Sebahattin BİLGİÇ
SUSMANIN KALESİNE SIĞINIYORUM!
Susmanın kalesine sığınıyorum,
Önümde karanlıktan duvarlar,
Sırtımda insan yüklü bir gök var.
Erdem Beyazıt
Çok hızlı bir çağda yaşıyoruz. Günümüzde herkes her şeyi biliyor, herkes her şeyi sorumsuzca dillendiriyor. Bilgiye ulaşım artık çok kolay. Çok kolay ulaşıldığı için olsa gerek bilgiye hak ettiği değer verilmiyor. Hele bilgi ve fikir bir taraf mantığıyla değerlendirilmişse sonuç almak daha da zorlaşıyor.
Konuşmak insanın fıtratında olan bir haslet. İletişim için, anlaşma için, kaynaşma için, öğrenme ve öğretme için, hakkı seslendirme için son derece önemli. Bazen tatlı bir söz, içten bir hitap hayat kurtarır, yuvaları yeşertir, rehberlik eder yol arayana, yüzleri güldürür, gönülleri şenlendirir, hüzünleri yok eder, zaman olur gözyaşını dindirir, zaman olur umutları yeşertir, zaman olur acıyı bal eder, zaman olur yoldaşa yar olur…
Modern hayat erdemli, edepli, ahlaklı, irfanlı yaşamı hızla tüketirken ferdiyetçi, içi boş süslü bir hayatı dayatıyor. Artık daha sorumsuz, bana neci yaşıyoruz. Herkes her şeyi söylüyor, herkes her şeyi bildiğini zannediyor ve her kes her şeyi yaşamak istiyor. Doyumsuzluk, kanaatsizlik, dünyevilik gönülleri bağlamış, gözleri kör etmiş durumda.
Televizyonlarda ve sosyal medyada siyasetten ekonomiye, spordan modaya tartışma programlarında aynı kişiler, nerdeyse aynı konularda hep konuşuyor, hep tartışıyor. Konuların fayda getirmesinden ziyade konuşanların beğenilme hırsı öne çıkıyor. Laf ve lakırtı şehvetleri kibirlerini büyütürken, gönülleri, beyinleri, haneleri kirletiyor. Merhum Cahit Zarifoğlu’nun şöyle bir cümlesini hatırlıyorum: “ Dostlarımızla halleşirken bu konuştuklarımızın dünyaya ve ahirete faydası var mı diye düşünüp konuşmak lazım.” Evet bütün mesele burada işte. Konuşulan veya dinlediğimiz şey bize, memleket insanına hatta dünyamıza ne kadar faydalı ona bakmalı.
Büyük Âlim İmam-ı Azam Ebu Hanife “bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım göğe ererdi” demiş. Ne güzel söylemiş büyük âlim. Herhalde insanlar bilmedikleri konularda konuşmasalar bu kadar gereksiz tartışma, bu kadar bilgi kirliliği olmazdı. Hele karşımızdakini anlamak için dinlesek birçok geçimsizliğin, anlaşmazlığın, kargaşanın önüne geçmek mümkün olurdu. Duymak için susmak, susabilmek büyük bir başarı, büyük bir erdemdir. Mevlana Hazretleri ne güzel demiş “göz iki, kulak iki, ağzımız ise tektir. Çok görüp, çok dinleyip, az konuşmak gerekir.” Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri daha keskin söylemiş. “Akilin dili kalbinde, ahmağın kalbi ise ağzında olur.”
Gurbette yaşadığım yıllarda çok sevdiğim, bize evinin kapılarını ve gönlünü açan yaşlı bir bey amcam vardı. Gece gündüz takım elbise giyerdi. Kendini gecenin ilerleyen saatlerinde bile hiç takım elbisesiz görmedim. Allah rahmet eylesin, zarif bir Anadolu insanı idi. Çoğu zaman oturur sohbeti koyulaştırırdık. Malum bizim toplumumuzda sohbetler genelde siyaset, dini konular, futbol üzerine alır başını gider. Bey amca bana “sen dini konuları benden iyi bilirsin bu konularda sen konuş, ama siyaset, spor benim işim bu konularda ben konuşurum” derdi. Ben kendini kırmaz “tabi bu konulardan ben zaten anlamam” derdim, hoşuna gider neşeyle anlatırdı. Ama işin ilginç tarafı dini konular geldiğinde de yine önce o cevap verir, gerekiyorsa ben düzeltme yapardım. “Yahu sözü yine sana bırakmadım” der gülüşürdük.
Hadisi Şerifte “susmak âlimin süsü, cahilin örtüsüdür” denmiş. Bir diğer hadisi şerifte “Allaha ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun” buyurulmuş. İnsanın yerinde konuşması ve yerinde susması akıllılığının alametidir. Konuşmak insanın doğasından gelir ama susmak insanın kudretindendir. Bu bağlamda Gothe “konuşmak ihtiyaç olabilir ama susmak sanattır” der.
Günümüz dünyasında sosyal medya paylaşımları da tehlikenin ayrı ama çok tesirli boyutunu oluşturuyor. Yazarak, konuşarak veya alıntı yapılarak yapılan paylaşımlar, çoğu kere gerçekten uzak tamamıyla tahribe ve algıya yönelik paylaşımlar olabiliyor. Kendini tatmin etmek isteyen sosyal medya tutkunları aynada kendilerine bakmayı bırakıp, başkalarının kendine çeki düzen vermesini istiyor. Hâlbuki kendi aynası tozlanmış, kirlenmiş, çerçevesi pas tutmuş, aynasında kibirden, gururdan, cehaletten, bencillikten çatlaklar oluşmuş. “Kerameti kendinden menkul” diye bir tabir vardır. Bu haslet kısaca yapılan güzel işleri kendinden bilme, kendine mal etme hasletidir.
Tasavvufta nefsi terbiye metotlarından biri de “kıllet ül kelam”dır. Yani az konuşmak. Çok konuşmayı dilin afetlerden saymış tasavvuf büyükleri. Yerinde ve yeterince konuşmak tavsiye edilmiş. Nefse muhalefet etmek temel prensiplerden olduğundan “konuşmak hoşuna gidiyorsa sus, susmak hoşuna gidiyorsa konuş” denmiş.
Dilin gerektiğince konuşup sair zamanda susması, kişiyi birçok hatadan, belki dedikodudan, kalp kırmaktan, insanlarla alay etmekten, lakap takmaktan, laf taşımaktan, gıybetten, yerli yersiz yemin etmekten uzak tutar. Bugün güya sanat haline gelmiş ve müstehcen lakırdılar üzerine kurulmuş eğlence dünyası dilin ve kulağın en büyük afetlerini oluşturuyor. Allah Resulü(SAV) “ Yazıklar olsun insanları güldürmek için yalan sözler söyleyene! Yazık ona, Yazık ona!” ve yine “kovucular (laf taşıyıcı, arabozucu) cennete giremez” buyurmuş.
Sükût un önemli bir boyutu da gönlün sükûtudur. Gönül sükût edecek ki söz sükût edebilsin. Zünnûn-i Mısrî’nin ifadesiyle “kalbine en iyi sahip olan, diline en iyi sahip olandır”. Ehli tasavvuf kâl ile değil hâl ile konuşmayı tavsiye etmiş. Hâl ehli olabilmek ve hâl ilmine kavuşabilmek için rehberler eşliğinde riyazet ve mücâhede yolu tavsiye edilmiş saliklere. Sükûtu altın yapan sırrı aramışlar hep nefisleriyle mücadelelerinde. Kalpten kalbe giden yolda kelimeleri kaldırmışlar aradan. Mevlana Hazretleri sükûtu harfsiz, dilsiz, dudaksız konuşmak olarak anlatmış. “Harfi, sesi, sözü birbirine vurup parçalayayım da, bunlar olmaksızın seninle konuşayım” diyerek hal dilini belirtmiş. Zira aşk dolu gönlün sırlarını hiçbir kelime, hiçbir cümle ifade edemez.
Sükût konuşmamak değil, nefsin(için) kötü düşüncelerden, tûl-i emellerden, boş hayal ve kötü hasletlerden arındırılması, kişinin ilahi takdire rıza göstermesi, dilsizlerin diline kavuşmasıdır. Mevlana Hazretleri “dilsizlerin dilini, dille ifade edilemeyecek sırlara sahip olanlardan can dilini öğren” diyerek sükûtun hedefini belirtmiştir. Şeyh Galip gönlünden akan dizelerle kelimelere dökmüş hedefe ulaşanların hallerini:
Kelâm-ı samtı deryâlar gibi pür-cûş söylerler,
Muhabbet razım birbirine hâmûş söylerler.
(Onlar susarak okyanuslar gibi coşkunluk içinde konuşurlar; aşkın sırrını birbirine susarak söylerler.)
Mevlana dan bahsetmişken Şemsi Tebrizi’den bahsetmemek olmaz elbet. Asırlara kendini unutturmayan Tebrizi hâl yolunu ne güzel anlatmış:
Gönül âyinesin sûfî,
Eğer kılar isen sâfî,
Açılır sana bir kapı,
Ayân olur Cemâlullah.
Herhalde bize lazım olan dilimizin döndüğü kadar değil, gönlümüzün döndüğü kadar konuşmak olsa gerek.
Sebahattin BİLGİÇ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.