenel Sekreterliğine karşı ileri sürdüğü çekincelerinden geri adım atılmasına benzer bir şekilde ABüyeliği konusunda da edilecek bir kaç tatlı söz karşılığında geri adım atar, imtiyazlı ortaklığı kabul eder mi diye düşünmeden edemiyor.
Uluslararası ilişkilerin verilen sözler üzerine bina edilmesi ve yürütülmesinin özellikle de ülkemiz açısından yanlışlığını artık bu ülkeyi yönetenlerin anlaması zamanı gelmedi mi? Çünkü bunun anlaşılması kendi kendimize yeterli hale gelmemiz gerektiğini de gündeme getirir. İşte o zaman devlet-millet elele vererek belki bir kalkınma hamlesi başlatabiliriz. Aksi halde sıkışınca IMF'nin kapısını çalarak, ABD gibi bazı ülkelerin aracılığına başvurarak acil ihtiyacımızı giderecek borç parayı temin ederek ayaklarımız üzerinde durmamız zor görünüyor.
Ayaklarımız üzerinde durmadığımız sürece bazen bilerek bazen de farkına varmadan kandırılmayı göze almamız gerekiyor.