xxx78
Ninnilerle minnilerle iyi uykular
AK Parti'nin Türkiye'nin önündeki sorunları çözmek amacıyla bir dizi anayasa ve yasa değişikliğine gideceği duyulduğunda CHP lideri Deniz Baykal'ın verdiği tepkiyi işittiniz mi? Dediği şu: "Bunlar anayasayı askeri dövmek için değiştirmek istiyor."
İçinde 'dövmek' fiilinin geçtiği anayasa değişikliği haberi herhalde ilk Türkiye'de çıkmış oldu; anamuhalefet partisi lideri sayesinde...
Bugüne kadar yazılan Türkiye Cumhuriyeti anayasaları hep askerler tarafından yönlendirildi. Cumhuriyet'in ilk anayasası kurucu kadro tarafından çıkarıldı; kurucular İstiklal Savaşı'nı yürüten kadroydu doğal olarak... 27 Mayıs (1960) ve 12 Eylül (1980) askeri müdahaleleri sonrasında oluşturulan Kurucu Meclis ve Danışma Meclisi tarafından yazılan iki anayasa da darbecilerin onayı sonrası halkoylamasına sunuldu. En köklü anayasa değişikliği de, 12 Mart (1971) askeri müdahalesini yapanların zorlamasıyla Meclis'ten geçti.
Türkiye son 60 yıllık tarihi boyunca askeri vesayet altında bir demokrasi görüntüsü veriyorsa, bu süre içerisinde yürürlükte olan anayasaların mantığı yüzündendir. Ne kadar azaltılmaya çabalanırsa çabalansın, askerlerin etkisini taşıyan anayasa metninden 'askeri vesayet' kokusunu bütünüyle gidermek mümkün olmuyor.
CHP lideri Baykal, -'dövmek' fiilinin taşıdığı hoş olmayan imayı bir anlığına görmezden gelelim- "Bunların niyeti askeri dövmek" derken, anayasadaki askeri vesayete izin veren maddelerin kaldırılacağını mı kast ediyor? Eğer kastı buysa, siyasi sistemin bir parçası olarak, CHP, buna neden karşı çıksın ki? Demokrasi olmak, halkın seçtiği siyasi kadroların hiç kimseden korkup çekinmeden ülkeyi yönetmesi anlamına geliyor.
Vesayet kalkınca Türkiye özenilen bir demokrasi olacak...
Dünya konjonktürünü ve Türkiye'nin yeni dünyadaki yerini doğru değerlendiren asker, Cumhuriyet'in başından itibaren üstlendiği görevi gereği, bu en büyük dönüşümün gerçekleşmesine itiraz etmiyor. Kimsenin kimseyi 'dövmeyeceği' bir ülke haline dönüşeceğimizin bilincinde çünkü asker ve bunun gerçekleşmemesi durumunda yaşanacak olumsuzlukları herkesten daha iyi görüyor...
Hadi 'herkesten' demeyeyim, ama CHP lider kadrosundan daha iyi gördüğü de ortada...
Ülkemiz, aslında, bazı Batılı ülkelerde 1980'lerde yaşanmış, bizde de Turgut Özal'ın bir noktaya kadar getirip nefesi yetmediği için 'siyasi' boyutunu eksik bıraktığı değişimin son halkasını gerçekleştirmenin hemen öncesinde... O ülkelerde de, hayret edilecek bir gerçektir, değişim ve dönüşüme Ronald Reagan ve Margaret Thatcher gibi 'muhafazakâr' politikacılar öncülük etmişti; bizde de dönüşümde Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan'ın başı çekmesi bu bakımdan şaşırtıcı değil...
O ülkelerde 'sol' ve 'sosyal demokrat' muhalif politikacılar, -ABD'de Bill Clinton ile İngiltere'de Tony Blair- iktidarı ele geçirmenin en kestirme yolunun yeni değişim çizgisinde önce kendilerini sonra da partilerini dönüştürmek olduğunu gördüler; Clinton Beyaz Saray'da geçirdiği sekiz yılı, Blair de başbakanlık yaptığı 11 yılı değişim hamlesini daha da ileri götürecek biçimde değerlendirdi. Şaşılacak olan, bizdeki solun durumudur.
CHP ve lideri dünya siyasetinin geçirdiği evrimi de, şu sıralarda yaşananları da doğru okuyamadığı gibi, oy talep ettiği halkın değişim arzusunu da göremiyor. Anayasa değişikliği veya yargı reformu 'askerleri dövmek' için değil, Türkiye önündeki fırsatları ancak çağa daha uyum sağlamış bir cumhuriyet anlayışına sahip olursa yakalayabileceği için yapılıyor. Yapılmak zorunda...