Mehmet Y. ULUTAŞ

Mehmet Y. ULUTAŞ

Türkiye’deki Göçmen Sorunu Ciddi ve Kalıcı

Birkaç hafta önce Bolu Belediye Başkanı’nın yaptığı marjinal ve kabul edilemez önerisi zaten varolan bir tartışmanın daha da alevlenmesine sebebiyet verdi. Ardından bir Afgan gazetecinin sosyal medyaya düşen ve Türk kadınlarına hakaret ettiği çirkin videosu infial yarattı. Afganistan’dan kafile kafile gelen göçmenlerin sınırlarımızdan gayet rahat bir şekilde içeri girdiklerini gösteren bazı videolar ise hemen hepimizin akıllı telefonlarına geldi. Ankara Altındağ’da ölüm ve yaralanmalarla biten son olaylar da tuzu biberi oldu. Hem Türk insanı hem de sığınmacılar/göçmenler genelde sıcakkanlı, çabuk parlayan ve provokasyona müsait karakterler oldukları için bu tür olayların artarak devam etme ihtimali var.

Bilindiği gibi iç savaştan kaçan Suriyeliler 2011 yılı Nisan ayından itibaren ülkemize sığınmaya başladılar. Geçen 10 sene içerisinde Afgan, Pakistanlı, Afrikalı mülteciler de Türkiye’deki göçmen nüfusuna katıldılar. Kaçak insan nakliyesi işi artık Facebook ve Instagram üzerinden reklamlar verilerek müşteri toplanan bir sektör haline geldi. Tahminlere göre Türkiye’deki göçmen sayısı toplam 8 milyon civarı ki bu rakam toplam nüfusumuzun %10’una tekabül ediyor.

Her ne kadar Türk insanı misafirperverlikte ve merhamette dünya ortalamalarının çok çok üzerinde olsa da çok kısa bir süre içerisinde çok ciddi rakamlara ulaşan göçmen sayısı vatandaşlarımızın hatırı sayılır bir kesiminde bir yorgunluk ve olumsuz tepkiler oluşturmuş durumda. Bu olaylara olumlu bakanlarımız da var elbet. Gelin bunları anlamaya çalışalım.

Muhafazakar bir kesim sığınmacı kardeşlerimize “muhacir”, bizlere de “ensar” gözüyle bakıyor. Bilmeyenler için ‘muhacir-ensar’ ilişkisinin çıkış noktası şu: Hz. Muhammed (SAV) Mekke’den Medine’ye göçmek zorunda kalan Mekkeli muhacirleri (göçmenleri) Medineli ev sahibi olan ensarlara (yardımcı, koruyucu) kardeş yaptı. Her Medineli müslüman aile bir Mekkeli muhacir aileye evini açtı ve geçiminden dahi mesul oldu. Gelin görün ki Efendimizin (SAV) yaptığı bu merhamet dolu jest bugün biz Türklerin muhacirlere yapmakta olduğu yardımlar ile aynı değil. Muadili şu olabilirdi: T.C. bir program başlatır, mülteci ailelere kucak açmak isteyen Türk aileleri tespit eder, her bir mülteci aileyi bir hayırsever aileye zimmetler ve o mülteci ailenin her ihtiyacını karşılamaktan mesul kılardı. Nitekim mültecilere karşı çıkan kesimin en çok kullandığı argümanlardan biri bu: “Çok istiyorsan evine al”.

Türkiye’de “ülkemizde mülteci istemiyoruz” diyerek açıktan açığa göçmenleri istemediğini beyan eden vatandaşlarımız da var. Bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz.

  • Toplam sığınmacı sayısının 8 milyona ulaşması, her şehirde olmaları, hatta bazı şehirlerde mahalleleri bile olması.
  • Göçmenlerin Türklere göre daha ucuza çalışıp Türk işçilerin önünü kesmesi.
  • Sığınmacıların çalışmadan her ay devletten para alması, hastanelerde ücretsiz tedavi görmesi, üniversitelerde bedava okuması.
  • Sokaklarda dilenen, kadınlarımıza sarkıntılık yapan, sahillerde donlarıyla denize giren, oturdukları evlerin kirasını ödemeyen, kısacası kötü görüntü verenlerin olması.
  • Bayram için memleketlerine gidip bayramdan sonra geri dönmeleri, yani Türkiye’de ‘emniyet’ için değil, ‘tercih’ ettikleri için kalıyor olmaları.
  • Yüksek eğitimli ve maddi olanakları olanların büyük bir ekseriyetinin Türkiye’de kalmayarak Avrupa’ya sığınması.
  • Çoğu fakir olduğu için sadece çok azının işyeri açarak veya emlak satın alarak Türk ekonomisine katkı yapması.
  • Ekseriyetinin az eğitimli ve katma değeri düşük meslek sahibi olmaları.
  • Türk halkının göçmenleri kaba ve düşük kültür seviyeli olarak görmesi.
  • Birçoğunun Türkiye’yi Avrupa’ya geçmek için bir köprü olarak görmesi ve Türkiye’nin sağladığı ortamı ve imkanları takdir etmemesi.

Elbetteki dil bilmedikleri halde kısa sürede başarılı olup Türkiye ekonomisine, sanatına ve bilimine katkı yapan veya yapması beklenen sığınmacılar da var. Ama bunlar azınlıkta olduğu için henüz toplumun genel fikrini değiştirebilmiş değiller. Bu sebeplerle göçmenlere gösterilen muhabbet ve merhamet hızlı bir şekilde erozyona uğradı.

Göçmen ve sığınmacılar bir yönü ile 1960’larda Almanya’ya ilk giden “Almancılara” benziyorlar. Ama arada önemli bir fark var. Almanlar Türkleri ihtiyaçları olduğu için çağırdılar; Suriyeliler ise ihtiyaçları olduğu için Türkiye’ye geldiler. Yine de benzerlikler oldukça fazla.

1970’lerin sonlarına doğru Alman halkının bir kısmı Türklerin varlığından memnun olmamaya başladı. Çünkü Almanların işçi ihtiyacı bitmiş ve Almanya’da işsizlik başlamıştı. Türkler Alman adetlerine adapte olmuyor, kendi mahallelerini oluşturuyor, dil öğrenemiyor, kazandıkları paraları Türkiye’ye yolluyor ve bir türlü entegre olmuyorlardı. Nitekim radikal ırkçı ‘Dazlaklar’ bir süre sonra Türkleri öldürmeye, evlerini ve dükkanlarını kundaklamaya başladılar. Hatırlayanlar bilir, o zamanlar “Türken Raus” yani “Türkler Defolsun” sloganı çok meşhur olmuştu.

Bu sebeplerle Alman Hükümeti Türk işçileri Türkiye’ye geri yollamak istedi. Hatta kesin dönüş yapacaklara teşvik paketi sundular ama tutmadı. Çünkü çok geç kalmışlardı. Türkler yerleşmiş, ikinci nesil doğmuş, hatta bazıları işyeri sahibi olmuştu. Ayrıca işçilerimiz için Türkiye’ye dönmek cazip değildi. PKK terörü, enflasyon, geçim sıkıntısı ve darbe yönetimi vardı.

Türk işçilerin Almanya’ya ilk gidişinin üzerinden yaklaşık 60 sene geçti. Problemler zamanla azaldı gibi görünse de hala var. Birkaç sene önce Mesut Özil’in başına gelenler bunun en son örneği oldu. Kısacası bu mesele yeni değil ve moda deyimle “yapılmışı”, tecrübe edilmişi var. Benzer problemleri yaşamış ülkelerin buldukları çareleri araştırmak ve incelemek faydalı olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ona sığınan ve çoğu müslüman olan göçmenler için elinden gelenin en iyisini yapmakla mükelleftir ve sınırlı imkanlarına ve dar bütçesine rağmen kısa zamanda çok iyi bir iş çıkarmıştır. Fakat zaman geçtikçe geçici ve günü kurtaran çözümlerin onları tatmin etmesi zorlaşmaktadır. O yüzden Devlet bu duruma artık uzun vadeli çözümler üretmelidir. Bu çözümler şu alternatiflerden biri veya aynı anda birkaçı olabilir.

Alternatif 1: Su akar yatağını bulur deyip işi zamana bırakır ve hiç birşey yapmaz.

Alternatif 2: Ensar olmanın hakkını verir. Yani sığınmacılara çalışma izni verir, iş bulur veya bulana dek maaş verir, kalacak yer sağlar, ücretsiz ve sınavsız ilk ve yüksek öğrenim hakkı verir, ücretsiz sağlık hizmeti sunar, emeklilik gibi özlük haklarından faydalandırır, T.C. vatandaşı olmanın yol haritasını belirler, kendi dilinde öğrenim verir, kültürlerini ve dillerini korumalarına yardım eder, dernek ve parti kurmalarının önünü açar. Kısacası Türk vatandaşının sahip olduğu tüm imkanları sığınmacılar için de sunar.

Alternatif 3: Uygun şartlar sağlayarak ülkelerine geri gönderir. Kaçtığı şehir artık güvenli hale gelmiş ise ona cazip gelecek ve yetecek bir miktar para vererek geri yollar. Örneğin Suriyeli sığınmacıları Suriye’nin kuzeyinde oluşturulan ve ordularımız tarafından korunan güvenlik koridorundaki yerlere göç ettirir, yetecek bir miktar para verir, TOKİ eliyle konutlar yaptırıp hibe eder, güvenliklerini sağlar, kendi kendilerine yetecek, kendi düzenlerini kuracak hale gelene dek yardım eder.

Alternatif 4: T.C. Kanada’dakine benzer bir göçmen kabul etme prosedürü yürürlüğe koyar. Yani eğitim, meslek ve tecrübe seviyelerini esas alan kriterlere uyan göçmenler ülkeye alınır, belirlenmiş eğitim ve destek programlarıyla Türkiye’ye alıştırılır ve kısa sürede katkı vermeleri sağlanır.

Devletimiz bu göçmen problemine bir plan çerçevesinde çözümler üretmeli, bunu kamuoyu ile paylaşmalı ve bir an önce hayata geçirmelidir. Çünkü görünen ve bilinen bir plan olmayışı, hızla artan göçmen sayısı ve getirdiği yükler vatandaşlarımızı geriyor. Eğer T.C. çözüm üretmez veya en azından bir plan açıklamaz ise Bolu Belediye Başkanı gibi elinde az çok yetkisi bulunan kişiler realite ve bilimsellikle hiçbir alakası olmayan çözümler üretir ve işi iyice arapsaçına çevirir.

Biz mühendislerin bir sözü vardır: “Mühendis en son yaptığı kötü dizayn kadar iyidir”. Yani devamlı en iyisini yapmak zorundayız. Aksi taktirde en son yaptığın kötü işle anılırsın. Akrabalıklarda ve dostluklarda vardır bu hadise. Birilerine yardım edersin senelerce. Sonra basit bir şeyden dolayı ters düşersin. İşte o an geçmişte yaptığın tüm iyilikler unutulur ve sen kötü adam olursun.

O yüzden mazlumun, mağdurun ve muhtacın her zaman yanında olan Türkiye bu işi en doğru şekilde ve yeni mağdurlar yaratmadan halletmelidir. Aksi taktirde Türkiye’nin son 10 sene içerisinde mülteciler için harcadığı milyarlarca dolarlar, mültecileri korumak adına komşuları ile girdiği politik sıkıntılar, mültecilere yardım eden vatandaşlarının verdiği emeklerin hepsi unutulur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.