Prof.Dr. Kamil GÜNGÖR
'Oku'mak
"Okumak" son derece önemli... Bugün internet dünyasının verdiği geniş imkânlarla bilgiye ulaşmak fevkalade de kolaylaştı. Ama acaba 'okuma' eyleminden anlaşılması gereken gerçekten de sadece bu mu... Zira neyi, ne zaman ve kimden okuduğunuz o kadar önemli ki… Kimileri İslam’ın ilk emri olan ‘oku’manın sadece bu olduğunu varsaydığından, okumaya karşı her hangi bir sözü bile dine ihanetle eşdeğer tutar. Öğrenme de öyle düşünülür, hıfzetme de… Öğrenmeyi salt bilgi, hıfzetme de ezber olarak yorumlanır. Ve elbette eksiktir, yanlıştır.
Salt anlamda okuma kimi zaman zararlıdır bile… Okuma, eğer güçlü bir alt yapınız yoksa sizi esir alır. İlla da sadece kendi başınıza okuyorsanız. Bir başka deyişle okuma referans kaynaklar (Kur’an, Sünnet) üzerine bina edilmezse, sözgelimi sizi Marksizm’e sürükleyebilir… Veya deizme… Oysa okuma tefekkür ve tanıma merkezli olmalıdır.
Okumanın zahiri anlamı ilimse hakiki anlamı irfandır, hikmettir. Dücane Cündioğlu’nun isabetli betimlemesiyle ‘ilim; bir annenin çocuğuna süt emzirdiğini söylemek, irfan ise; çocuğun emdiği şeyin (hakikatte) süt değil şefkat olduğunu söylemek’tir. Bu bağlamda Allah’ı tanıma, ilim değil irfan kökenli bir kelime ile ifade edilir; marifetullah… ‘malumatullah’ değildir bir başka deyişle...
Okumanın bir ileri aşaması 'tanımak'tır ya da tanıyarak okumak… Bu ‘tanıma’ işini göz ardı ederseniz; hayatınıza yanlış bir ön kabul yerleşebilir. Ya da yazar misyon sahibi ise konu hakkında bilgi sahibi olsanız bile bir çok doğrunun arasına ustaca gizlenerek yanlış bir bilgi ile bilinç altınıza girilmesi mümkündür. Zira malum olduğu üzere; en tehlikeli yalan içerisinde en fazla doğrunun olduğu sözdür. Akademisyen İhsan Fazlıoğlu durumu özetlemiş aslında… “Hep bilen bir aklımız var; ne zaman anlayan bir kalbe sahip olacağız…”
Şüphesiz okuma İslam'ın ilk emridir. Ama öyle zannediyorum ki yanlış yorumlanıyor. Mesela Kur’an da okunur sürekli… Kur'an'ı öğreten ve öğrenenin meth-u sena edildiği hadis-i şerifi şekli anlamının ötesinde de düşünmek gerekir. Müzzemmil Suresinde Kur’an’ın tertil üzere (hakkını vererek yavaş yavaş) okunmasını (Efendimize) emreden hüküm üzerinde düşünmek gerekmez mi... Sahabenin bir ayeti anlamadan öbürüne geçmemesi hangi anlamda olsa gerek… Ya da Allah’ın 99 Esması sadece ezberlenip sayılan şey midir. Burada geçen ‘men ehsaha’ sadece ezberleyip saymak olarak mı anlaşılmalıdır… İşte bütün bunlar bize iletilen mesajı anlama önündeki engellerdir.
Zahiren bakılsa bile yeterli değildir ilk anlamı ile okuma… Hani denir ya; 'ben bu meseleyi şöyle okuyorum' biraz böyle durum okumak... Ya da 'ben seçim sonuçlarının iktidara bir uyarı olarak okuyorum' demek gibidir. Düşünmektir yani okumak bir anlamda... Analiz yapmaktır. Tanımaktır kişileri, olayları bilmektir... Ve elbette buna göre adım atmaktır. Attığın adımın farkında olmaktır. Düşmanın tuzağına düşmemektir yani… Nitekim balığı yanıltan oltanın ucundaki yem değil midir.
Bir başka açıdan bakılırsa okumak büyük fotoğrafı görmektir. Zira fotoğraf büyüdükçe detayda kaybolmak yanında, tuzak büyüdükçe fark etmek de güçleşir. Sadece yalın bir bilgi yetmez, künhüne vakıf olmak için vizyona, irfana, hikmete talip olmaktır… İnsanı-kainatı okumaktır aslolan…
Bir de sormak isterim; okumak eğer birincil anlamı ile ele alınırsa; İslam'ın ilk emri anlamsız olmaz mıydı... Yani kendisine vahiy gelen peygamber neyi okuyacaktı, nasıl okuyacaktı. Zira ifade edilen türden bir okuma-yazması yoktu. ‘Ben okuma bilmem' dediğinde Cebrail kendisine nasıl okuyacağı hususunda bilgilendirme yapmadı mı... Ayrıca da; Yunus Emre okuyarak mı Yunus oldu...
Okumak; tecrübeyi, dinlemeyi, talip olmayı gerektirir. Her şeyi tek başına öğrenmeye kalkmak, her hususun yeniden tecrübe edilmesi ve bedel ödenmesi demektir. O halde tecrübe etmiş yani olayları 'okumuş' kimseleri aramak, dizinin dibinde olmayı önemsemek gerekmez mi… Antrenör gibidir bu kişiler… Sizi kendisinden de ileri taşıyabilir bir antrenör… Bundan mutlu da olur. Çünkü başarı aynı zamanda kendisinindir.
Yazıyı düşünce ve paylaşımlarını önemsediğim bir mütefekkirin tesbitleriyle bitirelim; “Gençlere en başta tavsiyem şu: Bu dini kendi başınıza kitap okuyarak öğrenmeye kalkmayın. Kitap okumak insan olmanın sanki vazgeçilmez bir unsuru gibi. Oysa biz niye kitap okuyoruz? Bilgilenmenin bir vasıtası olarak kitap okuyoruz. Peki, bilgilenmenin başka vasıtası yok mu? Var. Bizim geçmişimizde, kültürümüzde biz kitap okuyarak bilgilenmedik. Dinleyerek, bizatihi ağızdan ağza, kulaktan kulağa şifahi bilgi ve kültür nakli vasıtasıyla bilgilendik. Makbul insan çok bilen insan değildir. Makbul insan Allah katında az da olsa ihlasla, takvayla amel eden insandır. Tabii dengeler yerinden oynayınca, modern toplumda makbul insan kim oldu? Çok bilen insan, çok etiketli insan, çok maaş alan, çok tüketen insan oldu! Oturduğu zaman carcar konuşan, ahkâm kesen, entelektüel kapasitesi yüksek insan makbul oldu. Bu yüzden okuma faaliyetinden önce diriltmemiz gereken bir metodun üzerine eğilmek lazım. Nedir o? Bir bilenden, Allah korkusuna sahip bir bilenden öğrenme usulünü, tarzını, metodunu ihya etmemiz lazım. Buna önem vermemiz lazım.” (Ebu Bekir SİFİL)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.