Ünal SADE
Tarihsizlik, talihsizlik
Twitter’da bir hesapta aşağıdaki paylaşım yapılmış. “Ön planda yer alan çöp kutuları üzerinde yazan “Fatih Belediyesi” yazısını görmemiş olsak fotoğraf karesinden Türkiye’de olduğumuzu kimse anlayamaz” iması yapılmış. Gerçekten de çöp kutusu üzerindeki “Fatih Belediyesi” dışındaki tüm tabela, stant, yönlendirme levhası… Ne varsa hepsi Arapça…
Muhtemelen Arap kökenli (Suriye, Irak vs) göçmenlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları bir bölge. Burada satır arası iki hassasiyet ifade ediliyor. Birinci olarak göçmenlerin varlığından rahatsızlık, ikinci olarak da “tabiri caiz ise” yaşadıkları bölgeye attıkları imzadan rahatsızlık… Tabelaların “Türkçe” olmamasına itiraz…
Bu bakış açısına bir kaç açıdan farklı yorum getirmek istiyorum.
Öncelikle beni rahatsız eden şey Arapça tabelalar değil. Aşağıya aynı fotoğrafı yaklaştırarak elde ettiğim başka bir görüntü beni esas rahatsız eden…
Tüm hengâme içerisinde kaybolmuş tarihi Çeşme… Pek çok örneğinde olduğu gibi üst üste atılan asfaltlar sebebiyle bir kısmı toprak altında kalan, kitabesi kısmen tahrip olmuş, suyu akmayan ve daha önemlisi “çöplük” gibi kullanılan Çeşme…
Kaybolan Tarihin Peşinde yitip giden kültürel mirasın izini süren Mehmet Dilbaz’ın “Ecdada Saygı Kuşağında Bugün !” etiketiyle sosyal medya hesabında neredeyse her gün buna benzer paylaşımlarını üzüntüyle takip ediyoruz.
Tarihi eserler ülkemizin her yerinde anne ve babası tarafından ihmal edilmiş “sokakta büyüyen” bir çocuk gibi… Kimse takip etmez, aç kalır, komşu çocuklarından dayak yer, üstü başı toz içinde büyüyen çocuklar varya onlar gibi… Tarihi eserler amacı dışında kullanılır, hoyrat eller sıvar, boyar estetiğini bozar, gençler üzerine anlamsız yazılar yazar, kitabesi çalınır, kırılır, yıkılır, malzemeleri devşirilip özel binalarda kullanılır vs…
Beni esas rahatız eden o tabelalar değil… Maalesef bu sahipsizlik…
Çocuklara mutlaka “değerler eğitimi” vermemiz gerekiyor. Üstelik bunu ailelere de bırakamayız. Anne baba kültürü “bozulmamış, geleneksel halinde yaşıyor olsaydı” zaten bunları konuşmamıza gerek kalmazdı. O sebeple okullarımızda bu konuyu çözmemiz gerekir. İnsana, topluma, çevreye, tarihi değerlere, hayvanlara sevgisi ve saygısı olan sınırlarını iyi bilen bir nesle ihtiyacımız var… Geçenlerde eğitimci “Eftal Orhan” bir tespitte bulundu: “Çocuğa, 12 yıllık öğrenim hayatında, yere tükürmemesini bile öğretemeyen bir müfredat, "eğitim" müfredatı değildir.”…Bu tespitin altına imza atmamak mümkün mü? Müfredattan başlayan bir değişime ihtiyacımız var… Bunu başaramaz isek “yetiştirdiğimiz bencil nesil” her şeyi yok edecek…
İkinci tespitim de “Arapça tabelalar” konusunda…(Bazen de turizm bölgelerinde farklı dillerde) Bu konu zaman zaman gündeme geliyor ve pek çok şehirde ipin ucu kaçmış durumda… Bu gidişe tepki gösteriliyor. Ben de sadece ticari kaygılarla ve rekabet avantajı için yapılan bu aşırılığı çok sevmiyorum. Ancak buradan beslenen “ırkçı” yaklaşımlar ve toplumsal gerginlik devşirilmesine yönelik provokasyonları da tasvip etmediğimi ifade etmek isterim.
Elbette tüm tabelaların (insanı ihtiyaçları hedefleyen zorunlu yönlendirme tabelaları hariç) “Türkçe” olmasını isteriz. Ama bunu cebren yapmak hiç hoş değil ve gereksiz çatışmalara kapı açacak tehlikeli bir yaklaşım olur. Peki, ne yapılabilir? Sivas Belediyesinin yaklaşımı örnek alınabilir…
Sivas Belediyesi, dükkânlarında Türkçe tabela kullananlara ilan reklam vergisinde %75 indirim yapacağını duyurmuş. Bu güzel uygulama için SİVAS belediyesini kutluyor ve tüm belediyelere bu yolu tavsiye ediyorum. Bu yaklaşımın toplumsal gerginliğe yol açmadan sorunu çözeceğini düşünüyorum…
Yukarıda “Değerler Eğitimi” nden bahsetmiş ve yetiştirdiğimiz bencil nesle dikkat çekmiştim. Burada bunu biraz daha açmak ve bolca fotoğrafla konunun anlaşılmasını desteklemek istiyorum. Rahmetli Turgut Cansever “Şehri imar ederken nesli ihya etmeyi ihmal ederseniz, ihmal ettiğiniz nesil imar ettiğiniz şehri tahrip eder” diyor. Nietzsche ise “Geleceğini kurmak isteyen kişi geçmişini anlamlı kılar”…
Maalesef bu topraklarda geçmişi inkâr ederek gelecek kurma hayalinin yıkımlarını yaşıyoruz. Tarihimiz gibi “tarihi eserlerimiz de yüz yıldır” bu anlayışa kurban. Buna “tarihsizliğin talihsizliğini” yaşayan nesillerin “hoyrat”lığını ilave ettiğimizde kendi elimizle “geçmişimiz üzerinden geleceğimizi yıkıyoruz”…İşte ilki Ara Güler’e, sonrakiler çoğunlukla Mehmet Dilbaz’a ait olan fotoğraflar… Ne demek istediğim açık mı?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.