Süleyman Arslan
Türkiye Devleti’nin En Temel Hak ve Özgürlükler Belgesi: İSTİKLÂL MARŞI!
“Türkiye Devleti’nin En Temel Hak ve Özgürlükler Belgesi: İSTİKLÂL MARŞI!
Yazı hayatına yeni başlıyorum. Yazılarımın anlaşılmasına katkısı olacağını düşündüğüm için öncelikle kendimi tanıtmak ve temel yaklaşımlarımı paylaşmak istiyorum.
“Önce Allah’ın Hakkı!” başlığıyla yazdım Habername’de ilk yazımı. İnsan hakları alanında çalışan ve yazılarını insan hakları alanında yoğunlaştırmayı düşünen biri olarak bu başlığı özellikle seçtim. Gerekçelerini de orada kısmen açıkladım. İlahi emrin o şekilde olduğuna inanıyorum. Ayrıca, başında / merkezinde / temelinde / özünde Allah’ın hakkı olmayan, Yaratan’la bağını koparan veya geri plana iten bir insan hakları anlayışının insanlığı felaketten kurtaramadığını, tam aksine insanlığı felakete sürüklediğini, Allah’ı unutan kişi ve toplumları Allah’ın da kendi haline bıraktığını birçok insan gibi ben de görüyorum.
Müslümanım. Bağımsızlığını, dinini, devletini, haklarını, namus ve ahlakını korumak için can verip can almış, bu uğurda dökülen şehit ve gazi kanlarını ve dini sembollerini bayraklaştırmış “Hakka tapan millet”in bir ferdiyim. Geçmişinde şehitleri olan bir ailenin mensubuyum. Kanını, canını vererek bu vatana sahip olanların, dinini, şeref ve namusunu çiğnetmeyenlerin emanetçilerindenim. Kurtuluş ve kuruluş mücadelesi içinde yazılıp ‘Devleti Kurucu Meclis’te kabul edilerek milletimize emanet edilen ve bu çerçevede Anayasamızın temelini teşkil eden İstiklal Marşı başlıklı vasiyetnameye aynı şekilde düşünenlerle birlikte sahip çıkma azmindeyim.
Bir hukukçuyum. Otuz yılı aşan bir hukuk hayatım oldu. Avukatlık yaptım. İnsan hakları alanında uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşlarının üst yönetimlerinde bulundum. 2017 – 2021 yılları arasında Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu’nun ilk dönem başkanlığını yaptım. Bu dönem zarfında Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları, meslek odaları, üniversiteler, ulusal ve uluslararası insan hakları teşkilatları, akademisyenler, medya mensupları ve hak mağdurlarıyla birçok görüşmelerim oldu. Bu süreçte, uluslararası insan hakları ve hukuk mevzuatının, Anayasa ve kanunlarımızın çelişkilerle dolu olduğunun daha da farkına vardım. İnsan hakları alanında var olan uluslararası ve ulusal mekanizmaların ve eğitim materyalinin ülkemiz, milletimiz ve insanlık için yetersiz olduğuna, hatta zaman zaman yanlış yönde olduğuna yakinen şahit oldum. Bütün bu çelişkilere rağmen Hakk’a tapan milletimizin vazgeçilmez tarih ve hukuk müktesebatını koruyarak orta bir yol bulup birlik ve beraberlik içinde küresel medeni toplum mücadelesine öncülük edecek bir hukuk geliştirmemiz gerektiğini savunuyorum.
Tarihçi değilim. Ancak tarihimizin kutuplaşmaya kurban edildiğini, ortak tarihe aidiyet bilincinin geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tarih ve medeniyetimizle, manevi değerlerimizle barışık ortak hak ve değerlerin tespitine ve toplumsal kabulünün sağlanmasına, buna uygun bir insan hakları ve eğitim müfredatının geliştirilmesine hayati derecede ihtiyaç olduğu kanaatindeyim.
Toplumun birlik ve beraberliği adına geçmişte yapılan hataları gerektiğinde ‘Tecâhül-ü ârif yaparak / Bilip de bilmezden gelerek”, aldanmış gözüküp aldanmadan Hakk yolunda ilerleme taraftarıyım. İki Müslümanı barıştırmak için yalan söylemenin bile caiz olduğuna inananlardanım. Toplumun birliğinden, beraberliğinden, kardeşliğinden, gönülleri kazanarak birlikte ilerlemekten yanayım. Buna rağmen Hakk’a tapan millet olarak ilerlememize engel olmaya, Hakk’a tapan millet düzenimizi bozmaya, iyi niyetimizi suistimal etmeye çalışanlar olduğunda onlara asla prim verilmemelidir. Bilakis en güzel şekilde mücadele edilmeli, cezaya müstehak olanlar da mutlaka cezalandırılmalıdır.
Bu çerçevede, İstiklal Marşı milletimizi emperyalizmin her türlü oyununa karşı bir arada tutacak, koruyacak, ilerletecek ve yükseltecek en temel ortak payda, tarihi, hukuki, dini ve kültürel dayanak belgesi, ortak hak ve değerler zeminidir. Türkiye Devleti’nin kurucu meclisi TBMM’nin Atatürk’ün başkanlığında yapılan 1 Mart 1921 tarihli oturumunda okunup ayakta alkışlanmış, 12 Mart 1921 tarihli oturumda da alkışlarla kabul edilmiş, Mustafa Kemal Paşa da marş okunurken sıraların önünde ayakta dinlemiş ve sürekli alkışlamıştır. Nihayet, İstiklâl Marşı, 1982 Anayasası ile Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen hükmü olarak düzenlenmiştir. Atatürk, İstiklal Marşımızla ilgili olarak “Bu marş, bizim inkılabımızı anlatır, inkılabımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak, ne de unutturmak lazımdır.” demiştir. Türkiye Devleti’nin millî marşının “İstiklâl Marşı” olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 3. maddesinin gerekçesine göre İstiklâl Marşımız “Türk Devleti’nin ve Milleti’nin etrafında toplandığı kutsal simgelerden biri”dir. Bu bilincin toplumda geliştirilmesi, diri tutulması, hukuki gelişimimizin ve siyasi kurumsallaşmamızın bu yönde güçlendirilmesi ülkemizin istiklâl ve istikbali, milli güvenliği ve milli savunması için vazgeçilmez bir gerekliliktir. Sosyal dokumuzun bu doğrultuda güçlendirilmesi ülkemizi muasır medeniyetlerin üstüne çıkaracak, tüm insanlığa önemli katkılar sağlayacaktır.
Selam ve dua ile!
Süleyman Arslan
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.