Demliyazılar
Ramazan Gezmelerim -III- Sümbüllere Bezenmek İçin Onun Kapısına Gidin
Dile kolay tam otuz yıl sonra Sümbül Efendi Camii’nin havasını yeniden teneffüs edeceğim.
Sümbül Efendidemek benim için Kur’an demek, hadis demek, tasavvuf demek, ahlak demek, eğitim demek.
Demek ki buraya gelmek için otuz yıl beklemekle vefasızlık yapmışız.
Sümbül Efendi Camii'nin Doğu, Batı ve Kuzey kapısı var. Ramazan Efendi Camii’nin ziyaretinden sonra Sümbül Efendi’nin Doğu kapısına geldim.
Hemen az ötesinde son yüzyıl Osmanlı yapımı Kocamustafapaşa İlköğretim Okulu var.
Okul, Osmanlı ve barok karışımı bir mimari ile yapılmış, ince sanatı ön plana çıkmış güzel bir yapı.
Sümbül Efendi Camii'nin Doğu kapısından girdiğinizde sağlı sollu mezarlık var. Mezar taşları Osmanlıca yazılmış olduğundan hepsi birer tarih.
Çocukluğumda yerler Arnavut taşlarıyla döşenmişken şimdi yeni parke taşları var ve bu pek de hoş olmamış. Arnavut kaldırımının görüntüsü başka bir güzellikti. O taşların üzerinde yürümek insana huzur veriyordu.
Yirmi metre ileride sağ tarafta camiye ismini veren mübareğin türbesi var.
Sümbül Efendi, devrinin çok önemli bir şahsiyeti olup Fatih Sultan Mehmet zamanında yetişmiş, İkinci Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde önemli hizmetler yapmış bir büyük zattır. Asırlara damgasını vurmuş ve şimdiye kadar hala unutulmamış olan İbni Kemal Paşa ve Ebussuud Efendi gibi âlimler de onun çağdaşıdırlar.
Kendisi 1451 yılında Merzifon’a bağlı Borlu kasabasında dünyaya gelmiş. Yaşı küçük olmasına rağmen akranlarıyla oyun peşinde koşmamış, ilim meclislerinde yer almış.
Tahsilini 14 yaşına kadar kendi kasabasında yaptıktan sonra ilmin merkezi olan İstanbul’a gitmiş.
İstanbul’da Fatih Sultan Mehmed Hazretleri ile Sultan Beyazıd Han’ın hocası Efdalzade Hamidüddin Efendi’den dersler almış. Sultan İkinci Bayezid Han’ın hocası olan Çelebi Halife'nin Yedikule'deki dergâhına gelmiş ve orada ilim öğrenmeye, feyz ve teveccühlerine kavuşarak kemale ermeye başlamış. Çelebi Halife zahiri ilimlerde de, bildiği ne varsa, hepsini Sümbül Sinan'a öğreterek, onu halifesi olacak şekilde yetiştirmiştir. İlminin artırması için de onu Mısır'a göndermiş.
Mısır hükümdarı Kaçmaz Sultan, Sümbül Sinan Hazretleri’ne büyük bir hürmet göstermiş olduğundan kendi yaptırdığı camide, halkı irşad etme vazifesi vermiş.
Mısır’da bulunan ulema, evliya ve halk onunsohbetlerine, konuşmasına ve ilmine hayran kalmışlar. Mısırlı âlimler onun ilme, Kur’an’a, Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bağlılığına hayran kaldıklarından ona saygı ve hürmette kusur etmemeye azami gayret göstermişler. Sümbül Sinan, Mısır'da üç yıl kadar kaldıktan sonra İstanbul’da bulunan hocası Çelebi Halife’den aldığı mektup üzerine Hac yapmak üzere yola koyulmuş.
Sümbül Sinan hac vazifesini yaparken İstanbullu hacılarla görüşmüş. Onlar Tebuk veya Hasa korusuna geldiklerinde Çelebi Halife’nin vefat ettiğini söylemişler. Bir de Çelebi Halife’nin bir vasiyetini Sümbül Sinan’a vermişler. Hocası vasiyetinde;kendisinin, Kâbe-i Muazzamaya gidecek hacıların yolu üzerine defnedilmesini, Sümbül Sinan'ın İstanbul'a gidip, Kocamustafapaşa'daki dergâhında talebelere ders vermeye başlamasını, kızı Safiye Hatun’la evlenmesini istiyormuş.
Sümbül Sinan hac vazifesini tamamladıktan sonra, bu vasiyeti yerine getirmek üzere İstanbul'a hareket etmiş. İstanbullular, Sümbül Sinan'ı büyük bir kalabalık halinde karşılamışlar. Kocamustafapaşa'daki dergâhta bulunan talebeler de, yeni hocaları Sümbül Sinan Hazretleri’ne büyük bir hürmetle bağlanmışlar. Sümbül Sinan Hazretleri, burada, zahiri ve manevi ilimlerde binlerce talebe yetiştirmiş.
Şeyhüislamlardan Ahmed İbni Kemal Paşa, meclislerde Sümbül Efendi Hazretleri’ne büyük bir hürmet gösterir ve onu kendisinden üst tarafa oturturmuş.
Sümbül Efendi Hazretleri, talebeleri içinde Merkez Efendi’ye olan teveccühünden dolayı kızını onunla evlendirmiş.
Otuzyedi yıl boyunca Allah tealanın emir ve yasaklarını, Hz. Peygamber’in.(s.a.v) sünnetlerini İstanbullulara irşad etmiş.
Şeyhulislâm Ebussuud Efendi, keramet ehlinden olan Sümbül Sinan Hazretleri’ne kuvvetli ve derin bir âlim olduğunu bilmekle birlikte, bazı sofilerin hâl ve davranışlarını sürekli eleştirir ve onların bu hallerinin çoğu zaman şeriatla bağdaşmayacağından bahseder ve ehl-i tarik hakkında çok iyi şeyler düşünmezmiş.
Onun bu hâli, kendisinin Şeyh Sümbül Sinan Hazretleri ile karşılaşmasına ve ondan unutmayacağı bir ders almasına kadar sürmüş. Aşağıda anlattığımız olaydan sonra Ebussuud Efendi'nin tarikat erbabıyla ilgili düşüncelerinde büyük değişiklikler olmuş ve onlar hakkında ileri-geri konuşmaktan vazgeçmiş. Bu iki güzide insan arasında geçen olay şöyledir:
Ebussuud Efendi, ilk zamanlar maneviyata, tarikata, rabıtaya inanmaz ve her karşılaştığında da, Sümbül Sinan Hazretlerine çok ağır sözler söyleyerek incitirmiş. Hatta bir defasında, münakaşa o raddeye gelmiş ki, Ebussuud Efendi, Sümbül Efendi’ye:
— Senin cenaze namazını papaza kıldırtacağım, demiş.
Sümbül Efendi de, "âmin" diye dua ve istekte bulunmuş. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra, Sümbül Efendi, vefatına yakın bir zamanda, müridlerini toplayıp şöyle bir vasiyette bulunmuş:
— Evlâtlarım! Ben yolcuyum. Öteki âleme göçmek üzereyim. Vefatımdan sonra, musalla taşından kaldırıncaya kadar zinhar ağlamayacak ve hiç kimseye haber vermeyeceksiniz. Cenazemi Fatih camiine götürüp, namazımı da orada kılacaksınız, demiş.
Sümbül Efendi vefat etmiş, sessizce teçhiz ve tekfin işi tamamlanıp Fatih Camii’ne götürülmüş. O gün Osmanlı hanedanından da, bir kadın cenaze bulunuyormuş ki, protokol icabı namazını da, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’nin kıldırması icap ediyormuş.
Ebussuud Efendi, önce erkek cenazenin, yani Sümbül Sinan Efendi’nin namazını (bilmeyerek) kıldırmış, sonra da Sultan Hanım’ınkini kıldırmış. Ağlama yasağı da kendilerinden o anda kalkan Sümbül Efendi’nin müridleri de ağlamaya başlayınca, Şeyhülislâm cenazenin kim olduğunu sormuş, ama dünya sanki başına yıkılmış.
Tabutun üzerine kapanarak, ağlaya ağlaya Sümbül Efendi’den af dilemiş. Büyük bir pişmanlık duymuş ki, hemen tarikat erbabı zatların eteğine sarılarak, inkâr ettiği hakikatlerin savunucusu haline gelmiş.
Yavuz Sultan Selim iktidar meselesinden dolayı Sümbül Efendi’nin dergâhını yıkmaya karar vermiş. Adamlarını gönderip dergâha yıkmalarını emretmiş. Camiyi yıkmaya gelenler Sümbül Efendi’nin heybetinden korkarak geri Yavuz Selim’e gelmişler. Bu işe sinirlenen Yavuz Selim , “Kendim varayım ve onu yerle bir edeyim” demiş ve yola çıkmış. Yavuz Selim oraya vardığında Sümbül Efendi’yi karşısında görmüş ve niyetinden vazgeçmiş. Şeyhin hal ve hatırını sormuş, sohbet sırasında “Sizleri ziyarete geldik ” diyerek maksadını gizlemeye çalışmışsa da Sümbül Sinan Efendi, “Padişahların fermanlarını yerine getirmek gerekir. Hiç olmazsa şu Medreselerin bacalarından bir kaçını yıkın” diye müridlerine emir vermiş, Bunun üzerine Yavuz Selim sırtındaki beyaz sofa kaplı Samur Kürkü Sümbül Efendi’ye hediye ederek saraya dönmüş.
Hangi maksatla gittiğini ve ne yaptığını bilemeyen nedimeleri şaşkınlık içerisinde zor da olsa “Padişahım şaşkınlığımızı bağışlayınız" diye utanarak olanları anlayamadıklarını arz etmişler.
Yavuz Sultan Selim; “Siz ne söylersiniz, Şeyhin yanında iki aslan ve iki aslana binmiş iki de süvari vardı. Aslanlar kükreyip duruyorlardı. Hem onlardan çekindim, hem de Şeyh Hazretlerinden utandığım için fikrimden vazgeçtim” demiş.
Sümbül Efendi Hazretleri1529 yılının Eylül ayında vefat etmiştir.
Bu büyük şahsiyetin mütevazı türbesini dışarıdan ziyaret edebildim. İçeriye girişe müsaade yoktu. Farklı bir mimari tarzı olan türbede kendisinden başka mezarlar da mevcuttu.
Caminin içine girdiğimde çok farklı bir tarzı vardı. Cami kiliseden dönmüş olduğundan içeride sütunların ve kemerlerin bolluğu dikkat çekiyordu. Bundan dolayı namaz kılma yerleri az olduğundan caminin dış kısımlarına da namaz kılma yerleri yapılmış.
Son cemaat yeri camiye epey bir genişlik katmış.
Camiden çıktıktan sonra caminin batı çıkışında otuz yıl önce yaz tatillerinde gittiğim Kur’an Kursuna uğradım. İftar vaktine de bir saat kadar zaman vardı. Kursa girerek oraları ziyaret edip geçmişi hatırlayayım diye düşünürken kapıda bulunan biri beni içeriye davet etti.
Ben de, "Buranın bir zamanlar talebesiydim" derken tanıdık bir simayla karşılaştım. Birbirimize bakarken o beni tanıdı ama ben onun ismini çıkartamadım.
Meğer bu kişi 46 yıldır bu kursta bilfiil müdürlük yapan Mustafa Yılmaz Hocamın oğluSaid Hocaymış. Mustafa Hoca, Kur’an Kursunun Kurucu Müdürü olup şu ana kadar Türkiye’de aynı yerde en uzun memurluk yapma rekorunu elinde bulunduruyor.
Beni büyük bir muhabbet ve neşeyle karşıladı.
Fiziki olarak pek değişiklik yoktu kursta. Mutfak ve yemekhane ile koğuşlar, sınıflar aynı yerdeydi. Ama kurs kendini teknik olarak epeyce değiştirmiş. Bilgisayar gibi bir imkândan gayet iyi bir şekilde yararlanmışlar.
Kur’an Kursunda altmış kadar talebe hafız olmak için ter döküyor. Hafız olmak kolay değil. Hele ki kanunların hafız olmasını zorlaştırmışken. Allah hafızlarımıza zihin açıklığı versin.
Bana hemen bir form doldurttular. Artık bundan sonra Kur’an Kursunun faaliyetlerinde beni de görmek istediklerini söylediler.
Ben kalkayım derken Said Hoca iftar davetinde bulundu. Ben de çiçeklerle bezenmiş, ortasında havuzu olan bir bahçede iftar yapmayı çok istiyordum, bundan dolayı böyle bir teklife hayır diyemedim.
Tam otuz yıl sonra Sümbül Efendi’nin gölgesinde iftar yapmanın hazzını yaşadım.
Kendimi sümbüllerin içinde bir ziyafette hissetim.
Sizleri de mutlaka Sümbül Sinan Hazretlerini ziyaret etmeye tavsiye ederim. Bakarsınız hoş sümbül kokuları sizin üzerinize de siner.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.