Nurhan Bahçe GENÇ

Nurhan Bahçe GENÇ

MEYDAN OKUMA

İşten çıkıp, eve giderken geçtiğim caminin şadırvanında oturmuş çoraplarını giyen adam dikkatimi çekti. İhtimal ki abdest almış, sıcağın rehavetinden suya dokunmanın serinliğine kaçmış, hem de namazını eda edecek büyük ihtimal. Ayağının birini oturduğu yüksekçe yere uzatmış, diğeri yerde, rahat bir tavrı var. Biraz daha yaklaştığımda orta yaşlı, bizim öçğrencilerle ‘yeşil adamlar’ dediğimiz belediye işçilerinden biri olduğunu gördüm.

Aslında abdest alıyordu işte. Ondaki o kimseyi takmayış, aklımdan bir çok şeyi geçirdi dedim ki, burada sere serpe abdest alan ve aleni - gösteriş değil, çünkü adamın dışarıyla bir ilgisi yok ve yalnız- namaz kılacağını haykıran bu adamın rahat tavırlarıyla aldığı bu abdesti başka hangi meslek erbabıböyle alır diye aklımdan geçti.

Evet caminin imamı, müezzini yapardı belki, çoğu zaman lojmanda oturdukları için abdestli çıkarlar evden, cemaat çok ta şahit olmaz onların da böyle serapa suyla buluşmasına. Zaten gayri ciddi olur belki, cemaatin yanında bir ağırlık bir itibarları vardır din görevlilerinin.

Ya da yaz kursunun deli fişek gençleri, yeni yetme çocuklarıhocalarının teşvikiyle macera dolu bir yaz gününde biraz zoraki, biraz taze heves öğle namazı için kurulmuş olabilirler şadırvanın başına. O da zaten bir kaç yıl içinde çocukluk anıları olarak mazide unutulmaya yüz tutan bir sahne olarak kalacaktır çoğu zaman.

Bazı zamanlar bir esnaf, bir yolcu, bir yaşlı amca oturur, hem bir nefeslik dinlenmek, hem de Rabbiyle buluşmanın ruhuna verdiği inşirahı hissetmek için, bedeninine duyurur adeta bu serinliği. Genellikle tahta ya da mermer zeminlerin verdiği huzur ne güzeldir bilene, isteyene, özleyene.

Bir doktor mesela, böylesine aşikar bir caminin şadırvanına yarı uzanmış çorapları elinde, dünyayı elinin tersiyle itip, herhangi bir çiviye astığı ceketi gibi çıkarıp ve canı cehenneme der gibi teslim olur muydu, hiç kaygısız.

Ya da bir mühendis yoldan geçenleri kaale almadan apaşikar elinde tek çorabıyla, meydan okur muydu aleme, ben en çokkabul gördüğüm makama gitmek için hazırlıktayım şimdidiye.

Bir patron mesela, işçilerinin gözlerinin önünde, yahu ben Rabbime teslimim, ahan da görün. İşte kirlerimi, taşıdığım yüklerimi bırada bıraakıyorum şu an, der miydi.?

Bir işadamı, kollarını şöyle güzelce sıvayıp, ayakkabılarını çıkarıp, oradaki terlik ya da takunyalardan giyinip, Ya Allah, Ya bismillah diye, dua okuya okuya tevazu ile ıslak alnını o caminin halısına tevazu ile koyar mıydı?

Ülkemin insanlarından adları, ünvanları, para ve makamları olanlar böyle bir samimiyet ve rahat bir teslimiyetle sokaktaki herhangi bir caminin şadırvanında, yanında kimse olmaksızın kendisiyle kalarak, nefsinin hata ve kirlerini damla damla belki de gözyaşlarını katarark bir caminin şadırvanına bırakır mıydı?

Ben istisnalardan bahsetmiyorum. Varlar tabi, olsunlar çoğalsınlar, görünsün ve örnek olsunlar. Fakat müslüman bir toplumun beyni ya da görünen elitlerinden bahsediyorum.

Nasıl bir egoları varsa, müslüman kimliğinden, öyle görünmekten hatta yakınlarının bir imam hatip lisesinin önünden bile geçmesine gönlü razı olmayanları nasıl Allah’a yüzleri ak, ben de müslümanım diyecekler?

Hem müslüman olduğunu iddia edip, hem değil gibi yaşamaya tahammül edebilmek psikolojik bir ikyüzlülük olmalı en azından.

Ya kimler rahatsız olurdu, bu manzaralardan?

Öncelikli olarak benim ülkemin yozlaşmış, kendi kültürüne uzak sekülerleri. Modern takılıp banyo yapmadıkça bir hafta ayağını yıkamak aklına bile gelmeyen sözde aydınları, her türlü sapkınlık ve dünyayı yaşanmaz kılan saçma sapan şeylere özgürlük adı altında müsamaha gösterip, dinin bir kuralını hasseten islamın bir ibadetini görmeye dayanamayan insan müsveddelerini, egosu tavan yapmış ölmeyeceğini sanan körlerini rahatsız ederdi.

Okuyucu şunu diyor şimdi duyuyorum; bunlar toplumda ne kadar ki diyebilirsiniz, o zaman Tüik’in yaptığı araştırma ve sokak röportajlarına bir göz atabilirsiniz.

Belki adını bariz zikrettiğim meslek erbabı da bana itiraz edecektir, gururla abdestimzi alıyor, namazımızı eda ediyoruz diye.

Fakat; cehalet döneminde Kabe’ye gitmek zordu. Yalnız ve güsüzlerdi. Hz. Ömer kırka baliğ olunca, hadi dedi hemen aşikar olalım. Hareme yürüdüler müşriklerin kalbine korku ve telaş bırakarak. Biz kimiz bilsinler, bizi görsünler diye.

Ömer gibi korkusuz, Ali gibi takvalı, Osman gibi hayalı, Ebubekir gibi samimi olmadıkça çocuklarımız bizi takipetmeyecek.

Her halimiz yaratana malum ama, tavırlarımız, hallerimiz de düşmana korku salmalı. Diyorum ki, görünelim biz, buradayız işte her yerde. Öyle çoğalalım ki, abdest almak, namaz kılmak, iyilik etmek için sıralar oluşturalım.

Aynen bir maç kuyruğundaki fanatikler gibi, bir sinemanın biletini almak için sabırla bekleyenleri gibi. Aşikar olalım, kıyam da duralım. Heyecanlı, istekli, bilinçli duruşlarımız olsun bizim. Utanmayalım yaşantımızdan, kıyafetimizden, duruşumuzdan, makam, şöhret, ne derler bakışlarından, sözlerinden.

Müslüman olalım, teslim olalım. Kendimzi küçük görmeden, dünyayı kurataracak insanların safında olabileceğimizifarkedelim.

Dünyanın bize, inanan cesur, gözükara, adanmışmüslümanlara ihtiyacı var, hem de acil.

Yenilerde okuduğum “Dünya yakılıp, yıkılırken ve Tevazu- akıllı makina çağında insan olma kemalatını kaybetmeyen” (iki ayrı kitabın adları) dünya görevlileri olduğumuzu ve bu bataktan, imara ancak cesur ve güzel insanların safında kaldığımızda ‘Allah’ın yeryüzündeki halifesi olacağımızı hiç unutmayalım.

​​

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum