Prens Sabahattin’den yerel yönetimlerde özerkliğe

Öğleden sonra yazının başına oturduğumda, gün iki konu etrafında akıp gitmişti... İlki, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün çok yerinde ve tutarlı önerisiyle zirveye tırmanan “yatak odası” aracılığıyla siyaseti tanzim etme rezaleti...

Diğeri de KCK tutuklusu belediye başkanlarına desteğini tekrarlayan Kılıçdaroğlu’nun, “yerel yönetimlerin özerklik şartını aynen kabul edeceğiz” demesi üzerine AK Parti ile CHP arasında şiddetlenen “Kürt sorunu” polemiği... İktidar partisi ile Ana Muhalefet sözcüleri arasında Güneydoğu polemiğini izlerken, Prens Sabahattin’i ve onun “âdem-i merkeziyetçilik” adını verdiği siyasi düşüncesini anımsadım...

Kendi sulbündeki Prens Sabahattin’i yadsıyan siyaset, doğal olarak “yerel yönetimler özerklik şartı” konusunda da birbirine girer...

***

Prens Sabahattin yaşasa muhtemelen “yerelleşme” yönündeki görüşlerinden dolayı başı belaya girerdi; çünkü 12 Eylül Anayasası, yerel yönetimleri merkezi idarenin “vesayetine” vermiştir... Belediye yönetimleri halkın oyuyla seçilir ama idarenin şube düzeyinde bir birimi konumundadır...

Çağdaş demokrasilerde belediyeler “vergi salabilirken” bizde bu mümkün değildir. Kısacası belediyeler şeklen vardırlar ama fiilen yokturlar. Siyaset kurumu otuz yıldır 12 Eylül Anayasası’nı tümden fırlatıp atmadığı için yerel yönetimlere ait 127’nci madde de sapasağlam yerli yerinde durur...

Siyaset kurumu da otuz yıldır bu faşist anlayışa sahip çıkar...

***

Geçen sene Diyarbakır’da toplanan BDP’li belediye başkanları ve İl Genel Meclis üyeleri, belediyelerin merkezi hükümetten tamamen bağımsız hale gelmesi için mücadele edilmesi kararını Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na dayandırmıştı.

BDP, yerel yönetimlerin halka devri konusunda yapılan açıklamada, alınan kararları da şöyle duyurmuştu:

“Dünyada tüm halkların, kültürlerin kendini ifade ettiği, federal ve konfederal yapılanmaların geliştirildiği bir çağda, Kürtler de demokratik özerklikle Türkiye’yi ulusalcı, milliyetçi, şovenist ayıbından kurtarma bilincine ulaştı.”

***

Avrupa Konseyi’nin “yerel idarelerin güçlendirilmesi, özerkliklerinin savunulması, yerinden yönetim ve demokrasi ilkelerine dayanan bir Avrupa’nın kurulmasının temel koşuludur” ilkesinden hareketle 15 Ekim 1985 tarihinde imzaya açtığı Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı Türkiye, anlaşmanın merkezi otoritenin yetkilerini yerele devreden dokuz maddesine çekince koyarak, 21 Kasım 1988’de imzaladı.

BDP, Avrupa Birliği Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na Türkiye’nin çekince koyduğu maddelerin, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik çözümünden yana olmamasının bir göstergesi olarak değerlendiriyor...

Ben BDP’ye o zaman da sormuştum, şimdi de soruyorum:

Otuz yıldır yürürlükte olan ve belediyeleri “vesayet” rejimi altında inleten 82 Anayasası’na fiilen karşı çıkmayıp, belediye konusunda Avrupa Konseyi kararına sahip çıkmak, “insan odaklı” bir rejim arzusunu mu ifade eder yoksa siyasetçinin “yönetme” kavgasını mı?

***

Kılıçdaroğlu’nun “yerel yönetimlerin özerklik şartını aynen kabul edeceğiz” demesi ve Ankara’nın şerh koyduğu dokuz maddeye muhalefet etmesi çok yararlı oldu...

Türkiye’nin sorunlarını tümden çözmek yerine, kendini iktidara taşıyacağını var saydığı din, ırk ve mezhep konusunu sürekli sömürmeyi yeğleyen siyaset kurumu acaba bu gelişmeler sayesinde “hukuksal ilkeler” ve “kalıcı çözüm projeleri” noktasına taşınır mı?

Prens Sabahattin’i hala yok sayan...

Halkına güvenmediği için “Yerel Yönetimler Özerklik Şartı”nın dokuz maddesine şerh koyan devlet olma ayıbını bize yaşatan...

Onca yıldır Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği “yerel yönetimler kamu reformunu” daha da radikalleştirerek yeniden yasallaştırmayan bir siyaset anlayışı acaba değişir mi?

Çok iyimser olmak isterim ama yaşayıp gördüklerim çelme takıyor...

Gene de inşallah değişir diyorum...

Önceki ve Sonraki Yazılar