Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR

Terör ve Vesayet

Toplumun tabanına PKK'yı da FETÖ’yü de vesayetçi devlet anlayışı yerleştirdi. Nasıl mı; Anlatayım efendim…

Osmanlı Devleti 'yıktırıldıktan' sonra millete dair hangi değer varsa, çağdaşlaşma adına ayaklar altına alındı. İstisna dönemler hariç, vitrindekiler hiçbir zaman halkı temsil etmedi. Kısmi temsil durumlarında da bir yolu bulunarak uzaklaştırıldı; Menderes, Özal, Erbakan… Devlet suni olarak oluşturulan küçük bir oligarşik kesim tarafından yönetildi. Tekdüze olan bu faşist zihniyet kendisine muhalefet edilmesine asla müsaade etmedi. Anadolu insanının ruhu bilinçli bir şekilde köleleştirildi, toplum köksüzleştirildi ve de cahilleştirildi.

Kendisine devlette bir karşılık bulamayan geniş halk yığınları ister istemez başının çaresine baktı. Kimisi ülkeyi terketti, kimisi milletin geleceğini kurtarmanın derdine düştü. Bu da birbirinden bağımsız ‘cemaat’ yapılanmasına zemin hazırladı. Boşluktan fırsat devşirenler de kendi cemaatlerini (!) oluşturdular.

Osmanlıda bir sivil inisiyatif olan cemaatler (medrese ve tekkeler) cumhuriyet döneminde tehlikeli-zararlı görüldü ve kapatıldı. Yerine o günkü insanın haklı olarak 'gâvur mektebi' diye isimlendirdikleri, 'okullar-school'lar' getirildi. Öyle ya; kendisine ait medrese-tekke-zaviyeler kapatılmış yerine şimdilerde kanıksadığımız ‘okul-school’lar getirilmişti devlet eliyle-kudretiyle… Nasıl kabullensin ki…

Kendi başının çaresini arayan halk yığınları, kimi zaman yasal, kimi zaman yasal olmayan yollarla çocuklarının kökleriyle-kültürleriyle bağlarını korumak istedi haklı olarak... Hani ekonomide bir kural vardır ya; arz-talep diye... Bu ihtiyaç kanaat önderleri tarafından sonu idama kadar varabilecek büyük riskler altında karşılanmaya çalışıldı. Böylece de irili ufaklı 'cemaatler' doğdu. Bunlar elbette iyi niyetli idiler. Çok da faydaları oldular. Ama gelin görün ki; bu ülke-millet ve ümmet düşmanları boş durmadı. Toplumda karşılık bulan bu yapılanmalarla temasa geçti. Olanları biliyorsunuz (FETÖ).

Cemaat tartışmaları gafil, fasık, cahil, işbirlikçi, proje adamları... bilumum bilerek ya da bilmeyerek misyona düşmanlık yapanlara yeni bir kapı araladı. Ne işi varmış cemaatin siyasetle, ticaretle, riyasetle... Tabii siyaseti sorumluluk değil de menfaat-koltuk-rant olarak anlayanların, ticarete mal ve para biriktirmenin ötesinde anlam yükleyemeyenlerin, riyasetin bir hizmet aracı, bir fırsat, bir sorumluluk olduğunun farkında olmayanların, dini de vicdana hapseden zihniyetin söyleyeceği ne olabilir ki başka...

Oysa işi bilenler hangi adımı ne zaman atacağını gayet iyi biliyor. Türkiye'de bugün ve geçmişte siyasi hayatımızda yer alan partilerin ilk nüvesi yine bu kurumlardır. Siyaseten değerlendirilmesini istemem elbette ama örnek de vermem gerekiyor. Rahmetli Erbakan’a, 'evladım bir parti kur da biz de size oy verelim' diyen, yine Nakşi kollarından birisinin sorumlusu olan Mehmet Zahit Kotku Hocaefendidir.

Türkiye'de son dönemlerde yaşanan birçok pozitif hadisenin ilk temsilcisi... Görünmeyen bir üniversite... O ve tekkesinin takipçi ve temsilcileri hep sonradan anlaşıldı... Reklamını yapma gereği hissetmedi çünkü… Zira Allah rızası için yapılan hiçbir şeyin karşılığı insanlardan beklenmez ki… O da bunu hiç bir zaman istemedi zaten... Düşünüyorum da şimdi siyasette, bürokraside yer edinmeye çalışanların nasıl pazarlıklar yaptıklarını; benim yüzüm kızarıyor... Karşılıklarını da alıyorlar görüldüğü kadarıyla; fazla fazla... Bunların tek tek o büyük günde önlerine konacağını hiç hesaba katmadan... Çoğunun böyle bir gündemi de yok zaten...

Ayrıca da dini referans kaynaklardan değil, oryantalistler ve onların temsilcilerinden-kurumlarından öğrenenden ne beklenir ki... İtikadın, ibadetin, muamelatın adını dahi duymamış, dini (İslam'ı) sadece cenaze namazını seyretmek olarak gören bir anlayış elbette Peygamberin aynı zamanda bir devlet başkanı ve siyasetçi, İslam'ın elbette sadece devlet eliyle yürütülebilecek muamelat ve ukubata dair hükümleri olduğunu nereden bilecek...

Geceleri kaim, gündüzleri saim olmak da, şu kadar zikir çekmek de İslam’dandır… Haksızlık karşısında eliyle, diliyle, kalbiyle mücadele etmek de… Zor zamanda ekmeğini bölüşmek de… Siyaset yapmak da öyle elbet… Sanki birisini yapan diğerini yapamazmış gibi… Ya da ibadeti güçlü olan kişi gündelik işlerden anlamazmış gibi… Birisi ifratsa diğeri tefrittir oysa... İkisi de haddi aşmak-aşırılıktır bir başka deyişle…

Bir daha tekrarlıyorum; hikâyeler, menkıbeler de İslam’dır, siha yapmak, uzay çalışması yapmak, yapay zekâ üzerine teknoloji geliştirmek de… Siyaset dünyasında boy göstermek de… Niyetinize bağlı elbette… Bunlar birbirinin alternatifi değil, tamamlayıcısıdır. Puzzle’ın tamamlayıcı parçası gibi… Birini yapmak diğerini ihmali gerektirmez. Hayatımızdaki en büyük yanılgılardan birisidir bu…

PKK da öyle doğmadı mı... Yıllarca 'Kürt' kimliğinin varlığı bile kabul edilmedi. Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti bir imparatorluk bakiyesi idi. Bir başka deyişle çok dilli, çok dinli ve çok etnik yapılı idi. Cumhuriyet kurulduğunda bunlar bir anda buharlaşmadı ki... Aşağılanan kültürler devlette bir karşılık bulamayınca, üstüne üslük cahilleştirilince boşluk yabancı güçlerle işbirliği yapanlarca dolduruldu ve sözü edilen baş belası türedi. Doğa boşluk kabul etmez zira… Eğer boşluğu siz doldurmazsanız bir talipli çıkar. Durum bundan ibarettir efendim!...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.