xxx12
Saltanatçılıkla cumhuriyetçilik salınımında Saadet'in trajedisi
Erbakan'ın 11 Temmuz kongresinden sonra yayınladığı bildiride SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş'u “Saadet Partisi'ni davasından, gaye ve temel esaslarından uzaklaştırmaya yönelik birtakım arzuları yürürlüğe koymak istemek”le suçlaması, son kongre nedeniyle ortaya çıkan gerilim ve ayrışmanın Kurtulmuş'un çevresi ile Erbakan'ın çevresi arasında cereyan eden çekişmeden kaynaklandığı senaryosunun kısa sürede çöpe gitmesini sağladı. Erbakan'ın desteklediğini düşündükleri Kurtulmuş'un genel başkanlığında iktidara yürümeye karar vermiş ve Milli Görüş'ün kırk yıllık ağabeylerinin artık kenara çekilmesi gerektiğine inanmış SP'liler, bu son gelişme karşısında yeni bir kararın eşiğine gelmiş oldular: Ya Erbakan'ın başını çektiği anlaşılan Kurtulmuş karşıtı hareketin tarafına geçerek bindelik dilime düşse de Milli Görüş nostaljisinde yeralacaklar ya da bu siyasi hareketin kırkıncı yılında Kurtulmuş eliyle gerçekleşen ilgi çekici tekamüle katılıp iktidar yürüyüşüne devam edecekler.
Mesele, Erbakan ve arkadaşlarının ve bu çelik çekirdeğin etrafında toplaşıp siyasi istikbal arayan biyolojik olarak genç ama ruhen ve fikren zamanımızın epey gerisindeki (anakronik) kuşağın Saadet Partisi'ni kendi mülkleri, buna karşılık Kurtulmuş'u kiracı görmeleriyle ilgilidir. Sonuç itibariyle de evsahibi Erbakan, her zamanki klişede geçtiği gibi, “yurtdışından oğlu geldiği için” Kurtulmuş'tan mekanı boşaltmasını istiyor görünmektedir. Zaten oğul (şehzade?) Erbakan da babasından daha kaba, işi çirkinleştiren bir dille bunu söylemedi mi?
Saadet Partisi içindeki gerilim, kırk yıllık ağabeyler ile onlara sadakati şeref bilerek siyasi kariyerlerini sürdürmeye çalışan bazı gençlerin Erbakan'ın oğlu, kızı, damadının ağabeyi gibi akrabalıkların partinin karar organında (GİK) yer almalarını istemelerinden başka hiçbir siyasi, entelektüel ve ahlaki anlama karşılık gelmiyor.
Diğer pek çok hareket gibi Milli Görüş'ün de ömrünün sonuna geldiğini, bundan sonra taraftarları bulunsa bile bu hareketin fiilen beyin ölümü gerçekleşmiş bir siyasi mevta olduğunu söylediğimde buna tepki gösterenlerin ilk bakması gereken yer, parti içindeki tartışmanın düzeyi, değeri ve anlamıdır. Erbakan'ın yayınladığı bildiride “temel esasların muhafazası” dediği şey, birkaç eski arkadaşının, oğlunun, kızının ve damadının ağabeyinin partinin karar organına yazılmasından başka nedir? Hangi yüksek ve ulvi fikirleri bayrak yaparak genel başkan ve yönetimine itiraz ve isyan yükseltilmektedir? Kendi sipariş siyasi kariyeri için ortalığı karıştırmaktan hiç hicap duymayan oğul (şehzade) Erbakan'ın “muhterem babama itaatsizlik edilmiştir” kabilinden tuhaf itirazında haklılık bulabilen bir tek Saadetli var mıdır?
Saadet'in Kocaeli'de başarılı il başkanı olarak anılan Birol Aydın, Saadet kongresinde isyanın ön saflarında görünüp muhalif Yeşil Liste çıkarırken uğruna mücadele verdiği şeyin kendi hayatına, fikrine ve siyasi ufkuna değer katacağını mı düşünüyordu? Oğul Erbakan'ı soyadı durumundan yönetime sokmaya çalışmanın, bir diğer ifadeyle saltanatçı geleneği yaşatmaya çabalamanın son derece anlamlı bir mücadele olduğunu zannedenler, liberal muhafazakar AK Parti iktidarına sol-sosyal muhalefete en çok ihtiyaç duyduğumuz ve Saadet'in tam da bu siyaset açığını gidermeye aday olduğu bir sırada yürüttükleri yıkıcı faaliyetin tarihe şanlı bir isyan olarak kaydedileceğini mi sanıyorlar?
Hangi Saadet'li, büyük badirelerden geçerek bugünlere getirdiği hareketin bugün birkaç kişinin mülkü haline getirilmek istenmesine itiraz etmez?
Asıl iftihar edilecek davranışı sergileyenler ve bu nedenle siyasi tarihte isimleri tek tek anılacak olanlar, Saadet Partisi'ni saltanatçı kimlikten çıkarıp kollektif iradenin tecelli edebileceği yeni vasatın oluşması için tekamülün devamı yönünde irade beyan eden mevcut Kocaeli SP yönetimidir. Üstelik bu sorumluluğu partiyi bölmeden, dağıtmadan ve siyasetin yeni umudu yapabilme becerisini göstererek yerine getirmişlerdir.
Saadet Partisi kongresinin bize gösterdiği fotoğrafta saltanatçılık ile cumhuriyetçilik arasında salınan bir partinin trajedisi vardır. 2000'de yaşanan birinci bölünme sırasında Abdullah Gül, “yenilmiş bir medeniyetin çocukları” olarak yola devam edeceklerini, eğer FP bu analizin gereğine teslim olmuyorsa yeni bir partiyle bunu yapacaklarını söylemiş olmasına ve Kurtulmuş “yaşadığımız kriz medeniyet krizidir” şiarıyla yol alıyor olmasına rağmen Saadet Partisi'nin isyancı saltanatçı kanadı, Kurtulmuş'un şimdi aynı bölünme tecrübesini yaşatmak istediği propagandasını yapıyor. Lüks tekneler ve arabalarla gününü gün etmekten ne dünyanın, ne ülkenin analizini öğrenmeye fırsat bulamamış “şehzade Erbakan” da Kurtulmuş'un kullandığı dile ve üsluba alışık olmadıklarını, bu dili yabancı bulduklarını ve eski dile dönülmesi gerektiğini söyleyerek Kurtulmuş'un gitmesini istiyor. Baba Erbakan ise oğlunun bu talebinin hemen ardından yeni bir kongre yapılması için parti içindeki sevgi ve saygınlığını sonuna kadar kullanıyor.
Saadet Partisi'nin dışarıdan gözlemcisi, ama Türkiye'deki İslam düşüncesinin 30 yıllık emektarı olarak meselenin Kurtulmuş'un siyasi akıbetiyle ilgili olmaktan çoktan çıktığını, siyasetin cari açığına müdahale edecek bir ihtimale sahip çıkma sorumluluğuna dönüştüğünü hatırlatmam lazımdır.
Kuşkusuz Kurtulmuş'un yeni kadrosunun insanı heyecanlandıran bir tarafı yoktur ve o kadrodakilerin topyekün yeni küresel analizi ve Türkiye'nin bu analiz içindeki yerini kitleleri heyecanlandıracak yeni dil, üslup ve söylemle ifade edebilecek kapasite ve kabiliyette olduğu tartışmalıdır. Ama en azından mevcut heyet, saltanatçı modelin partiden silinmesi, onun yerine kollektif iradeyi yansıtacak cumhuriyetçi modelin benimsenmesi için geçiş dönemini taşıyabilir. Saadet Partisi'ni Soğuk Savaş'ın siyaset stilinden çıkarıp yeni zamanların gereklerine göre yeniden yapılandırabilir ve bu topraklara özgü, yerli, milli ve halkçı gerçek bir sol-sosyal adalet siyasetinin inşa edilebilmesine imkan açabilir.
Kurtulmuş, adımlarını kuvvetli bastığı sürece küresel nizamın temellerine yönelteceği güçlü itiraza adalet ve özgürlük davasının entelektüel birikimi ve enerjisinden her zaman destek bulacaktır. Fakat siyasi kariyeri ve istikbali uğruna saltanatçılıkla uzlaşmayı seçerse Türkiye'nin bir umudunu daha acımasızca harcamış olmakla kalmayacak, büyük emek verdiğimiz ve üzerine titrediğimiz adalet ve özgürlük emanetini de lekelemiş sayılacaktır.