Öksüz Bırakılan Yaylalar

Bir zamanlar hayvan sürüleri ile dolup taşan dağlar, yaylalar adeta öksüz kalmış. Binbir nebatatın yetiştiği dağlarımız/yaylalarımızda çobanların, kuzuların ve çoban köpeklerinin sesleri artık yankılanmıyor.

Yaylalarda gökyüzü öylesine büyüktür ki sonsuzluğa ve yaratıcının kudretine adeta tanıklık eder, yıldızların parlaklığına ve berraklığına şaşırır, uzanıp tutmak istersiniz. Buz gibi dağ suyu ile abı hayat suyunu içmiş gibi olur, binbir çiçeğin rayihası ile kendinizden geçersiniz.

Mevsimi geldiğinde hayvan sürülerinin yayla yolculuğunu günlerce izlerdik, biri biter biri başlardı. Artık yaylalarda eskisi gibi kara çadırlar kurulmuyor ki o çadırlar da ne türküler, stranlar, klamlar söylenir, kaçak çaylar demlenir, o muhteşem ay ışığının altında unutulmaz zamanlar geçirilirdi.

Tüccarlar yaylalardan, peynirinden çökeleğine kadar her türlü süt ürününü ve canlı hayvanları şehirlere taşırdı. Sürü sahibi de tüccarı da kazanır, halkın sofrasından katığı ve eti pek eksik olmazdı. Tabiatın muhteşem cömertliği ile beslenen hayvanların eti ve sütünün tadına da doyum olmazdı. Bunlara ulaşmak için de öyle zengin olmak falan da gerekmezdi. Öyle ki bizim bölgeden Suriye, Irak ve diğer Ortadoğu ülkelerine canlı hayvan ticareti yapan büyük tüccarlar da az değildi.

Sonra bir şeyler oldu, adına terör dediler. Neydi, kimdi, neden oldu? İşin doğrusu hala kimse gerçeğini bilmiyor; ama bir gerçeklik olarak önümüze kondu ve kıyamet de o zaman koptu zaten. Artık dağlar, yaylalar yasaklıydı ve binlerce yıllık bir kültür, gelenek ve ülkenin adeta can damarı olan hayvancılık bitirilme noktasına getirildi.

Köyler boşaldı, dağlarda sürü sahipleri, çobanlar faili meçhullere kurban gitti ve dünyanın en muhteşem bitki çeşitliliğine, doğal yapısına ve verimine sahip yaylalarımız boş kaldı. Dengbejlerin kaval seslerine eşlik eden kuzuların sesinin yerinde, artık, ölüm kol kol geziyor, ateş ve barut kokusunun üstünde silah sesleri yankılanır olmuştu.

Kim bundan kazançlı çıktı bilmiyoruz; fakat bildiğimiz bir şey var ki milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu, yüz binleri bulan can kayıpları, yitip giden kuşaklar ve bugün beslenemeyen, temel tüketim maddelerine erişemeyen seksen beş milyonluk bir ülkenin hepsinin bedel ödediğidir.

Kırsalın boşaltılması ile şehirler kaldırabileceğinin çok üstünde bir insan nüfusunu barındırmak zorunda kaldı. Sanayisi, ekonomisi bu nüfusu istihdam edecek kapasitede olmayan şehirler de inanılmaz bir şekil de sosyoloji değişmeye; adeta şehirlerin içinde köylü geleneğini yaşayan varoşlar oluşmaya başladı.

Köylerinden, mezralarından, yaylalarından koparılan bu insanlar, şehirlerde adeta sudan çıkmış balık misali her türlü ötekileştirilmeye, aşağılanmaya ve derin bir fakirliğe mahrum bırakıldı. Bu kesim her türlü istismara uğradığı gibi, siyasetçilerin de adeta oy deposuna dönüştürülerek yıllarca sömürüldü.

Kendi hikayelerini kendileri yazamayan, birilerinin ideolojik, rant ve kendi konumlarını sürdürmek için kurban seçtiği bu kesim, zaman içerisinde şehirle bir şekilde uyum sağlamayı başardı belki; ama yaşadıkları acıların ve sefaletin sebebini hala anlamış değiller; ama sanırım birileri tüm detayları ile biliyor.

Süreç içerisinde birilerinin akıl almaz bir şekilde zenginleştiğini, sürecin sonunda da tarım ve hayvancılık ile iştigal edip üreten kesimin yok edildiğini ve tüm ülke insanının artık gıdaya kolayca erişemediğini, gıda sektörünün de küçük bir rantiyeci sınıfının elinde olduğunu görünce ülke (halkı) adına üzülmemek mümkün değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.