A. Serdar ÖZTÜRK
SİYONİST İSRAİL BALONU
İsrail, yani siyonist rejim, daha açık tabirle Thedor Herzl ile başlayan bir Siyonizm inancı ya da siyonist paylaşım stratejisi. Yahudi milletini seçilmiş ırk oldukları fikrine inandıran ve diğer milletlerin içine bir virüs gibi sızan onursuz güruh.
Fikri hazırlıkları yapıldığından bu yana, kurulu beynelmilel tezgahın en etkin olmaya çalıştığı cephe tabiki Türk (Osmanlı) topraklarıydı. Buna karşın siyonist sistem en ağır yenilgilerini de aynı topraklarda aldı. Çünkü bu stratejinin yayılmasını engelleyen ve Herzl’in hatıratlarında ‘’Bizi yıllarca oyaladı, aptal yerine koydu’’ dediği büyük sultan Abdülhamit Han vardı bu topraklarda bir zamanlar.
Siyonist müptezel Theodor Herzl Filistin’de bir devlet kurmak için Sultan II. Abdülhamit’e başvurduğunda tokat gibi bir karşılık alır.’’Türk imparatorluk toprakları bana değil Türkmilletine aittir. Ben bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam. Milletim de bu toprakları ancak aldığı fiyata verir. Çünkü bu topraklar kanla alınmıştır kanla verilir.’’ cevabı Herzl’in şahsında tüm emperyalist siyonist güruha verilmiş bir ültimatom niteliği taşır.
Günümüzde yaşanan süreç ve oluşumlar da tarihteki yaşanmışlıkların bir tezahürü niteliğindedir aslında. Geçmişte yaşadığı yenilgi ve acziyet sendromunun tekerrürünü yine aynı milletin evlatları yaşatır kendilerine.
İsrail’in dış politikadaki acizliği ve Filistin stratejisindeki çıkmazı Mavi Marmara gemisine saldırmasıyla doruğa ulaştı. Ve ardından Mavi Marmara katliamına yönelik hazırlanan Birleşmiş Milletler Raporu'nda İsrail'in tezlerinin desteklenmesi ve Türkiye'nin haklılık gerekçelerinin sümen altı edilmesiyle yeni bir tartışma başladı ve ortadoğu'nun ve dünyanın uslanmaz külhanbeyi İsrail yine gündemin bir numaralı maddesi haline geldi. (Bu yanlı rapora rağmen ileride Filistin BM’de devlet kabul edilecek ve İsrail Türkiye’den özür dileyecekti. Bu değişen kararın müsebbibi güç kimdi?)
Öncelikle BM Raporu yahudi lobisinin kalemşörlüğünü yapan Newyork Times tarafından basına ve kamuoyuna sızdırıldı, daha doğrusu servis edildi. Sonrasında ise Türkiye'nin 5 maddelik hamlesi geldi. Türkiye’nin bu 5 maddelik eylem planını harekete geçirmesi aslında bu rapora olan isyanın tecellisi olmaktan öteye geçiyor. Bize yeni dünya düzeninine geçişte güç dengeleri arasındaki çatışmaları izleyeceğimiz günlerin işaret fişeklerini çakan bir nitelik taşıyordu. Halihazırda ''One Minute'' ile başlayan gerilimin, Mavi Marmara ile devam eden ve BM Raporu sonrasında iyice sarmallanan ilişkilerin daha da derinleştiği bir süreç yaşandı.
Eylem planında en fazla göze batan madde ''Doğu Akdeniz'de en uzun kıyısı olan sahildar devlet olarak Türkiye seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi alacaktır'' şeklindeydi. Bu madde aslında şimdiye kadar Doğu Akdeniz'de söz sahibi olan Muammer Kaddafi, Zeynel Abidin ve Hüsnü Mübarek yönetimlerinin devrilmesi sonrasında oluşan güç boşluğunu, denetimsizliği doldurmak isteyen Türkiye'nin sıradışı hamlesini içermekteydi. Başka bir açıdan bakarsak bu durumu Gazze'ye yardım taşıyan gemilere 12 mil sınır hakkı varken , deniz hattını ihlal ederek 72 mil açıktan saldıran İsrail’e ''Sen artık bölgede istediğin gibi at koşturamazsın, bu bölgede ben de varım'' mesajının verilmesiyle bağdaştırabiliriz.
Ayrıca yakın zamanda İsrail ile bölgede petrol ve doğalgaz çıkarmak isteyen Rumlara gerektiği takdirde askeri unsurlarla cevap verileceği notası da verilmişti. Bu eylem planıyla da bölgede Rumlarla birlikte Akdeniz'i babasının çiftliği gibi kullanamaya çalışacak İsrail’in emellerine kalıcı bir şekilde ket vurulmuş oldu. Bu süreçte sesini çıkaramayan bir Türkiye ile karşılaşılsaydı eğer Türkiye Akdeniz'de pısırık, etkisiz bir unsur olma rolünü tercih etmiş olurdu. Fakat Türkiye yeniden rakibine, rakibinin beklemeyeceği şekilde sert karşılık verdi. Akdenizde gerektiği takdirde askeri unsurları da kullanabilecek bir Türkiye olduğu mesajını soğuk bir duş etkisiyle aldı İsrail ve tüm küresel oyuncular.
Ve öyle bir an geldi ki Türkiye’nin mihmandarlığıyla BM Genel Kurulu’nda yapılan oylamada Filistin 138 evet oyuna karşılık sadece 9 hayır oyu alarak ezici bir üstünlükle devlet statüsü kazandı. Böylece Filistin İsrail tarafından yapılan saldırıları ve illegal yerleşimleri Uluslararası Ceza mahkemesine bizatihi taşıyabilecekti. Bu karar BM Genel Kurulu’nda Mahmut Abbas ile kurula seslenen Türk dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hamiliğinde gerçekleşen Türk dış politikası başarısı olarak tarihe geçecekti elbet.
Önümüzdeki günlerde Ortadoğu'da ibrenin kazananı Türkiye olarak göstermesi İsrail'deki hazımsızlığı kat be kat artırdı ve faşist İsrail gerek taşeronu PKK'yı kullanarak zaten desteklediği terör örgütünü iyice azdırdı gerekse de ABD'deki yahudi lobisi ve neocon destekçileriyle Türkiye'yi siyaset arenasında köşeye sıkıştırmak için elinden gelen gayreti gösterdi. Ancak bu plan da tutmadı. Çünkü bölge İsrail’in çöküşüne hazır ve nazır vaziyetteydi artık. Neoconlar haricindeki ABD’nin aklı selim beyinlerinin de İsrail karşısında Türkiye’yi desteklediği, İsrail'in bitmez tükenmez sorunlarından bıktığı bir ortamda İsrail’in denklem dışı kalması sonucu kaçınılmazdı.
Dünya yahudi hegemonyasından, uslanmaz çocuk sendromundan ve Hitler soykırımı üzerinden duyguları sömüren katil, faşist bir yapıdan kurtulmak üzere. Hülasa dünya safralarından arınmak üzere. Ve bu minvaldeki sürecin adı da İSRAİL DÜŞÜYOR ! desek anlamlı olur
(Devamı gelecek ‘’İSRAİL DÜŞECEK’’…)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.