Lütfi AYHAN
YAVUZ DEDEMİZ ANLATTIKLARIMA ÇOK GÜLDÜ
Allah hayr eylesin, bu gece bilgisayarımdan Dünyadaki Türkiye ve çevresindeki gelişmeleri tahkik ederken, endişe rüzgârları, hüzün kasırgaları, yeis bulutları gönül ve düşünce dünyamı harabeye çevirdi. Ümmetin Hal-İ Pür-Melali beni umutsuzluk diyarlarına savurdu. Aklım şaştı, kalbim darlandı; vicdanım kanlara, zihnim gözyaşlarına boğuldu. Izdırapların “bir tufan gibi üstüme çökmesi” neticesinde zayıf bedenim ve kalbim yakaza iklimine (yarı uyanık) girdi.
Ben o halde iken dışarıda birden gökleri çökerten, yerleri sarsan bir gürültü duyuldu. At kişnemeleri, kılıç şakırtıları, nal sedaları, mehterin kalpleri coşturan nameleri ortalığı kapladı. “hele şu kapıyı açasuz” diye tok ve davudi bir sesin yankıları yüreğimi hoplattı, kalbimi titretti. Kapılar açıldı, “Buyurun Hünkârım!” diye bir sesten sonra yanıma aslan yeleli, pos bıyıklı, kulağı küpeli, şahin bakışlı, belinde Zülfikarı, elinde Kuranı, üzerinde göz alıcı ama sade bir elbise ile biri dikildi. Korkumdan sesim çıkmaz, dizlerim tutmaz oldu. Ayağa kalkmak istedim kalkamadım. “Buyurun Hünkârım” demek istedim, dilim dönmedi.
Bilgisayar koltuğumda efsunlanmış gibi kala kaldım. Tilki görmüş tavuk, Kurt görmüş koyun misali dona kaldım. Gök gürlemesi gibi bir sada yükseldi yanımda çınar gibi duran Atam yavuz Sultan Selim Han’dan: “ Bre niçin ayağa kalkıp hoş geldin demezsin, el etek öpüp temenna eylemezsin? Niçin dut yemiş bülbül misali susar bir kelam etmezsin? Yoksa Lal’misin, maazallah nüzül müsün? Yavuz Sultan Selim Dedemin bakışları, duruşu ve ses tonu beni iyice korkuttu. Nasıl korkutmasın ki O’ndan, O’nun bakışlarından ve kılıçlarından koskoca Safevi Devletinin Şahı Şah İsmail, koskoca Memlük devletinin hükümdarları Kansu Gavri ve Tomanbay bile tırsmışlardı. Ne koltuğumdan kalkabiliyordum ne ona cevap olarak bir kelam edebiliyordum. Yanında bulunan ve en az kendi kadar azamaetli görünen iki asker beni koltuktan kaldırıp ayağa diktiler. Lakin benim diz bağlarım çözüldüğünden ayakta zor durabildim. Askerler beni tutup etek öptürdüler. “Zamanının İskender’i” “Yavuz” “Selimi” Hadim’ül - Haremeyn” gibi lakaplara anılan bu sert bakışlı, davudi sesli hünkârın yanından beni alıp öbür odaya götürdüler. Kendime gelmem için güzel, tatlı, hoş, gönül alıcı güven verici kelamlar ettiler. Sonra yer kaldırmaz ordulara sahip, Çaldıran, Mercidabık, Ridaniye zaferlerinin padişahı Atam Yavuz Sultan Selim Han’ın karşısına tekrar getirdiler.
–“Bre sen kimsin? Burada ne yapmaktasın? Dünyada ve Memalik-i Osman’da ne var ne yok? Gibi birçok süali art arda sordu. Bende ona karşı büyük bir tevazu ve bir o kadarda korku ile dünyadaki gelişmeleri anlattım: “ I. Dünya savaşından sonra kaybettiğimiz yerlerden bahsettim. Bilhassa O'nun fethettiği yerlerdeki savaşlarda olanları izah etmeye çalıştım. İngilizlere karşı nasıl büyük bir mağlubiyet aldığımızı, bu mağlubiyetin sonunda başta Mısır olmak üzere Suriye, Irak, Filistin, Arabistan, körfez Bölgesini nasıl yitirdiğimiz izah ettim.
" İngiliz mi? Kim onlar? Dedi. Anlattım.
-Sonra neler oldu ? Dedi? Osmanlının yıkıldığını İngilizlerin Araplara büyük bir Arap İmparatorluğu vadettiklerini lakin sonra Arap Topraklarını 20 den fazla devlete ayırdıklarını, Filistin topraklarında da bir Yahudi Devleti kurdurduklarını, bu günlerde İsrail’in, ABD ve Batı desteği ile Filistin’i, Lübnan’ı, Suriye’yi, İran’ı perişan ettiğini söyledim. İnanamadı, kafası allak bullak oldu. Sonra bir haftadır Suriye’de olan son olaylardan bahsettim. Suriye’de onlarca örgüt ve birçok devletin (ABD, RUSYA ÇİN, İRAN, AVRUPA, ARAP ÜLKELERİ, TÜRKİYE) olduğunu, Suriye’nin büyük bir keşmekeşin içine sürüklendiğini anlattım. Türkiye’nin 40 yıla yakındır Batı destekli bir örgütle mücadele ettiğini, onu bitirmek için çok büyük para, mal, enerji ve can kaybettiğimizi söyledim
- E, dedi. Şimdi durum nasıl Suriye’de, Arap diyarlarında?
Biz T.C olarak, Suriye’de, çok zayıflayan, 10 yıl önce çıkan iç isyanları İran ve Rusya’nın yardımı ile kendi halkını kırarak ve onları ülkeden çıkararak ülkeyi adeta boşaltan Suriye rejiminin (ki onlar Nusayri mezhebine mensuplar) yeni isyanlarla çökmek üzere olduğunu söyledim.
-Pekiyi biz ne yapıyoruz? dedi. Biz şu anda Suriye’de İç İsyan ile bize sığınan 4 milyona yakın insanın evlerine dönmesi, sınırlarımızda ABD’nin desteği ile kurulmak istenen ikinci İsrail Devleti’nin kurulmaması için uğraşıyoruz dedim.
Kaşları çatıldı, uzun uzun düşündü Sonra acayip bir kahkaha atmaya başladı.
-Bir dakika, bir dakika torun! Sen şimdi diyorsun ki benim iki yılda, o günün şartlarında dünyanın ilk 5 devleti arasında yer alan Sasanileri ve Memlukleri yendikten sonra aldığım Mısır, Suriye, Filistin, Arabistan, ( bu günkü İsrail) topraklarının küçük bir bölümü olan Şam’da (ki siz ona Suriye diyorsunuz) Türkiye, İran, Rusya, ABD… Dahil, bir çok ülke ve onların desteklediği onlarca örgüt savaşıyor. Ve siz, yani benim torunlarım da bunlardan birisiniz öyle mi? Cevap veremedim korktum. Güldü, güldü, güldü.
-Allah, Allah ! Akıl almaz, havsalaya sığmaz. Benim iki seferde iki yılda aldığım topraklarda bu gün onlarca devlet var. Bir sürü örgüt var. Bir Yahudi Devleti var. Ve bir çok gavur devleti de buralarda Fink atıyor öyle mi? Olmaaz olamaaz, olmamaalı. Aniden kalktı, bana baktı.
-Tüm bunlar olurken sen burada ne yapıyorsun? O masanın üzerindeki alet ne?
-Bilgi sayar hükümdarım. -Kimin bilgilerini sayıyor? Bilgisayara, mausa, klavyeye, ekrana, kablolara baktı. Ben birkaç şey gösterdim Aklı almadı. Kapıya yürüdü. Son kez bana bakarken herkesi bir telaş aldı.
-Orada Müslüman Müslümanı kırıyor, Orada gavur- Müslüman birbirine girmiş, çoluk çocuk öldürülüyor, benim iki yılda fethettiğim topraklarda şimdi onlarca devlet var ve sürekli savaşlar, kırgınlar yaşanıyor. E, sen burada niye oturuyorsun? Herkes telaşla bana baktı. Ben bir şey anlamadım. Yavuz Dedem kapıdan çıkarken yanındakilere;
- Değmez. Bu masum, yaşlı ve gafil biri.Dedi.
Doru atlardan oluşmuş büyük bir ordu harekete geçti. Bu beyaz elbiseli yeşil sarıklı ordu, Loras dağının üzerindeki ufuktan göğe ağarken ben de gözyaşları ile ve titreyerek yarı uyanık bu muhteşem manzaraya bakarken, bizim Hatun;
-Kalk Bey! Sabah Namazı geçiyor. Camiye yetişemeyeceksin dedi….
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.