Ahmet TÜRKAN
ZOR GÜNLERDE DAVRANIŞLARIMIZ NASIL OLMALI
Malum Aralık 2019’dan bu yana Çin’de başlayıp kısa zamanda tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs Pandemisi (Covid-19) yaşama algımızı yerinden etmiş, davranış tarzlarımız ciddi şekilde etkilemiştir. Evde kal sosyal mesajları hayatımıza yeni bir anlayış getirmiş, aslında çok da özgür bir hayatımızın olmadığı, yaşantımızın toplumla anlam kazandığı bir kez daha belirginleşmiş duruma gelmiştir.
İnsan İKİ türlü hayat ile mükelleftir. Birincisi hayati şahsiye, diğeri hayatı içtima-i’yedir. Hayati şahsiye kendimiz ile alakalı yani şahsımıza karşı olan sorumluluğumuz olup aklı başında olan herkes tarafından yapılması gerekenlerdir. Yemek, içmek, uyumak gibi zorunlu ihtiyaçlardan tutun, hayatımızı ilgilendiren ve hayat levazımatı için gerekli olan her şey ile alakalı gayretlerimizdir. Eğitim, sosyal statü gibi. İctima-i hayat dendiğinde işler bir kademe daha anlam kazanır ben olmaktan biz olmaya evrilir. Buna sosyal varlık olmamızdan mütevellit uymamız gereken ahlaki normlar, sosyal kurallar ve ikinci ya da üçüncü şahıslara karşı vazifelerimiz de diyebiliriz. Şahsi hayatımızı şekillendirmek kendimize karşı olan vazifemiz iken içtima-i hayatta o kadar rahat davranıp ahlaki ve sosyal normları ihlal etmemize müsaade edilmez. Kurallara uymamız istenir. Bu normları, ailemizdeki diğer bireylerden tutun, yakın çevremiz, mahallemiz, şehrimiz ve yaşadığımız ülke ve tabi olduğu normlar, ahlak kuralları, etik kuralları belirler.
Pandemi bize özgürlüklerimizi tekrar gözden geçirmemiz konusunu ikaz etmiştir. Özgürlüklerimizi göz önüne alarak kuralları ihlal edemeyiz. Başkalarının sınırlarını yıkıp geçemeyiz. Özgürlükler sınırsız değildir. Sınırsız sanılan her türlü tavır ve davranış bir başkasının sınırlarını, yaşama hakkını, hayat standardını tehdit eder, zarar verir.
İçinde bulunduğumuz pandemi karşısında devletimizin evde kal çağrısı bizlere sınırlarımızı, haddimizi bilmeyi öğretme bakımından terapi gibi algılanmalı ve doğru okunmalıdır.
Öncelikle kendimize karşı vazifelerimize bakalım. Hijyen kurallarına uymalıyız. Bu hem kendimize hem topluma karşı vazifemizdir. Ben uymasam ne olur ki diyemeyiz.
“Maske ve eldiven kullanın” talimatı hem kendimize hem topluma karşı vazifemiz olup bir ben yapmasam ne olur diyemeyeceğimiz ciddi bir vazifemizdir.
10 Nisan 2020 tarihi ile 30 Büyük şehir ve Zonguldak ilimizde 48 saat süre ile sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş olması gösteriyor ki zorluklarla baş etme konusunda sınıfta kalmışız.
İctima-i hayatta toplumun büyük bir kesimini çalışanlar oluşturmakta emekliler ise ictimai hayatın çilesini uzun yıllar çekmiş tecrübe abideleri olarak karşımızda olmasına rağmen; pek çok kişi zorluklarla baş etme eğitimi almış ve halen almakta olduğunu düşünerek, pek çok iş yerinin kişisel gelişim adı altında sorunlarla baş etme, süreç yönetimi gibi eğitimleri personeline aldırmakta ya da çalışanlar bu eğitimleri bir şekilde almaları varılan noktanın nasıl izah edileceği konusunu zorlaştırmaktadır. Siyasi hesaplar yüzünden ya da fikriyatları yüzünden halkı devlete karşı kışkırtanları muhatap almıyorum. Sadece olması gerekenlere değinerek normali arıyorum.
Görülüyor ki nazari alınan eğitimlerin fiiliyata etkisi yok. Sadece 2 günlük bir yasak insanları panik havasına sokmuş görünüyor. Adeta hava hortumu 1 dakikalığına kapatılmış bir insanın sergilediği davranışları görüyoruz. Herkesin ertesi gün kahvaltıda yiyeceği gıdalar dolaplarında hazır iken bu kadar telaş göstermesi, detay açıklamalara aldırış etmeden canhıraş bir şekilde sokağa fırlaması 1 aydır alınan tedbirleri yerle bir etmiş gibi görünmektedir.
Halbuki bu durumlarda yapılması gereken resmi makamların yaptığı açıklamaları doğru anlayıp ne getirecek, ne götürecek tam tespit ettikten sonra sakin bir şekilde hayat planımızı yapmamız gerekirken krize girip problemi büyütmenin anlamı olmamalıdır.
Hayat eve sığar, bu kararı veren devlet kimseyi mağdur etmez. Önce sahip olduğumuz devletimizin aldığı kararlara saygılı olmayı ve adım adım uymayı bileceğiz.
Daha düne kadar sığınmacılara her türlü hakareti yapan insanlar bu durumu nasıl değerlendiriyor çok merak ediyorum. Sadece 2 gün dışarı çıkmamak, yıllarca kurşunların hedefi olarak yaşamak zorunda kalan insanların halini bir miktar anlamamızı sanırım anlatmaya yeter.
2012 yılında Filistin seyahatim olmuş idi. Dönüşümde 3 hafta peş peşe orada görüp izlediklerimi yazıp Habername’de yayınlamış idim. Başka bir devletin esareti altında yaşamanın zorluklarını, pazara girerken zalim İsrail askerlerinden yalvar yakar müsaade istemenin zorluklarını müşahede etmiş, Mescid-i Aksa’da bir vakit namaz kılabilmek için ne eziyetler çektiklerini, kapı girişinde pasaportlarını bırakıp çıkarken aynı kapıdan çıkmak ve pasaportlarına sudan bir sebeple el konulmadığını görmek nasıl bir şey olduğunu izlemiş ve memleketim için çok dua etmiştim.
Şimdi düşünün, kendi vatanımızda, alınacak tedbirler ile geçeceğini bilim kurulunun açıklamaları ile ve dahi yaşanmış tecrübelerden biliyorken kendimizi kaybetmiş gibi davranmamızın sırrını nasıl izah edeceğiz.
Normal ölümün her an peşimizde olduğunu bilip, koronadan ölme ihtimalimizin binde bir olma ihtimaline karşı bu panik havasının ne manaya geldiğini anlamanın nasıl bir neticeye götürecek olduğunu sanırım anlamaya başlıyoruz. Hayata karşı bilgisizliğimiz, ölüme karşı vurdumduymazlığımızın sanırım bir izahı olmalı.
Ey insan! Aklını başına al. Hiç mümkün müdür ki, bütün envâ-ı mahlûkatı sana müteveccihen muavenet ellerini uzattıran ve senin hâcetlerine lebbeyk dedirten Zât-ı Zülcelâl seni bilmesin, tanımasın, görmesin?
Madem seni biliyor, rahmetiyle bildiğini bildiriyor. Sen de Onu bil, hürmetle bildiğini bildir. Ve kat’iyen anla ki, senin gibi zaif-i mutlak, âciz-i mutlak, fakir-i mutlak, fâni, küçük bir mahlûka koca kâinatı musahhar etmek ve onun imdadına göndermek, elbette hikmet ve inâyet ve ilim ve kudreti tazammun eden hakikat-i rahmettir.
Elbette böyle bir rahmet, senden küllî ve hâlis bir şükür ve ciddî ve sâfî bir hürmet ister. İşte, o hâlis şükrün ve o sâfî hürmetin tercümanı ve ünvanı olan Bismillâhirrahmânirrahîm’i de, o rahmetin vusulüne vesile ve o Rahmân’ın dergâhında şefaatçi yap. (Bediüzzaman Said Nursi-Risale-i Nur-On dördüncü Lema-İkinci Makam)
Ahmet TÜRKAN - HABERNAME
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.